31 Mart 2009 Salı

Dünya Gerçekten Küçük


Kanıtlandığını öğrenince çok mutlu olduğum bir teoriden bahsederek sizi de mutlu etmek istedim. Gerçi teorinin salt varlığını bilmek bile beni yeterince sevindirirdi ama varlığını ve kanıtlandığını öğrenmem bir olmuştu. 

Küçükken, bütün insanlar birbirinin bir şekilde busunun şusunun bişeyi tarzında zincirleme bağlanabilir mi acaba diye düşünürdüm. Bunu başkalarıyla paylaştığımda karşılaşıp durduğum anlamsız yüz ifadeleri kendimi bu konuda yapayalnız hissetmeme neden olmuştu. Oysa bilim adamları 1960`tan beri böyle bir teori üzerinde çalışıyormuş. Önceleri mektuplaşma yoluyla yaklaşık 300 kişiyle yapılan çalışma, teknolojinin sunduğu büyük nimetler sayesinde evrensel bir boyuta taşınmış. Microsoft araştırmacılarından 2 kişi, 2 yıl boyunca 180 milyon kişinin 30 milyar yazışmasını inceleyerek teoriyi kanıtlamayı başarmışlar. Messengerda yazışan her 2 kişi tanıdık kabul edilerek, herhangi iki kişinin ortalama 6.6 kişi aracılığıyla temasa geçebileceği görülmüş. En fazla 29 kişiyle tamamlanan tanıdıklar zinciri teorinin kanıtlanmasına engel olamamış. Bundan sonra çok büyük tesadüfler sandığımız "bir arkadaşımızın alakasız bir arkadaşımızın da arkadaşı çıkması" olayına bilimsel olarak şaşırmamamız gerekiyor; eee ne de olsa dünya küçük..

by Cok Sevgili Frambuas

30 Mart 2009 Pazartesi

Seçim Notları

Bir seçimi daha geride bıraktık. Ksp zaten derinlemesine şahane seçim analizleri yapmış. Üstüne söylenecek bir şey yok. Ama bir iki kelam etmek gerekirse AKP hala çok yüksek bir yüzdeyle birinci parti. Her kesimden oy alabilmeleri onlar için oldukça önemli bir artı. CHP, MHP ve SP'de ufak hareketlenmeler var, coşkuyla sevindiler bu sonuçlara. Özellikle CHP baya bi mutlu. Bana sorarsanız “bir tarafta karnesinde ilk defa 4 görüp üzülen öğrenci diğer tarafta da sınıfı geçip geçemeyeceği belli olmayan öğrencinin geçer not aldığını görüp halaya kalkması” gibi bir sahne canlandı benim gözümde. Zeki ama çalışmıyor şeklinde velisine şikayet edilebilir.

Baya renkli bir seçim süreciydi gözlemlediğim kadarıyla. Melih Gökçek'in yumıcık gibi sırıtması, değişik sloganlar, yeni yüzler, yeni şarkılar, Melih Gökçek'in hala yumıcık gibi sırıtması, patlatılan balonlar, Zekeriya Beyaz'ın aday olması, CHP'nin Mustafa Sarıgül'ün karşısına Muharrem Sarıgül diye aday çıkarıp kolpaya yatması, fotoşoplu mitingler, Melih Gökçek'in ısrarla yumıcık gibi sırıtması falan iyidi baya.

Tüm kanallar seçim sonuçlarının yayını sırasında Karayalçın'ı 7-8 puan geride gösterirken Fox Tv'nin Karayalçın'ı yüzde 40 civarlarında, Gökçek'i yüzde 18 civarlarında anons etmesi, çok talihsiz olacak ki CHP merkezinde seçimin bu kanaldan takip edilmesi, Habertürk CHP genel merkezine canlı bağlandığında 8 puan geride olan CHP'lilerin neden çılgınlar gibi halaya kalktığına stüdyoda olan yorumcuların bir türlü anlam verememesi seçim gecesinin dondurmanın içinden çıkan çikolata parçasıydı.

K.Maraş'ın Ekinözü ilçesinin ANAP adayı Osman Özen'e ise sandıktan 0(yazıyla: sıfır) oy çıkması şüphesizki en üzücü olayı. Hiç olmazsa kendine basaymış iyimiş. Birazcık özgüven problemi sezdim ben.

Sandıklar açıldıktan sonra biri AKP'ye biri CHP'ye diğeri MHP'ye oy atılmış üç zarftan da prezervatif çıkması ise seçimlerin en toplumsal mesajıydı. Nasolsa seks dönecek, bari güvenli olsun.

Beni yine de şu seçim süreci boyunca en çok şenlendiren ise Besim Tibuk gittikten sonra eski havası kalmamış gibi olsa da yine de Liberal Demokrat Parti oldu. Beşiktaş'ta düzenledikleri mitinge katılım yaklaşık 50-60 kişi civarı olunca LDP lideri şu sözlerle başladı konuşmaya: “evet sevgili halkım, şurada cenazemiz kalksa daha çok insan toplanırdı”

Seçimlerden sonra durumu en iyi özetleyen cümle ise bizim sokakta mahallenin teyzeleriyle çekirdek çitleyen bir başka teyzeden geldi: “şu Deniz Baykal gitsin yemin edeyyon CHP'ye bascem oyumu”

Seçim 2009 # 3

Bir önceki yazıda bahsettiğim gibi gerçekten de AKP nin rüzgarı terse dönmeye başladı.Yüzde 39 oy oranıyla kapattılar seçimi. 57 il kazanmışlardı 2004 te 45 e düştü. Fakat büyük şehirlerin hepsinde beklediğimiz oldu bir sürpriz yaşanmadı.


