29 Kasım 2009 Pazar

Gezici Festival Varmış

"I'm not a man I'm Cantona."

İstanbul'da Film Ekimi var, millet güzel güzel izliyor filmlerini. Ankara'ya uğramıyor ne yazık ki bu organizasyon. Biz de burdan imreniyoruz anca. Özellikle bu yıl "Looking For Eric" filmi Film Ekimi'nde gösterilecek olunca çok içerlemiştim. Manchester United'a ve özellikle de Cantona'ya olan özel ilgim sonucu bu film çok ilgimi çekmişti tabi ki. İnternetten de izlemek istemedim açıkçası indirip, ustaya saygısızlık olur gibi geliyodu. Neyse işte bugün öyle bi internette dolanırken Sigara Yanıkları'nda Gezici Festival'i gördüm, Ankara'ya da uğruyormuş. Ankara'da nasıl filmler var bi bakayım dedim. Usta da burdaymış meğer. Looking For Eric Batı Sineması'nda sinemaseverler ve Cantona severlerle olacak. Tabi başka güzel filmler de var ama o ara sınav programı yoğun biraz, o sebeple en fazla iki filme daha gidebilirim heralde. Ama Looking For Eric kaçmaz aga, kaçmaz.

Gezici Festival'in bu yıl 15.'si düzenleniyormuş, daha önceden haberim olmadı pek. Bazı gösterimlere yönetmenler ve oyuncular da katılıyor, festivalin temel amacı bu. Hayranı olduğunuz özel oyuncular ve yönetmenler varsa tanışmak için güzel bir fırsat. Festival sayfasında ayrıntılı bilgi ve program mevcut.

25 Kasım 2009 Çarşamba

Gör Performansımı

Ne zamandır şiir koymamışız bloga. Böyle hayvan çocuğu gibi yazılar yazar olmuşuz. Muhtemelen hepinizin bildiği inanılmaz bir şiiri paylaşıyorum sizlerle. İnanılmaz bir aşk, inanılmaz bir serzeniş.


"Kaan Dobra'nın takıma yeni geldiği günlerdi aşkım
Off ne alakası var şimdi deyip

Dinlememezlik etme, dinle bi kere.

Kaan
Dobra takıma yeni gelmişti.
Yalan söylemiyim sanırım antep maçıydı.
Maç neredeyse bitmiş.
Skor kesindi..
Hoca maçın 89. dakikasında oyuna aldı
Kaan
Sahada herkes çok yorgundu.

Bi tek
Kaan, civelek gibi koşuyordu sağa sola.
Ben de dahil herkes güler gibi bakıyordu
Kaan'a.
Aa kerize bak aa enerjike bak diye.
Ama hoca beğendi
kaan'ın performansını
Diğer maçta daha çok yer verdi.

Bir diğer maçta daha bi çok.

Ve bugün
Kaan Dobra, Kaan Dobra'ysa
O 89. dakika yüzündendir.

Şimdi gelelim sadede.

Ben de ilişkimizi kurtarmak için
89. dakikada oyuna girmiş bir oyuncu gibi
Koşuyorum, çırpınıyorum.

Gör performansımı diye.
Sev beni diye..."


Umut Sarıkaya

23 Kasım 2009 Pazartesi

İçimden O Kadar Çok Konuşmak Geldi Ki, O Kadar Çok

Size de oluyor mu bilmiyorum. Bazen çok canım sıkılıyor böyle ama genel anlamda bir can sıkıntısı. Anlık bir şey değil, bir takım güzel olmayan şeyler oluyor mesela, sonra total can sıkıntısı işte hep. Bir süredir öyle oldu bana da. Beni bilenler bilirler, bilmeyenler için söylüyorum böyle durumlarda hayvan çocuğu gibi yatarım ben.

