Vizeleri bitirince festivalin son 2 gününde birkaç filmin ucundan tuttuk. Cumartesi akşam 19:00 seansında Beyoğlu Sineması'nda Shirin'i izledim önce. Yönetmen Kiyarüstemi bir sinema salonu dolusu kadının yüzlerini gösteriyor sadece film boyunca. Bu kadınlar da çok eski bir aşk destanı olan ''Hüsrev ile Şirin''in bir uyarlamasını izlemekteler bu esnada. Biz esas izleyiciler de arka planda oynayan ve görmediğimiz uyarlamanın sesleriyle destanın hikayesine odaklanıyor ve bir yandan da izleyici kadınların yüz ifadelerini, filme verdikleri tepkileri takip ediyoruz. Deneysel kelimesinin hakkını fazlasıyla veriyor film. 90 dakika boyunca ekranda sadece kadın yüzleri göstererek izleyiciyi filmin içinde tutmak bile başlı başına bir başarı. Üstelik film bunun üstüne çıkıyor ve arkadaki destanın hikayesiyle gerçek bir dramaya dönüşüyor. Yönetmenin asıl başarısı ve özelliği de burda ortaya çıkıyor zaten. Yönetmenliğin yanı sıra fotoğraf ve şiire de ilgisi olan, hatta bu alanlarda galerileri de olan yönetmen hem müthiş bir şiirsellik sunuyor filmde hem de adeta destanın gidişatındaki hisleri mimiklerine taşımış olan 112 farklı kadın fotoğrafı sunuyor izleyiciye. Biri de Juliette Binoche. Çok farklı ve güzel bir çalışmaydı bana kalırsa, tabi bunu bir de film çıkışı gişeye dert yanan yaşlı teyze ve 15 dakika sonra salonu terkeden genç çifte sormak lazım.
Shirin'in ardından 21:30'da Atlas'taki Sunshine Cleaning'teydim. Little Miss Sunshine'ın yapımcılarının filmi olduğunu duyunca insan ister istemez bu herifler gün ışığıyla kafayı bozmuş diye düşünüyor. O filmdeki daha birçok şeyi de bu filmde bulmak mümkün. Tüm o eğlence ve Alan Arkin bunlardan birkaçı. Yer yer sağlam kahkahalar attıran tüm komikliğiyle hüzünlü ve etkileyici sahnelerini çok güzel harmanlamış film. Senaryosu çok güzel yazılmış, ince işçilik. Yapımcılarının açıklamasına göre Rose ve Norah'ın öyküsünü yazarken gerçekten var olan bir çiftin öyküsünden esinlenmişler. Yalnız başına bir çocuk büyütmenin zorluğuyla birlikte kardeşi ve babasına da göz kulak olmaya çalışan genç bir kadının, Rose'un mücadelesini anlatıyor film. Daha kadın odaklı bir film oluşu itibariyle yönetmeninin de bir kadın, Christine Jeffs olması da ayrıca yerinde olmuş. Unutmadan oyunculuklar da başarılı. Amy Adams son dönemde adından sık söz ettirir oldu zaten ve bu filmde de çıtayı düşürmemiş. Emily Blunt'ı ilk kez izledim, o da fena değil. Alan Arkin de filmin hakkını vermiş her zamanki gibi. Küçük çocuk seçimi de yine isabetli, Little Miss Sunshine ile bir benzer yönü daha filmin. Ayrıca film aktıkça öyküye dahil edilen birçok küçük süprizle hem şaşırıyor hem hüzünleniyor insan. Çok uzatıp izleyecek olanların tadını kaçırmak istemem. Çünkü muhakkak izlemek gerek bu filmi. Festivalde en beğendiğim 3 filmden biriydi diyeyim son olarak.
Festivalin kapanış günü olan pazar günününden de muhtemelen yarın bahseder ve festivalden notlara da noktayı koyarım.
1 yorum:
Zaten hani tüm bu bulunabilirliği ve festival tadında deneysel bir şeyler vaad etmemesi açısından acabalarım vardı filmle ilgili, ekip başka bir filme mi yönelsem şeklinde. Ama her şeye rağmen değdi, iyi ki ıskalamamışım. Dediğin gibi edinip izlemek lazım.
Yorum Gönder