İstanbul dan ilk gelen bilgiler aslında epey heyecan vericiydi.Fakat Topbaş beklediğim gibi yüzde 44 le kapattı seçimi.Fakat geçen seçim İstanbul ‘dan %28-29 gibi bir oy alan CHP ,Kılıçdaroğlu ile %37 ye yükseltti. Ki bu da yaklaşık 550-600 bin oya tekabül eder ki çok büyük bir farktır. Ankara ise yine(maalesef) Gökçek’e kaldı. Mansur Yavaş gerçekten büyük etki yaptı ama CHP nin oyunu da çalmadı değil.Yüzde 19 gibi epey yüksek bir oy kaybetmesine karşılık Yüzde 38 ile 7 puan fark attı Gökçek en kötü döneminde. Demek ki adam ancak ölürse başka biri gelebilecek Ankara’ya. 4. dönemi Gökçek’in. Diğer büyük şehirlerde Adana’da Aytaç Durak zor oldu ama aldı.Bursa’da ilk sonuçlarda Sena Kaleli önde gözüküyordu.O an bir “acaba” dedim ama yine AKP Recep Altepe ile kazandı seçimi.İzmir’de CHP particiliğinin en yoğun olduğu yer olarak rekor oy oranıyla geldi Aziz Kocaoğlu. Diyarbakır ‘da ise beklenen dahi olmadı. Yüzde 65 ile geldi Osman Baydemir.Gerçekten büyük farkı oluştu.


Hemen hemen bütün yorumcular Doğu’da kimlik siyasetinin işlediği konusunda birleşti.DTP 5 il kazanmıştı geçen seçimde, 8’e yükselttiler. Bu bölgelerde sanayi ve eğitim anlamında büyük reformlar yapılmazsa kimlik siyaseti devam edecek hatta makas iyice açılacak gibi duruyor.Yanlış anlaşılmasın, ben bu ülkenin bütünlüğüne inanan her insanın yönetme ve seçme hakkına inanıyorum. Ama bana kalırsa ırk sınıflandırması Dünya’nın en aptal sınıflandırma biçimidir.Ve eğer sen, sırf aynı ırktan olduğunu düşündüğün için birine oy veriyorsan bu da en aptal tercih biçimlerinden biridir. Bu sadece o bölge için değil tüm Türkiye için geçerli bir yorumdur.

Yani 2009 seçimlerinden AKP , biraz Saadet Partisinin silkelenmesi, biraz ekonomik kriz , biraz da genel memnuniyetsizlikte ötürü yüzde 7 oy kaybıyla çıktı.Fakat bazılarının dediği gibi meşruluğunu kaybetmiş durumda falan da değildir.Yüzde 39 oy Türkiye’de (CHP nin ilk dönemleri hariç) hiçbir sol partiye nasip olmamıştır.

Ayrı bir konu olarak, henüz daha seçim sonuçları belli olmadan CHP nin çıkıp “ şike var “ gibi açıklamalar yapması açıkçası üzdü beni.Özellikle Karayalçın’ın açıklamaları yenilginin ağırlığı ile ağlamak gibi geldi bana.Ya da sistemi tam olarak bilmiyorlar. Yerel seçim de 5-6 oy birden atıyorsun ve bunların sayımı tabi ki de tek sayıma göre daha geç olacak.Sistemin kilitlenmesi falan tabi ki yanlış şeyler, olmasa çok daha iyi.Fakat böyle hatalar olabiliyor. Hemen çıkıp “Oylarımızı yediler” demenin alemi var mı? Babam bu seçimlerde sandık başkanıydı ,o yüzden sistemi daha yakından gördüm.Şike yapılma ihtimali gerçekten zor bir ihtimal.Çünkü her sandık sayılırken partilerin müşahitleri hazır bulunuyor ve sonuçlar tutanaklara işleniyor.Tutanaklar bütün sandık üyelerine veriliyor.Yani her sandıktan ne çıkacağı belli.Bu konuda Emre Kongar ,YSK nın kendi internet sitesinde her sandığın numarası altında bu tutanaklarda yazan oy sayılarının yayınlanmasını ,şüphesi olanların ellerindeki tutanaklarla kıyaslayıp , üşenmeyenin de oyları toplayıp ona göre itiraz etmesi, gerektiğini söyledi ki kafalarda soru işareti kalmaması adına Kongar’ın bu konudaki çözümü gerçekten mantıklı ve uygulanabilir.