-sanatsal gibi resim, ama değil-

Bu aşırı durağanlık dönemimin hep sonbahar aylarına denk gelmesinden dem vurup, iklimler ve ruh hali konulu bir paragraf efendime söyleyeyim bir cümleler silsilesi yaratacaktım ama acayip üşendim dostlarım. Sonbaharın hüznüyle başlayan yazım; kışla beraber duraklama evresine girecek, ilkbaharla güzel bir çıkış yakalayıp, yaz mevsiminde zirvedeyken bitecekti. Tüm genç dimağlarımızın damağında biraz hüzünlü biraz orgazmik bir tat bırakacaktım ama açıkçası kim uğraşacak şimdi deyip vazgeçtim. Hem zaten Nuri Bilge Ceylan da filmini yapmış bunun "İklimler" diye, benim de burada yırtınmama ne gerek var. Gerçi pek diyalog yok mesela o filmde. Yazının buraya kadar olan kısmı filmdeki repliklerden fazladır mesela byte olarak. Ama adam fotoğrafçı işte, filmin kareleri falan ne biçim. Yoksa bir numarası yok gibi geldi filmin. Adam kadının ayak ucuna fındık atıyor sonra sevişiyorlar falan garip bir şeyler bir takım. Mevsimler var sonra öyle işte.

Neyse dostlarım giremedim ben bir türlü yazıya. Hani cep telefonunun şarjı biter ya mesela, ya da arabanın benzini bitebilir falan işte ne bileyim bilimum ansızın biten her şey gibi geçen gün evde otururken böyle, durup dururken motivasyonum bitti. O günden beri işte hayvan çocuğu gibi yatıyorum. Gün içerisinde sadece hayatta kalmak için efor sarfediyorum falan. Sordum soruşturdum "ne ayak lan böyle bir takım garip olaylar bende?" diye. "Depresyon" diyolla. Ulan insanoğlu da ne acaip, canın sıkıldı mı depresyon oluyor hemen o. "Canım sıkıldı" desen kimse sallamaz seni, depresyon demek daha şık gibi mesela. "Hayatta onulmaz dertlerim var" demek gibi. "Bir takım duyarlılıklarım, hassaslıklarım var" demek gibi. Ne gerek var. Arada bi canı sıkılır insanın. Olur öyle.

Gittim anneme "anne geçen gün evde oturuyordum, motivasyonum bitti" dedim, "hani mesela futbolculara prim veriyorlar, hani forvetler gol atınca para alıyorlar sonra daha çok gol atıyorlar ya dedim, ben de 70 üzeri not aldığım her komite sınavı için prim istiyorum 500tl" dedim. "Tamam" dedi. Hayata yeniden tutundum. Sahi, tutunamayanları bilir misiniz?

18 Kasım 2009 Çarşamba

Black

Hey... oooh...
Sheets of empty canvas, untouched sheets of clay
Were laid spread out before me as her body once did.
All five horizons revolved around her soul
As the earth to the sun
Now the air I tasted and breathed has taken a turn

Ooh, and all I taught her was everything
Ooh, I know she gave me all that she wore
And now my bitter hands chafe beneath the clouds
Of what was everything.
Oh, the pictures have all been washed in black, tattooed everything...

I take a walk outside
I'm surrounded by some kids at play
I can feel their laughter, so why do I sear?
Oh, and twisted thoughts that spin round my head
I'm spinning, oh, I'm spinning
How quick the sun can drop away

And now my bitter hands cradle broken glass
Of what was everything?
All the pictures have all been washed in black, tattooed everything...

All the love gone bad turned my world to black
Tattooed all I see, all that I am, all I'll be... yeah...
Uh huh... uh huh... ooh...

I know someday you'll have a beautiful life,
I know you'll be a star in somebody else's sky, but why
Why, why can't it be, can't it be mine

Aah... uuh..

Too doo doo too, too doo doo...

Böyleyken böyle işte dostlar. Pearl Jam'e ve özellikle Eddie Vedder'e sonsuz saygılar. Böyle hüzünlü zamanlarda tüm gün boyu dinlenilebilecek şarkılar yapmaya devam etsinler, biz dinleriz nasılsa.

15 Kasım 2009 Pazar

Haftanın Müzik Listesi - 42



Mevsimler değişmiş biz haftanın müzik listesini yapmayı unutmuşuz. Süper bir liste ile karşınızdayım.

