Neyse filmimize gelelim. ''Gir Kanıma'' izlemeden önce iksv'nin sitesindeki basit tanıtımın dışında bilgi edinmediğim bir filmdi. İçinde bir vampir öyküsü barındıran film için gerilim-korku filmi demek mümkün değil. Daha ziyade bir aşk öyküsü. Zaten festivalin de ''Aşk Olsun'' bölümünde gösteriliyor. Herhalde sinemada en çok işlenen konuların başında gelir aşk. Böyle olunca da sıradan aşk öykülerinin artık bir değeri kalmadığı gibi, hala bu konuda yeni şeyler söyleyebilen az sayıdaki filmler ise baş tacı ediliyor. Yakın tarihten örnek vermek gerekirse Old Boy ve Jeux D'enfants gibi diyelim. Bu İsveç Yapımı, 2 küçük çocuğun hikayesini konu alan film de bahsettiğim bu orijinal işlerden biri olmayı başarmış kesinlikle. Çok sakin biçimde akan ama bir an bile sıkmayan, yer yer insana kahkaha attıran, birçok yan hikayesi olan ve ufak tüyolarla size hikayeyi tamamlama şansı veren izlemesi çok keyifli bir filmdi. O sakin hava o kadar sirayet etmiş ki filmin içine, filmin dışında izlense insanı ürpertebilecek vahşi sahnelerinde bile insan bir an olsun gerilmiyor. Suça eğilim, çocuk psikolojisi gibi alt metinleriyle de son derece doyurucu bir film. Soundtracke de değinmem şart, film bittikten sonra sırf dinlemek için bütün castı okutturdu. İzlememiş olan herkesin muhakkak izlemesini tavsiye ederim. Malesef festivaldeki gösterimleri bitti.
İlk filmin ardından oralarda biraz vakit öldürdükten sonra 16 seansında Emek'teki Milk'e girdim. Eylem yapan ''Türkeş'in Askerleri'' sağolsun 3 saatlik vakit öldürmenin üstüne neredeyse geç kalacaktım filme. Elimde olmasına rağmen uzun zamandır bu gösterime bilendiğim için izlemediğim bir filmdi Milk. Şunu açık açık söylemek şart: Oscarlar dağıtılırken burda attık tuttuk, yanlış yapmışız. Köküne kadar hak etmiş ödülü Sean Penn. Onun dışında Gus Van Sant yine mest etti. Son zamanlarda izlediğim en iyi yönetimlerden biri. Daha iyi yansıtılamazdı kesinlikle bu iş sinemaya. Tam bir usta işiydi, bir özür de ona. Gönlümün Best Director oscarı sahibini değiştirerek ona gidiyor, Best Picture da Milk'e. Tabi sadece adaylar arasından düşünürsek. Yoksa Revolutionary Road hala son gözdem. Milk 9 Mayıs'ta sinemalarda, kesinlikle kaçırmamak lazım.
Günün son filmine ise Beyoğlu Sineması'nda 19 seansında gittik. Lavaboları kullananlardan 1 lira kesen amcaya selam olsun. Kör Domuz Uçmak İstiyor. Bu film hakkında bahsedecek çok şeyim yok aslına bakarsanız. Hem 2 nefis film görmüş bünyem hem de saatler boyu kıpırdamadan beni üstünde taşıyan kıymetlim iyiden iyiye zorlanmaya başlamıştı zaten. Üstelik film hem atlamalı senaryoya sahipti hem de paralel hikayeler vardı içinde. Kimlik bunalımı, azınlık olma hissi, fedakarlık gibi temalar üzerine kurulu bir film. Bir de Uzak Doğulu arkadaşlarımızın sosyokültürel değer ve olgularına uzak olduğumdan ötürü hala çözmekte zorlandığım yerler var açıkçası. Yine de Endonezya'daki toplumsal yapıya göz atmak adına bile izlenebilecek bir film; ama baştan uyarayım ağır akıyor. Son birşey eklemezsem içimde kalır. Hala bu ülkede koca koca adamların son derece travmatik cinsellik içeren istismar örneği bir sahneyi gülerek karşıladığını gördüm. Nedir bu cinsellik-utanç, utanç-gülme ikililerini harmanlayıp cinselliği gülmeyle karşılama lan. Matematik mi bu. Filmi milmi bırakıp çenesine yumruğu vuracaktım.
Festival devam ediyor, vakit bulabilirsek yeni Festival Notları'nda buluşmak üzere. Herkese iyi seyirler.
2 yorum:
çenesine yumruğu hak eden çok kişi vardı da film benim için stevie wonder bağlantısını kurduktan sonra bitmiştir.. harıl harıl detaylı inceleme ararken "stevie kör" dedin, her şey bitti..
dünden de aklımda kalan yine, yeni, yeniden beyti..
Beyti güzeldi. Bir kanaat kullanıcam sana Cem.
Yorum Gönder