Bence 2009 seçimleri AKP ye uyarı olmasının yanında CHP ‘ye de bir bölgede seçim çalışması yaparsan(bkz. İstanbul varoşları) gerçekten oy alabilirsin mesajını verdi.Aynı zamanda Diyarbakır’dan yüzde 0.4 ,Erzurum’dan 1.2 gibi bir oylar alan CHP ‘nin hala Türkiye’nin sadece belirli bölgelerine hitap ettiğinin göstergesi oldu. MHP nin oyunu artırması, Saadet’in biraz da olsa canlanması seçimin diğer noktaları. Bir de 7 kişinin ölmesi gerçekten de en üzücü olayı herhalde bu seçimlerin. Son bir nokta , Sivas'ta belki 10-15 oy alacak BBP adayının Yazıcıoğlu'nun vefatından sonra yüze 50 ile seçimi kazanması, insanların aslında hiç bir şeye bakamdan sadece duygularıyla karar verdiğinin bir göstergesidir.Tüm Türkiye’ye hayırlı olması dileğiyle .(Ulan şu Melih bi gideydi ya…)

29 Mart 2009 Pazar

Eğitim Şart # 2

Eğitimde yönlendirme ile ilgili bir yazı yazacaktım tee bir zamanlar.Fakat bir türlü üşengeçlikten yazamadım. Konu Türkiye deki eğitim üzerineydi.Fakat en büyük yanlış yönlendirmede.Kendimden örnek vereyim.Annem babam öğretmendir.Yani eğitimle sektörle en yakından ilgilenen insanlar.Kendileri ben daha ilkokuldayken beni Galatasaray Lisesi’nde okutmaktan bahsediyorlardı.LGS ye (şimdi OKS oldu) girdik.Fena da puan gelmedi hani.Galatasaray’ı deneyebilecek, olmasa bile İstanbul Erkek ya da bu tarz okullara yakın bir okul olabilecek bir durumdaydım.Fakat nedense beni illa ki Fen Lisesi’ne yönlendirdiler.Benim çocuk aklım da hiç sorgulamadı bu kararı.Cahillik işte.

Fen lisesi iyidir hoştur da epey boş olduğunu üniversiteye girince çok daha iyi anlıyoruz. Dökümhaneden kalıp kalıp çıkıyoruz açıkçası.Kimimiz daha sağlam oluyor, kimimizse çıkar çıkmaz yığılıyor yere.Fen lisesi genel manada Endüstri Meslek Lisesi’nin bir üst modeli gibi çalışıyor Türkiye’de.Meslek lisesinden teknik eleman yetişiyorsa buradan da o elemanların şefi konumunda mühendis (ya da doktor) yetişiyor.Yanlış anlaşılmasın ne teknik elemana ne mühendise ne de doktora lafım var.Fakat bunlar sadece bu iş için hazırlanmış insanlar olarak yetişiyorlar. Okan Bayülgen’in sade vatandaş programını izlerken bir kez daha gördüm farkı.Konuk Tuna Kiremitçi ve Ayça Şen’di.Okan Bayülgen programın başında Ayça Şen’e “Senle pek anlaşamıyoruz diye takıldı.ve ekledi “Tuna’yla tabi çok iyiyiz o benim Galatasaray’dan kardeşim” diye.İşte okul farkı bu diyebiliriz.Orada okusak bir Tuna Kiremitçi olurduk diye bir iddiam yok.Rezil de olabilirdik.Fakat sonuçta yerden bitmiyoruz bizi biz yapan düşün gücümüzün yanı sıra çevremiz ve ailemiz. Öyle bir çevrenin de seni çok daha çeşitli ve farklı bir insan yapacağı kesin.

Üniversiteye geldiğimizde de gördük ki her Fen Lisesi hemen hemen aynı.Muhabbetleri bile aynı.Ramço’yu çıkarıp Ahmet ismini koyuyorsun aynı adam.Ne doğru dürüst sil biliyorsun , ne de dünyaya geniş bir yerden bakmışsın. Aynı dar muhabbetleri aynı dar koridorlarda aynı sığ insanlarla yapmış ve bu darlığın ve sığlığın farkında bile olamamışsın. Çünkü seni uyaran bir etmen yok.Çevremdeki bir çok insan da bu durumdan epey şikayetçi. Yine de Fen Lisesi'nden insana benzeyerek çıkabiliyorsun.Düz ve Meslek Liselerinin hali inanılmaz boyutlara geldi. İşin öğretim boyutunu çoktan geçtim.(Mezun olup 3 le 5 i çarpamayanları falan...)İnsanlıktan uzaklaşmalar başladı. Tamamen asalak, yolda görseniz yönünüzü değiştireceğiniz bir sürü tip yetiştiriyor bu okullar.

Gelelim üniversite olayına.ÖSS sistemine hiç girmeyelim zaten sayın Özcan(YÖK Başkanı) yeterince kurcalıyor.Fakat çocukluğundan beri mühendis olmak isteyen ,sağda solda bu yönde demeçler veren ben 2.Sınıf Elektrik- Elektronik mühendisliği öğrencisi olarak hala tam ne iş yapacağımı bilmiyorum desem, çok mu ayıp olur.Ha bu benim öküzlüğüm de olabilir.Ama ben bile bilmezken lisedeki çocuğun bilme ihtimali sıfıra açıkça sağdan yaklaşıyor.Bizim okula iki üç mühendis de gelmişti hani.Bir şeyler anlatmaya ,yardımcı olmaya çalıştılar.Fakat kimisi endüstri mühendisliğine bok attı(ki gayet süpersonik meslek imiş) kimisi geldi doktoru pisledi, kimi kendinden nefret etmiş iş kötü dedi geçti.Yönlendirme denilen buysa “Teşekkürler, ben bir şey almıyim, Zaten kalkıcam birazdan”

Çoğu sıkıntı da aslında gelecek kaygısından kaynaklanıyor.Beni mühendis olmaya iten temel etmen, aslında ailemin ve çevremdekilerin (öğretmenlerim vs.) gelecekteki beni rahat ve güvenli bir pozisyonda görmek istemelerinden mütevellit beni o tarafa yönlendirmesi olmuştur , desem çok uzun ve zorlama bir cümle olacak. O yüzden şöyle özetleyeyim .Gelecek kaygısı ne kadar azsa doğru yönlendirme o kadar fazladır. Peki o kadar şikayet ettik durduk ama ne yapmalı diye birisi sorunca da genellikle sap gibi kalıyoruz. Eğer çok üstümüze gelirlerse de “bana ne lan , yetkili kimse o düşünsün, şikayetçiysek de alemin tavşanı değiliz” e getiriyoruz.Açıkçası ben de düşünüyorum düşünüyorum fakat aklıma çok somut projeler gelmiyor.Yine de aklıma gelen üç beş şeyi bir daha ki yazıda paylaşayım.