Listenin bayrak adamı olarak Ray Charles'ın "Hit the road jack!" şarkısını seçtim. Hepinizin çocukluktan beri bir yerlerde duyduğu bir şarkıdır bu muhtemelen. Hatta iddia ediyorum dünyanın en tatlı şarkılarından biri olabilir bu. Şu sıralar Fiat'ın reklam müziği olarak dönüyor ben de orada dinleyip şarkıyı araştırdım. Şarkıyı ben yıllardır "mono mono mono" diye anlıyordum dolayısıyla şarkıyı bulmam epey zaman aldı(no more diyormuş).

İkinci şarkı The Pierces'den "Secret". Gossip Girl izlediğimden bahsetmiştim sizlere. Onun soundtrack'lerinden biri bu. Bu şarkı dizide çalarken denk geldim bir gün, sonra izlemeye başladım zaten. O kadar iyi bir şarkı. Bir gün bu şarkıda dans etmek isterim.

Parliament sinema gecesinin geri dönüşünün anısına Aaron Neville Linda Rodstadt düeti olan "All My Life" da giriyor listeye. Bu şarkıyı ne zaman dinlesem banyodan yeni çıkmış bir halde ve okul çantamı hazırlıyor gibi hissederim kendimi.

Modern Talking "No Face No Name No Number". Açıklama yapmaya bile gerek yok. Her haliyle efsane.

Son şarkı listeyle acayip alakasız bir şarkı. Cem Adrian'a acaip bir hayranlığım vardır. Benim için en özel şarkısını aldım listeye. İyi eğlenceler. (Olm şarkıların linki var bak tıklayıp üstüne dinleyin)

14 Kasım 2009 Cumartesi

Paylaşmak İstedim - 11


Geçenlerde hayatımın en muhteşem ayarlarından birini aldım. Ayar almak hoş bir şey olmasa da bazıları saygıyı hakediyor gerçekten. Rispekt!

Ben, eski ev arkadaşım, başka bir arkadaşım bi de onun kız arkadaşı oturup öyle boş boş muhabbet etmekteydik. Ortamda kızların hoş olmayan triplerinden dolayı o kıza giydirmekteydim. "Bak var ya biz erkekler olarak böyle size çok söyleyemeyiz ama bebek taklidi yapan kızlardan hiç hazzetmeyiz. Yani mesela böyle diyelim çok aşığız, bu bebek taklidinden sonra bi hoşlanma seviyesine falan düşer bu" diye başladım. Ortamdan coşkuyu aldıkça ben coştum, kendimi kaybettim. Nasıl yardırıyorum ama kız klişelerinden. "Ben seni arkadaş olarak görüyorum"dan giriyorum, "bilmem, bir sebebi yok, sadece sıkıldım"dan çıkıyorum. Erkekler olarak gülüyoruz ortamdaki tek kız tebessüm ederek geçiştiriyo falan. En sonunda iyice kıvama gelince ben "zaten biz 7'siyle 70'iyle, büyüğle küçüğüyle bütün erkekler olarak toplanıp bir manifesto yayınlayacağız bu böyle gitmez" dedim. "Ne zaman toplanıcaksınız" dedi. "Bu gece dolunay çıktığında toplanıyoruz" dedim, "niye dolunay çıkınca adama mı dönüşüyorsunuz?" dedi.

Sessizce başımı öne eğdim. Diğer erkekler de eğdi. Derin bir susuşma oldu. Ayağa kalktım, kızın elini sıktım, tebrik ettim. Ve artık hayat eskisi gibi değildi.

10 Kasım 2009 Salı

Atatürk'ü Anmak


Bugün 10 Kasım sizin de bildiğiniz üzere. Atatürk'ün anılması, bayrakların yarıya çekilmesi, mecliste bugün kürt açılımının tartışılması falan karışık bir gündü. Ama ben sizlere farklı bir şey anlatacağım.

