29 Ekim 2009 Perşembe

Gitsem Gidemem,Kalsam Kalamam,Sevsem Sevemem...


Geçen gün oda arkadaşımla kahvaltı ederken, tv de "kral nostalji klipler" konseptli bir programa denk geldik. Şimdi doğal olarak "Kral Tv Nostalji" den ;"Classic 60s" ya da "Sweet 80s" tarzı bir program bekleyemezsiniz. İster istemez 90'ların iğrenç şarkılarına ve şarkılarla müsemma iğrenç kliplerine maruz kalırsınız. Nitekim o anda da bu önermemi destekler nitelikte TV de "Çelik ve İğrenç Kazağı" beliriverdi. Mecbur dinledik...

Şimdi sıkı durun!!! Şok Şok Şok! ksp'tan müthiş itiraf; Az Sonra... (Bir alt satır lütfen)

Aslında mecbur dinlemedik lan! Resmen oturup dinledik.Eşlik ettik nakarata "Ateşteyim ateşteyim" diye. Çelik darbukayı çaldıkça kendimizden geçtik.Bir ara Çelik'in yanında duran kızların yaptığı o iğrenç dans figürlerini yapmaya çalıştık.Hatta en sonunda ,ben tam elimle masaya vurarak Çelik'in darbuka solosunu atıyorken oda arkadaşım dayanamadı ve : "Bende bu kazağın aynısı vardı lan!" demez mi.

bobiler.org


Oha diyenleri görüyorum ! (-Sana değil Anıl )


Yok lan şaka şaka. O kadar da coşmadık tabi. Ama oturup izledik yani. "90 lar ne acayipti lan!" geyiğini çevirdik. Yüzümüze, o dönemleri yaşadığımızı ve oradan sağ salim çıktığımızı gösteren hafif yavşak bir gülümseme yayıldı. O anda bir şey farkettim ki 90 larla olan ilişkimiz ; genç bir kızın ayyaş ve kızıyla ilgilenmeyen babasıyla olan ilişkisine çok benziyordu. 90 ları hem seviyorduk , hem de ondan ölesiye nefret ediyorduk.

Zaten "hem sevilip hem nefret edilen şeyler" diye liste yapılsa 90'lar tüm bir dönem olarak ilk sıralarda girer heralde.


Tam bir geçiş dönemiydi 90 lar. Lafı fazla uzatıp koca bir dönemin analizini yapmayı düşünmüyorum tabi ki. (Sanki "yap ulan" deseler yapabilicem de... Neyse)(bkz. Körfez Savaşı ve Oluşturduğu Konjünktör'ün 90'lar Türkçe Pop'una Etkileri,k.sp by Mcgraw Hill,Ankara,2009)

Benim diyeceğim şu: 90 lar bizi bir çok yerden etkiledi fakat bizi en çok s.kerttiği alan "müzik"ti heralde. Resmen çocuk yaşımızın getirdiği masumiyetle, sevgiyle, ilgiyle olgunlaşacak olan müzik kültürümüze bir balyoz misali indi 90 lar. O kadar kötü şeylere aşina oldu ki bu kulaklar şimdi kimi duysam aklımda kalıyor. Kimi dinlesem " 90 lar daha kötüydü abi, bu gene iyi " diyorum. İşte o dönemi gerçek anlamda yaşayan (yani basbayağı Tv karşısında Kral tv ve Klip97 izleyerek yaşayan) kişilerin o balyozun altından kalkmaları çok zor oluyor.


Buradan "Ne balyozu yaa;ben bitirdim hacı o işleri ,yara izi bile kalmadı, Bak!" diyenlere sesleniyorum. Hepinizin içinde bir "Çelik" şarkısı mutlaka yatıyor. Kendinizi kandırmayın. Açın bir "Ateşteyim" ,gelin nakarat kısmına, Çelik : "Ateşteyim, ateşte ateşte." desin ve durdurun. yüzde 99.5 unuz o nakaratı mutlaka tamamlayacaktır. Bana güvenin. (Aynı deney 'Hercai' de de denenebilir). Saygılar...