Paylaşmak İstedim - 6


"Paylasmak Istedim" serisine en son ksp`nin biraktigi yerden devam ediyoruz, futboldan. Malumunuz bu aksam Ispanya-Türkiye milli maci vardi. 2 de kiz arkadas geldi, evde izliyoruz maci. En basindan bir kere benim uzak oldugum bir kültür cerez, cay, patlamis misir bilmem ne esliginde izlemek maci. Oysa o daha hicbir seymis. Fakat dostlarim hata bende, daha mac baslamadan iskambil kartlariyla ofsayti anlatmak durumunda kaldigimda arkadan gelenin ne oldugunu anlamaliydim. Mac basladi, topcular vuruyor, kosuyorlar falan. 15 dakika gecti, ben hala macin havasina giremedim. E giremezsin tabi, yandan durmadan: " kaleci de iyiymis", "benim favorim 14 numara", "14 atsin, canimi yesin" sözleri esliginde izliyorduk maci. Bir an düsündüm, bu is olacak gibi degil, ben de koyverdim gitti dostlar. "Z. rakipte bir Senna var tam sana göre"lere bagladim ben de isi. Hatta kizlar bir ara potu " Orasi bizim kaleydi. Yaani, oraya gol atmamiz gerek" ile artirinca ben de en sonunda kendimi " Benim sahadaki favorim Ramos arkadas" derken buldum. En vurucu an da o oldu galiba. Mac da zaten " Ispanyollarin erkekleri yakisikli, kadinlari cirkin", " Iyi iyi, Ispanyollar iyi. Erasmusla oraya gidelim biz "ler ile bitti. Mac mi izledik, n`aptik hala bilmiyorum. Kafam cok karisik mazur görün, sonunu bile baglayamiyorum.

28 Mart 2009 Cumartesi

Bir Kutu Çikolata - 1


Bir süredir iki arkadaşım sevgililer. İkisiyle de ayrı ayrı iyi muhabbetim vardır eskiden beri. Neyse sonra bu ikisi bir şekilde tanıştılar.Daha ilk buluşmalarında, ilk tanıştıkları günde sevgili olmuşlardı. Bunlar sevgili olduktan hemen sonra ikisiyle de ayrı ayrı sohbet etme fırsatı buldum. Kıza sordum “nasıl oldu bu iş?” diye hiç düşünmeden “ilk görüşte aşk” cevabını verdi. Sonra kızın olmadığı bir ortamda elemana sordum “nasıl oldu abi bu iş?” diye “görüyosun bi saatte düştü hatun” diye cevapladı. Hayat bazen böyle bitter çikolata parçacıklarıyla dolu.

27 Mart 2009 Cuma

Haftanın Yazısı-3


Yine geciktirdik. Tutunacak dalimiz yok, sirf tembellikten. Konuya gelelim. Engin sinema bilgileriyle ciraklari "acemi ninjalari" bilgilendiren Landlord`dan, fikrimce en iyi sinema sitesi Tersninja`dan geliyor bu hafta haftanin yazisi. Kendinizi Korku ve Nefrete Hazirlayin. Korku türünün kült yönetmenlerinden Alfred Hitchcock hakkinda kisa ve güzel bir degerlendirme. Yönetmenin filmleri hakkinda kisa degerlendirmeler mevcut yazida. Korku ve gerilim filmleriyle ilgilenenler ve Hitchcock`a asina olmayip da bir yerden isin ucundan tutmak isteyenler icin güzel de bir kaynak. Eline saglik Landlord diyoruz.

Sarıkışla'dan Mamak'a, Mamak'tan Göksun'a


Mitinge giderken ölmek...Herhalde bir siyasetçinin siyaset şehidi (!) sayılması için en gerçek yoldur.Tabi ki Allah'tan umut kesilmez.Fakat -15 derecede 32 saat kimsenin dayanabileceğini sanmıyorum. Neden bulunamadığı hakkında en başlarda (babamla konuşmadan evvel) ben de yanlış ve ilgisiz bir arama yapıldığını düşünüyordum.Ama helikopterin düştüğü yer benim de(baba tarafından) memleketim olan Göksun/Kahramanmaraş çevresi gayet dağlık ve derin vadiler içeren bir bölgedir.Ayrıca ortalama rakım da 2000 mt. civarıdır ve çok yoğun sis ve yağmur görüşü tamamen kısıtlamış durumda imiş.Ayrıca gece 2 den beri de sinyal alınamıyormuş yani eğer ilk başta alınan sinyal hatalı ise şu an çok farklı ve yanlış bir bölgede arama yapılıyor olabilir.Ben açıkçası ihmal olduğuna inanmıyorum.Sonuçta 3 bin kişiyle ve bir sürü uzman dahilinde (AKUT vs.) yapılan bir çalışmada art niyet aranması yanlış olur.Ayrıca hala art niyet arayanlara çok ek bilgi olarak AKP Kahramanmaraş Milletvekili ve TBMM başkan vekili Nevzat Pakdil'in eşi de Muhsin Yazıcıoğlu'nun kardeşidir.Yani en çok seferber olacak insan şu an en yetkili konumda.