Bizim sınıfta iki tane kız var. Bunları iyi tanıyorum. Hayat üzerine hiçbir fikirleri olmayan, şu hayattaki en büyük dertleri eski sevgilileri olan kızlar. Belki yeni sevgili bulmak da en ciddi problemleri olabilir, emin değilim. Bana kalırsa oksijen ve doğal kaynak sarfiyatından başka bir şey de değiller. Neyse işte bugün ikisi birden üzerinde Atatürk resmi bulunan tişört giyip gelmiş. Atatürk'ü anmak için.

Beni gereksiz derecede kendini beğenmiş ya da çok bilmiş olarak nitelendirebilirsiniz bilmiyorum. Ama yine de söylemeden edemeyeceğim. Açıkcası Atatürk'ün bu şekilde anılmasını hazmedemiyorum. Senede sadece bir gün onun da Atatürk tişörtü giymek gibi bi şekilde yapılması bana absürt geliyor. Bu iki gereksiz insanın Atatürk'ü sahiplenmiş gibi yapmalarını da hazmedemiyorum. Yaptıkları etraflarındakine "bakın ben modern bir cumhuriyet kızıyım" demekten başka bir şeyse ben de bir şey bilmiyorum. Sorsan kıza Atatürkü anlat diye ortaokul sosyal bilgiler dersinden fazlasını da anlatamaz. 19 Mayıs der, Bandırma vapuru der kalır.

İkisinin yanına gittim. "Bu tişörtler ne ki?" dedim. Alaycı bir şekilde bakıp "Bugün 10 Kasıaam, Atatürk'ü anıyoruz" dediler. "İyi o zaman, bir gün Che Guevera tişörtü giyip devrim yapıcak olursanız haber verin, hep beraber giyer geliriz" dedim. Anlamadılar.

Atatürk'ü saygıyla anıyorum. Keşke arkasından gelen nesiller okuyan, öğrenen ve O'nun ne yapmaya çalıştığını anlayan nesiller olsalardı. Bir gün böyle nesillerin yetişmesi dileğiyle.

7 Kasım 2009 Cumartesi

Haftanın Filmine Kısa Bir Bakış-25


Bu haftanın filmi 2007 yapımı The Man From Earth.

Filmi izlemeden önce ne konusu,ne oyuncuları ne de yönetmeni hakkında hiçbir fikrim yoktu. Filmin ismini imdb de en iyi bilim kurgu filmleri arasında gezinirken buldum. 25.000 civarı kullanıcıdan 8.2 gibi epey yüksek bir oy oranı alması benim tek referans noktamdı. Filmi indirdim ve hiç bir araştırma yapmadan izledim ve bu yüzden benim için epey ilginç bir 87 dk oldu diyebilirim.

Film başlarda biraz garip gelebilir. Çünkü siz bir bilim kurgu filmi beklerken,o sizi tek bir odanın içine tıkıyor.Buı özelliği ile "12 Kızgın Herif" in aynısı diyebiliriz. Bütün bir film tek bir oda içerisinde karşılıklı akıl yürütmeler ve diyaloglarla geçiyor. Fakat bir süre sonra kendinizi diyaloglara öyle kaptırıyorsunuz ki,filmin o odayı çoktan terk ettiğini ve kurgudaki yerini aldığını görüyorsunuz.

Filmin konusundan hiç bahsetmeyeceğim. Eğer bilmiyorsanız bence hiç araştırma yapmadan izleyin. Filmin etkisi inanılmaz derecede artıyor.

Yalnız filmle ilgili bahsetmek istediğim bir şey daha var: Sonu. Naçizane tavsiyem lütfen sonunu izlemeyin. Son 10 dakika kala kapatın filmi.(Gerçi böyle yapınca herkes daha bir merakla izler de bkz. Ters Psikoloji) Ciddiyim.Filmin sonunu izledikten sonra "yönetmen bu kadar iyi akan bir filme böyle kötü ,bayağı ve komik bir son nasıl yapabilmiş?" diye şöyle bir düşündüm ve yönetmenini araştırdım.Ve sonunda bir mantığa oturttum.Filmin yönetmeni Richard Schenkman'ın bu filme kadar hiçbir önemli yapımı yokmuş derken bir de ne göreyim ; 1992 yapımı "Playboy: Playmates in Paradise " filminde Richard Schenkman'ın imzası var. O anda anladım Man from Earth'ün sonunun nereden geldiğini. Yönetmenin eski tecrübelerinden!...