(Dip Not: Classic 60s ve Sweet 80s isimli programlar tamamen hayal ürünüdür)

Kendi Çapında Yabancı - 1


Albert Camus hakikaten şahane yabancılaşmış topluma. Ona saygım sonsuz. Onun kadar yani böyle oturup kitap falan yazacak kadar olmasa da muntazaman ben de yabancılaşıyorum hayata. İşte bloga bi yazı yazabilecek kadar falan anca. Bu yazı dizisinde böyle küçük küçük, sevimli gibi böyle yabancılaşacağız hep beraber.

Şimdi ben amatör olarak müzikle ilgilenirim. Bas gitar çalarım elim döndüğünce. Neyse dostlarım bu sene müzik grubu falan işine girdim bişeyler. Okulun eğlence ve tanışma amaçlı yemeğinde çaldık. Çaldığımız şarkılardan birisi ise Akdeniz Akşamları'ydı. Ve dostlarım 21. yüzyılda, bilim ve teknoloji çağında insanlar hala Akdeniz Akşamlarıyla çılgınlar gibi coşabiliyor. Kendini kaybeden kalabalığı görünce hayatın aslında ne kadar anlamsız olduğunu anladım. Gökyüzüne baktım, işaret parmağımı yukarıya doğrulttum ve "bu şarkıyı senin için çalıyorum Camus" dedim. "Sen ve senin gibi yabancılaşmış tüm insanlar için."

27 Ekim 2009 Salı

Haftanın Filmine Kısa Bir Bakış-24


Madem geri döndük bu geri dönüş havada kalmasın diye tozlar içinde kalmış bazı serileri yeniden başlatmayı planlıyorum. Bunlardan biri de "haftanın filmi" serisi.

Bu haftanın filmi Gandhi. 1982 yapımı film, Hindistan'ın bağımsızlığını kazanmasında çok büyük rol oynayan Mahatma Gandhi 'nin biyografisinden oluşuyor. Gandhi nin hayatını daha önce bilmeyenler için gerçekten didaktik bir film diyebiliriz. Biyografi den haberdar olanlar da Ben Kingsley 'in muhteşem oyunculuğu sayesinde Gandhi' yi somutlaşmış ,ete kemiğe bürünmüş olarak bulacaklar. Film 188 dk. gibi uzun denebilecek bir süreye sahip olsa da akıcı yapısı sayesinde filmi hiç sıkılmadan tamamlıyorsunuz.

Açıkçası filmin etkisi bende eğey yoğun oldu. Daha önceden biyografisini okumuştum Gandhi'nin ama kendisini canlı kanlı karşımda görünce! kendimi filme iyice kaptırdım ve bir ara kendimi Gandhi'nin yanında onun öğretilerini dinleyen bir öğrenci gibi hissettim.

En iyi film ve yönetmen de dahil tam 8 oscar kazanan film, dönemin kült filmi E.T yi ve ünlü yönetmeni Steven Spielberg'i de ikinci plana atmasını bilmiştir. Usta oyuncu Ben Kingsley de ilk ve tek heykelciğini bu filmle elde etmiştir(E bi zahmet.)

Gandhi size 3 saatlik akıcı,felsefik ve büyülü bir Hindistan yolculuğu vaat ediyor. Tarafımdan şiddetle tavsiye olunur.

Bu Blog Ölmedi Yüreğimde Yaşıyor...



Evet.Bitiyordu.Artık ölüm döşeğindeki bir hastayı bekler gibi blogun kapanmasını bekliyorduk.

Fakat tüm umutların tükendiği anda o ortaya çıktı. En parlak,en ulu ve en kıymetli yıldızımız bütün ışıklar söndüğü anda parlıyor.Hayır, Earendil* den bahsetmiyorum. Basbayağı sedürt bu parlayan. Tanıdığımız, bildiğimiz sedürt.