Yazıcıoğlu ile ilgili hemen hemen bir iki hafta önce okuduğum bir anektod acı bir gülümsemeye yol açmıştı bende. Miting sırasında mikrofonun elektrik kaçırmasından dolayı hafif bir kaza atlatan Yazıcıoğlu "Beni günlerce elektriğe verdiler. Yeter artık burada da mı elektriğe vereceksiniz" diye dokundurmayla karışık tepki göstermişti.Bildiğiniz üzere 80 döneminde Abdullah Çatlı ikinci adam iken Yazıcıoğlu ülkü ocakları başkanıydı ve darbeden sonra içeri alınan ilk isimlerden biri oldu.Hakkında açılan dava devam ederken tam 7.5 yıl Mamak cezaevinde yatmış ve dava sonucunda suçsuz bulunmuştur. Son 22 Temmuz seçimlerinde memleketi olan Sivas'tan bağımsız aday olarak milletvekili seçilmesi Sivas'ta ne kadar kuvvetli bir isim olduğunu gösteriyor. Bir politikacının görüşlerinden bağımsız olarak değerlendirilebileceği ender konumlardan birinde şu an Muhsin Yazıcıoğlu. Beğenirsin beğenmezsin fakat demokrasinin farklı simalarından biriydi . Eğer yaşıyorsa Allah yardımcısı olsun.Aksi durumda hepimizin başı sağ olsun.

26 Mart 2009 Perşembe

28. Uluslararası İstanbul Film Festivali


28. Uluslararasi Istanbul Film Festivali 4-19 Nisan tarihleri arasinda yapilacak. Biletler satisa cikti, 1 hafta olacak neredeyse. Biraz geciktirdik yaziyi; ama iyi kötü programimizin ana omurgasini belirleyelim de öyle yazalim dedim. Bagimsiz sinemayla cok isli disli oldugum söylenemez. Hal böyle olunca bu isin pisliginde büyümüs, blogger dünyasinin kurtlarindan Cem`e danistim biraz. Zaten ondan da rica ettik, birkac gün icinde bir ekleme yaparsa yayinlayacagim burda. Ben acikcasi biraz da kolayciliga kacarak daha garanti islere girdim. Bir de vize dönemi de araya girince cok alternatifli bir tablo kalmadi elimde. Bir iki kelam edeyim yine de.

Ilk etapta hic sektirmeden Milk`e biletimi aldim. Bahsetmeye gerek yok herhalde. Yine bu yil yabanci film dalinda sürpriz yaparak oscari "Besir`le Vals"in elinden alan Japon filmi "Gidisler" de merak ettigim bir filmdi. Festivalin son gününde gösterilecek filmi de aksatmadim. Festivalin en cok merak ettigim filmi ise Isvec yapimi "Gir Kanima". Onun disinda "Kör Domuz Ucmak Istiyor"da Cem`in misafiri olabilirim bir ihtimal. Isme aldanmayin, iyi filmmis. "Rövans"i zaman uydurabilirsem görmek istiyorum. Yine "Kanun Benim" programima eklemeyi düsündügüm filmlerden. Ed Harris, Viggo Mortensen, western, gideri var. Bir ihtimal cevremdeki Jessica Biel severler hatrina "Evlilik Sinavi"ni tarifeye ekleyebilirim. "Atlari da Vururlar"i izlemiyorum ama izlenebilir. Sir Ben Kingsley`in oynadigi "50 Ölü Adam" filmi de görmek icin ideal. Zaten galalarda da gösterimi var.

Her neyse, bu liste uzatsak daha uzar da dedigim gibi cok bilgili de degilim ki nokta atis yapayim. Kör atis yapicaz artik. Festivalin de tadi burada herhalde. Bu konuda daha bilgili olan Cem bir seyler eklerse eger, memnuniyetle buraya eklerim onun da fikirlerini. Biletlerinizi derhal alin diyorum sadece, bitti biter yavas yavas. Son bir sey de Biletix`e. Hep anamizi soruyorsunuz, babamizi soran yok.

Ek: Cem`den programindaki yogunluk sebebiyle yeni bir sey gelmedi. Ben de degisen ve kesinlesen programimi birkac yorumla tasiyayim en azindan buraya dedim.

LÅT DEN RÄTTE KOMMA IN: 5 Nisan Pazar festivali önemli de bir beklentiyle "Ask Olsun"dan bu Isvec filmiyle aciyorum.

MILK: Ayni gün bu güzide eserdeyim, sektirilmezdi, sektirmedim.

KOLME VIISASTA MIESTÄ: Hakkinda hicbir sey bilmedigim bir film. Gösterim zamani uygundu, kör bir tercih yaptim.

APPALOOSA: Son zamanlarda sinemada yeri azalan bir tür western. Ayagimiza kadar gelmis, kacirmadik. Hicbir sey degilse Viggo Mortensen ile Ed harris var. Beklentim de var bu filmden hani.