Yine de iyi bir senaryo ve gerçekten ilginç bir film olan Man From Earth ilgilenenlere tavsiye olunur. (Sonu hariç)

Sedürt'le Diziden Diziye Koşuyoruz - 1


Ya çok canım sıkılıyordu ya da hiç param yoktu. Ben de deli gibi televizyon izlemeye başladım. Aslında itiraf etmek istediğim bir şey var, sadece yol yapıyorum canım sıkılıyordu falan diye. Ama artık bunlar konuşulsun: "son günlerde deli gibi Gossip Girl izliyorum".

Şimdi bu dizi cnbc-e'de bi de e2' de yayınlanıyor(uu evet dostlarım digiturkum var). İkisi farklı sezonları yayınlıyorlar anladığım kadarıyla. Çünkü çok alakasız şeyler oluyor izlediğim bölümlerde.

Biraz diziden bahsedeyim bilmeyenler için. Şimdi böyle acaip zengin ailelerin çocukları var. Bunlar lisede okuyorlar güya. Az önce açtım bizim lise fotoğraflarına baktım bir de televizyona baktım. Üzülüyor insan dostlarım, çok üzülüyor. Geçip giden günlere üzülüyor. Her neyse dedim ya acaip zengin bunlar o parti senin bu balo benim geziyorlar. 4-5 tane esas kız 4-5 tane de esas oğlan var. Şimdi dizinin farklı sezonlarını aynı anda izlediğim için olay örgüsüne tam hakim değilim ama şunu söyleyebilirim ki; çok seksler dönüyor dostlarım. Bu kızlar ve erkekler sevişiyorlar aralarında. Hep eş değiştiriyorlar. Her parti çıkışında yeni yeni seksler var mesela. Parti sırasında da oluyor bazen. Lise demiş miydim size?

Dizide güzel kızlardan birisi Yale üniversitesine gidiyormuş yeni sezonda, öyle bir istihbarat aldım. Olm nasıl bir sınav sistemi var orda? Bu kadar partinin, balonun, sevişmenin üstüne öyle hadi ben gidiyorum deyip Yale'de öğrenci olunabiliyor mu? Bir kere ders çalıştığını görmedim bu kızın ben kaç bölüm izledim. Şununla oynaşayım, öbürüne tokmaklattırayım diye geziyor onca bölüm. Amerika'daki sistemi bilen varsa beni aydınlatsın.

Bu esas kızlarla esas oğlanların anne babaları da farklı farklı zaman dizilerinde aralarında sevişiyorlar. Eş değiştirmeler orda da mevcut ama çocukları kadar çok değil. Libido daha düşük seviyelerde orda.

Evet ilk dizi incelememizin sonuna geldik. Dizi güzel. Güzel kızlar var, yakışıklı gibi oğlanlar var falan. Çok para var lan bi de. Kızlardan birinin evinde bir avize vardı mesela 2 sene para biriktirsem alamam muhtemelen. Avize lan sadece. Neyse dostlarım florasan lambanın icadından dolayı bir kez daha mutlu oluyor ve size bu diziyi coşkuyla tavsiye etmiyorum. Biraz tavsiye ediyorum ama az böyle.

6 Kasım 2009 Cuma

Bulut Değil Onlar Eppek... Tava Eppeği..


Şimdi şu Cern Deneyi'nden hepinizin haberi vardır sanırım. Çok yazılıp çizildi üstüne, evrenin oluşumu bulunacak dendi, karadelik çıkıcak ölücez dendi falan bişeyler. Sonra Hadron Çarpıştırıcısı bozuldu. Deney ertelendi. En son gelecekten gelip deneyi bozdular deniyordu falan acaip teoriler bir takım ilgimi çeken tartışmalar dönüyordu. Ta ki bugün denk geldiğim şu habere kadar.