O kadar soğumuştum ki blog'tan. Yazı değil yazıcık dahi yazacak mecalim ve isteğim kalmamıştı. Arada girip çıktıkça sağ tarafta : Ekim(1) i görüyor, için için kan ağlıyordum. Ara ara bir gaz gelse ve yeni bir yazıya başlasam hemen aklıma spicoli geliyordu. Ve ona bütün benliğimle haykırmaya başlıyordum : " Yazarsan Ekim'e , yazmazsan... kadar "

Bu sözün ardından bütün dikkatim dağılıyor, bir tek harf dahi basmıyordu parmaklarım. Fakat onu gördüm. Evet o yazı, sedürt'ün yazısı... Yeni bir umut olmuştu benim için. Hala yazabilirdik.Hala bir şeyler üretebilirdik. Tükenmemiştik."Modern gibi kadınla çıkan ve 3 ay sonra tükenip Pink Floyd'un yeni kasetini almaktan bahseden ve bu şekilde ilişkisini bitiren erkek figürü**" değildik biz. Evet, daha yapacak işlerimiz vardı.

Teşekkürler sedürt. Tekrar sahalara dönmek güzel.

"* ve ** " ı hakkaten çok merak ettiyseniz bana mail atın.Evet kimsenin atmayacağını biliyorum hehe.

Bir Sınav İçin Ağıt


Ben her sınav döneminden sonra bir takım kararlar alırım. Yanlış anlaşılmasın dostlarım "bundan sonra günü gününe çalışıcam oğlum" tadında kararlar değil. Yani yalan söylemiyim hadi bir keresinde "oğlum bu sefer çalışmaya bir gün daha erken başlıycam" kararı almışlığım var ama sayılmaz o da. Onun dışında aldığım kararlar daha çok eğlence sektörüne yönelik kararlardı. "Olm acaip gezicem bu sefer", "olm bundan sonra piç olucam, o zaman değerin biliniyor" falan filan gibi bir takım klişe gibi kararlardı gene de aldıklarım. Hee sorarsanız yaptın mı diye başımı usulca öne eğerim. Hem ne demiş İsmail Türüt: Plan yapmayın plan.

Bu sınav döneminde ise sürecin içerisindeyken bir karar aldım. Sınav salonunda hocanın gelmesini bekliyorduk ve bir anda o fikir geldi aklıma: "Bundan sonra sınav çıkışında "sınava girdin mi" diye soran adama "sınav bana girdi ohahahaha" şeklinde cevap veren adamı ağzından burnundan kan gelesiye kadar dövmek"

Önce bu fikrimi kamuoyuyla paylaşmak için sınavın bitmesini mi beklesem diye düşündüm. Ama engel olması oldukça güçtü. 2 saat boyunca nasıl dayansındı bu deli gönül bu fikri söylemeden. Hoca gelmeden ayağa kalktım ve: "millet bundan sonra "sınav bana girdi" esprisini yapanın ağzını burnunu kırma kararını aldım benimle misiniz?" dedim coşkulu bir alkış koptu, aralardan yuhalayanlar falan oldu kafalarını saklayıp, iki üç tane mal gibi çocuk da tırnaklarını kemirmeye başladı.

Sınav bitiminde o tırnaklarını kemiren çocuklar "abi bi konuşabilir miyiz" diyerek beni sessiz bir yere götürdüler. Çocuklarla da kaç senedir aynı sınıftaymışım, ilk kez o zaman farkettim onların varlığını. CIA midir MİT midir nedir kaç senedir dikkat çekmeden durmuşlar yanımızda. Neyse işte: "Abi sırf sınavlara bu espriyi yapabilmek için çalışmadan giriyoruz, bildiğimiz bir bu espri vardı onu da sen aldın elimizden, gel vazgeç sen şu işten, bitirme bizi" dediler. "Tamam" dedim, "ben görmeden sessizce aranızda yapabilirsiniz, ama ben duymayayım" dedim. "Saygılar abi" dediler ve tekrar kalabalığa karışıp kayboldular.