NORD: Tamamen zamaninin uygunlugu üzerine dikkate aldigim bir film daha. Yönetmenin ilk uzun metraj isiymis. Yalniz imdb`ye söyle bir uzaninca 8.5 gibi bir rakam cikiyor ki ortaya "vay anasini" dedirtiyor.

SHIRIN: "Mayinli Bölge"den bircok filmi düsünüyordum; yine zaman el vermedi. Listeye de Shirin`i dahil ettik. Söyle biraz bakindim, orijinal bir is. Festivalin "sessiz ati" diyorum ben. Ciftesi pek olabilir.

OKURİBİTO: Ve son gün. En iyi yabanci film oscarli festivalin bu yilki süprizlerinden. Görmezsek ayip olurdu. Merakla bekliyoruz.

Festivalin 1 haftasi vizelerle cakisinca bircok filmi de ister istemez es gectik. Göremeyecegim icin en cok icimde kalan ise Loft kesinlikle. Zamansizliktan Revanche`i da es gectik. Imkaniniz varsa affetmeyin derim. Bu kadar dar bir dönemde de benden anca bu kadar oldu. Katilan herkese iyi seyirler.

25 Mart 2009 Çarşamba

Haftanın Müzik Listesi - 27


Bu hafta Kamaranin tüm üyelerinden birer secim aldim. ksp "Guns N` Roses`dan Sweet Child derim hoca" dedi. 2. bir sans icin cok israr etti. "Olmaz" dedim, kestirip attim. En son otokrasiye sayiyodu. Sedürt uslu cocuk. Hemen Camel - Rajaz dedi, dayarim progresifin allahini dedi, kösesine cekildi. Svetlin hafif safa bagladi. "Ne listesi lan" dedi önce. Sonra isini temiz yapti: The Do-Song for Lovers. Benden de The Pierces- Secret gelsin. Iki tatli kiz kardes, ne isler cevirmisler dinlesen sasarsin. Son sarkiyi ise biz belirlemiyoruz. Gündem belirliyor. Haftanin "main theme"i Cem Karaca`dan geliyor: Bindik Bir Alamete. Liste cok karisik oldu. Progresiften hard rocka hafif folka her sey var. Olsun, gündemin karisikligina veryansin olsun o da.

" Yerel ve genel secim, secin bakalim secin. "

  • Cem Karaca - Bindik Bir Alamete
  • Guns N` Roses - Sweet Child
  • Camel - Rajaz
  • The Do - Song for Lovers
  • The Pierces - Secret

24 Mart 2009 Salı

Seçim 2009 # 2


Bir önceki seçimde AKP 56 ili götürmüştü. Melih Gökçek yüzde 57 gibi farklı bir şekilde kazanmış, DYP yüzde 10.7 gibi azımsanamayacak bir oy almıştı.Bu seçim 2-3 ay daha geç olsaydı ve kriz ve işsizlik bu seyirde gitseydi herhalde bundan epey farklı bir sonuç görürdük.Çünkü insanlar rüzgarla hareket eder ve AKP nin rüzgarı giderek azalmaya hatta terse dönmeye başladı.

Ben açıkçası genelde yüzde 40 ın altı bir oy bekliyorum fakat yerel seçim daha önce de söylediğim gibi daha çok aday bazlıdır.Büyük şehirlere bakarsak İstanbul'da Topbaş bir önceki seçimdeki yüzde 44 ünü koruyacağının(ya da en fazla 2-3 puan düşüreceğinin) sinyallerini Kazlıçeşme mitingiyle verdi.Fakat bu seçim Kılıçdaroğlu'nu siyaset sahnesinde daha aktif bir role getirmesi açısından önemliydi.Etraflarda dolaşan "2.Ecevit" pankartları Baykal'ı rahatsız etmiş midir bilinmez ama Kılıçdaroğlu doğru oynarsa solun yeni lideri olma yolunda ilerliyor.

Ankara'da Gökçek'in yüklü miktarda oy kaybedeceği çok açık.Fakat ben yine de alacağını düşünüyorum.Bazıları Karayalçın 'dan ziyade Melih Gökçek'i yerinden edebilecek ismin (oylarını bölmek suretiyle de olsa) MHP büyükşehir adayı Mansur Yavaş olduğunu düşünüyor. Fakat benim gözlemlerime göre MHP AKP den çok CHP nin oyunu bölüyor gibi görünüyor.Ankara'da durumlar böyle.

İzmir'i Aziz Kocaoğlu'nun (yani CHP'nin) yine kaybetmeyeceğini düşünüyorum.Hele bu kriz ortamında AKP nin hiç şansı yok.Geçen seçimde Adana'yı Aytaç Durak'la kazanan AKP, Durak'ın istifa edip MHP ye geçmesinden sonra burayı kaptıracak gibi görünüyor.Bursa'da ise AKP nin adayı yasakçı başkan diye ünlenen Osmangazi Belediye Başkanı Recep Altepe'ye karşı , CHP Kamil Koç 'un CEO'su Sena Kaleli'yle seçimlere katılıyor.Açıkçası bu kadar erkek aday arasında Bursa gibi büyük bir şehrin belediye başkanının kadın olması tüm ülke için gayet fevkaledenin fevkinde bir gelişmedir.Benim internet araştırmalarım AKP nin önde olduğu yönünde ancak Bursa'nın nabzını Spicoli ile Svetlin den almak gerekir. Diyarbakır'da ise Tarhan Erdem'e göre AKP Osman Baydemir'i aday gösterse bile alamaz.Bence de zor duruyor. Bakalım hayırlısı.