HADRON ÇARPIŞTIRICISINA EKMEK KAÇTI!!! Olm napıyonuz lan siz orda? Milyar dolarlık yatırım yapmışsınız, evrenin tüm sırlarını çözücez diyosunuz bir takım şovlar falan bişeyler, yepisyeni makinayı içine ekmek kaçırıp da mı bozdunuz? Ey İsviçreli bilim adamları yakıştı mı şu hareketiniz? Yıllardır bilgisayar kullanırım klavyesine bi kere su dökmüşlüğüm yoktur siz koca makinanın içine ekmek mi düşürdünüz? Ekmek dediğin yere dökülür, ne bileyim koltuğa dökülür, budur bi ekmeğin girebileceği maksimum aksiyon. Tekrar ediyorum Hadron Çarpıştırıcısı lan bu! İsmi bile ne acayip, bilimkurgu filmlerindeki sikimsonik aletler gibi adeta. Utanmadan çıkıp söyleme bari, içine ekmek kaçırmışız ondan bozduk diye.

Bilim dünyasına ve de özellikle İsviçreli bilim adamlarına olan inancımı yitirdim. Yarın çocuklarım Cern Deneyini bana sorduklarında nasıl onlara "evlatlarım bizler bilim ve teknoloji çağının insanları olarak içine ekmek kaçırıp bozduk gıcır gıcır aleti" derim? Nasıl onların yüzüne bakabilirim bir daha?

2 Kasım 2009 Pazartesi

Çekyatlar Geri Döndü

Uzun süredir nadide yazarımız spicoli'den haber alamıyoruz bildiğiniz gibi. Şimdi bu spicoli modadan falan anlayan bi adamdır. Daha doğrusu şöyle söyleyeyim ben zerre anlamadığım için bu işlerden, spicoli böyle bloga falan iki üç satır modayla ilgili bişeyler karalayınca modadan anlıyor gibi geldi. Hee anlamıyosa da gelip bana kızmayın sonra, anlamıyor da olabilir.

Neyse dostlarım baktım ki blogda böyle bi eksiklik oluşmuş. Modadan ne bileyim bir takım böyle şeylerden bahsetmez olmuşuz. Hep böyle tespitler falan bişeyler var blogda, tarzımız oraya kaymış. Madem blogu eski günlerine döndürüyoruz hepimiz bir şeyler yapmalıyız o vakıt. İşte bu yazıyı bunun için yazıyorum dostlarım.

Bu resimde görmüş olduğunuz bir çekyat. Halk arasında fışkı sarısı diye tabir ettiğimiz renkten. Bunun kırmızısı bi de mavisi var bende. Aynından ama. Üzerinde siyah şeritler ve sonsuz işaretine benzeyen işlemesiyle dikkatleri çekiyor. "Öğrenci evlerinde bu sene bunlar modaymış lan" dedim. "Zaten hep modaydı" dediler. Fiyat 100tl(kdv dahil). Çok fonksiyonel bi kere, açıyosun yatak oluyo, kapatıyosun koltuk oluyo efenime söyliyim içine eşya koyabiliyorsun falan güzel. Spot mağzalarında ikinci el olarak 20-30 tl civarı(kdv dahil, fiş almazsan indirim var) bulunabiliyor dediler şimdi. İstihbarat o yönde.

Not: Moda bilgim şimdilik bu kadarına yetti. Spicoli'yi özlüyorum.

Dipnot: Bu yazı spicoli'nin bundan tam bir sene bir hafta önce yazdığı "Ekoseler Geri Döndü" adlı yazıya ithafen yazılmıştır.

1 Kasım 2009 Pazar

Vay Anam Vay

Görüntüdeki fiş Roman Abramovich'in New York'ta bir öğle yemeğinin faturasıymış. 47 bin küsür dolar. 70 milyar falan ediyo bizim tele hesabıyla. Vay anasını arkadaş. Adam demek ki o gün bu yemeği yemese gidip burger king'den 8.75'lik iki menü yese ve parayı da bana verse dünya yeni bi Abramovich kazanıcak. Şaka bi yana o parayla çok net bi şekilde 5 yıl yaşarım ben, gayet de lüks yani. Ama adamın bi öğle yemeği işte. Ulan, neyse.