Bir de bu seçimde işlek yerlerde bayrak asılmasının yasaklanması görüntü açısından bir kazanç.Fakat ülkenin seçim havasına tam olarak girememesini de etkilemedi değil. Ayrıca gazetelerden ve internetten takip ettiğimiz kadarıyla seçim meydanları daha çok kuru kalabalık tarzında.Slogan ve kendiliğinden yaratıcı afiş sayılarında geçmiş seçimlere göre çok büyük düşme olduğunu söylüyorlar.Bayrak sayısı ise tavan yapmış. Bir de seçim şarkıları. Zangır zangır geçtikçe o seçim arabaları insanın dayanma limiti de bir süre sonra aşılıyor.Bu da genellikle oy vereceğin varsa da vermemeye , ya da " tamam lan tamam atıyorum sana yeter ki sus" haleti ruhiyesine getiriyor insanı.

Yine de seçim bende bir heyecan oluşturuyor(Zaten bu heyecanın kaybedilmesi, ülkenin yönetimiyle hiç mi hiç ilgilenilmemesi anlamına gelir ki,sona yaklaşmaktır) Sonuçların açıklanmasını falan gayet ilgiyle takip ediyorum.Bu hafta sonu da yine televizyonun ve internetin başındayım.Demokrasinin işlediği ,Türkiye için hayırlı, güzel güneşli bir hafta sonu dileğiyle...

23 Mart 2009 Pazartesi

Vilyım Volıs


Umut Sarıkaya'dan

22 Mart 2009 Pazar

Tüm Zamanların En İyi 15 Türkçe Rock Şarkısı

Bu listeyi yapmak icin hicbirimizin beyninde simsek cakmadi. Bu gidisle bir 10 sene de cakmazdi herhalde. Tersninja`da gördük. Degerli isimlere sormuslar, onlar da birer liste hazirlamis. O isimlerin seckileri surada. Baktik elestirdigimiz noktalar var, biz neden alternatif bir liste yapmayalim dedik ve ortaya bu is cikti. Svetlin, Sedürt ve Spicoli ortak yapimidir.

15.Teoman – Gönülçelen

İlk önce 15 numarada Kesmeşeker'in "Ne zaman gitti tren" şarkısı vardı ama sonra Teoman'ın listede olmayışının içimizi burkmasından mütevellit 15 numarayı Teoman'a bıraktık. Teoman nedense pek sevilmez kitleler tarafından ama severim ben, dinlerim de gayet. Bana kalırsa oldukça kaliteli pek çok işi vardır(arak yaptığı bir kaç şarkısı da var gerçi de olsun).Türkiye'de rock müziğin geniş kitlelere ulaşmasını sağlamış bir insan Teoman. Svetlin ve Spicoli'nin oyları ile Gönülçelen girdi listeye. Benim oyum girişi “Led Zeppelin”den arak gibi olsa da Paramparça'yaydı açıkcası. Ama Gönülçelen de iyidir, candır. (sedürt)


14. Mor ve Ötesi - Daha Mutlu Olamam

Mor ve Ötesi`nin henüz bu denli popüler olmadigi dönemde yaptigi nefis bir sarkidir. Ilk bakista sarkinin serotonin pompasi olmasini bekliyor insan. Oysa müzikte agir bir melankoli söz konusu. Bu da elbette ne bir tesadüf ne de müzik söz uyumsuzlugu örnegi. Insan psikolojisinin en cok basvurdugu fonksiyonlarindan biri olan inkardan bir güzelleme, baska bir sey degil. Ayigim, sevgilimden ayrildim, mutluyum tiradi zannedenlere selam olsun. Sözlerinin kurgusuyla da tam bir Mor ve Ötesi sarkisi. Alakasiz cümleler bir bütünde bulusuyor. Ortaya da bu basarili calisma cikiyor. (Spicoli)

13. Şebnem Ferah - Bu Aşk Fazla Sana

Şebnem Ferah listedeki diğer bayan Özlem Tekin ile birlikte Türk rock müziğinin en önemli isimlerinden. Zaten "Volvox" grubunda birlikte çalışan bu ikili daha sonra kendi yollarına gitmeye karar vermişler. Şebnem Ferah'ın da ilk albümü olan Kadın'ın hit parçası Bu Aşk Fazla Sana. Yıllar yılı her yerde insanların dilden dile dolaştırdığı bir şarkıdır tıpkı Köprüaltı gibi.
Şebnem Ferah'ı bugün türk müzik dünyasında sahip olduğu konum ve saygınlığı oluşturan şarkıdır belki de. Tabii Kadın albümünün genel başarısı da bunda çok büyük etken.
Spicoli her ne kadar Şebnem Ferah'ı sevmese de bu şarkı ortaya atılınca susar, saygı duyarım dedi. Mayın TarlasıSil Baştan ve Babam Oğlum da üzülerek listeye alamadığımız Şebnem Ferah şarkıları. (Svetlin)

12. Mavi Sakal - İki Yol

Buram buram kalite kokan bir şarkı diğer Mavi Sakal şarkıları gibi. Ama pek çok kişinin olduğu gibi benim de Mavi Sakal ile tanışmamı sağlayan şarkı İki Yol şarkısıdır. Müziği, sözleri, vokali ile alır başka diyarlara götürür insanı. Mavi Sakal her ne kadar pek hakettiği ilgiyi göremese de bence oldukça kaliteli işlere imza atmış unutulmaması gereken bir gruptur. (sedürt)

11. Duman - Köprüaltı


Köprüaltı, Duman'ın 1999 yılındaki "Eski Köprünün Altında" adındaki ilk stüdyo albümünün çıkış parçası. Seattle'de albüm çalışmaları sırasında duyulan özlem sonucu yazılmış olabileceği ihtimali oldukça yüksek. Kaan Tangöze'nin kaleminden yazılmış harika şarkı sözlerine burda da rastlamak yine mümkün. Duman esas çıkışını Herşeyi Yak parçasıyla yaptı aslında ama o şarkıyla birlikte Duman'ı tanıyanlar ilk albümlerini de dinleyince Köprüaltı'nı ayrı bir yere koydular. Özlem çekenlerin sevdiceklerine ithaf edecebilekleri en güzel şarkılardan.
Duman için YanıbaşımdanYalnızlık PaylaşılmazSenin GibiHerşeyi Yak da aday olsa da Köprüaltı'ndan vazgeçemedik. (Svetlin)

10. Kudret Kurtcebe - Tek Başına

Nuri Kurtcebe`nin bu güzide eserini bircok insan yorumladi. Uzak ara en iyisi de kardesi Kudret Kurtcebe`nin "Şizofren" albümünde akustik gitarla yorumladigi versiyondur. Kudret Kurtcebe müzik piyasasina karsi durusundan ötürü uzun yillar albüm cikarmamis, bu sebeple de pek cok insan tarafindan bilinmeyen bir isimdir. Üstün bir müzisyen ve durusuyla takdir edilesi bir sanatcidir. Şizofren albümü de yine en basarili türkce rock müzik albümlerindendir. (Spicoli)

9. Kargo - Badlik Amiri

Kargo deyince akla genelde Boğaziçi, Yıllar Sonra gibi şarkılar gelse de Badlik Amiri Kargo'nun yaptığı tüm şarkılardan hatta türkiye'de rock müzik adı altında yapılan tüm şarkılardan çok farklı bir yerdedir. Türk müziğinin bana kalırsa tartışmasız en deneysel çalışmasıdır bu şarkı. Mükemmel ve bir o kadar da rahatsız edici sözleri, çok üst düzey vokali ile listedeki yerini sonuna kadar hakeden bir eser. (sedürt)


8. Pentagram - Bir


2002'de çıkan aynı adlı albümdeki parçadır. Bu albüm aynı zamanda Pentagram'ın tamamı Türkçe olan ilk albümüdür. Aynı zamanda Türk müzik dünyasının ilk heavy metal parçası olarak da bilinir. Anadolu müziklerini gitar ve davul sesleriyle uyumlandırarak harika bir sound elde ettiler. Metal müzikte kullanılan ritmleri ney gibi türk motiflerine uygun enstrümanlarla çeşitlendirmiş Pentagram. Şarkının sözleri de bir o kadar anlamlı. Pentagram'dan da AnatoliaÖlümlü gibi şarkılar gündeme gelse de "Bir" aldı götürdü. (Svetlin)

7. Bulutsuzluk Özlemi - Sözlerimi Geri Alamam

Herhangi bir insana dönüp deseniz “sözlerimi geri alamam” diye, size “yazdığımı yeniden yazamam” diye cevap verir. Büyük küçük herkesin ezbere söyleyebileceği bir şarkıyı yapmak gerçekten önemli bir iştir. Her şeyiyle dört dörtük bir şarkı.(sedürt)

6. Özlem Tekin - Aşk Her Şeyi Affeder mi?


Özlem Tekin'i bu şarkısıyla tanıdık. Ama öyle bir çıkış yaptı ki bu şarkıyla her tarzdan insana severek dinletti kendini. Kral Tv'de bile bir dönem en sık dönen klibin bu olduğunu hatırlıyorum. Şahane vokali, oldukça iyi sözleri ve sağlam altyapısıyla türk rock müziğinin mihenk taşlarından birisidir bu şarkı. Bu tarz müzik yapan ilk bayan müzisyenlerden birisi olması da Özlem Tekin'i ve onun parlamasını sağlayan bu şarkıyı oldukça değerli kılıyor.(sedürt)


5. Yavuz Çetin - Yaşamak İstemem

Bu ülkenin gördügü en büyük müzisyenlerden, MFÖ dahil bir cok isimle calismis gitar virtüözü. Depresif dönemlerinde yasadigi duygulari gitarina müthis aktarmistir. Bugünün en büyük gruplarinda bile rahat rahat calabilecek yetenegiyle müzik dünyamizin en büyük kayiplarindandir. "Cherokee", "Oyuncak Dünya" ve daha bircok sarkisi rahat rahat konabilir bu listeye. Ancak "Yasamak Istemem" bir sarkidan öte müzisyenin kendisini köprüden atmasina sebep olan süreci, isyanini, hüznünü anlatan bir fenomen oldugu icin herkeste yarattigi etki haliyle daha büyük olmustur. Yavuz Cetin ise biz müzikseverler tarafindan her zaman anilacaktir. (Spicoli)

4. MFÖ - Yalnızlık Ömür Boyu

1989 yılındaki "The Best of MFÖ" albümünde yer alan ve söz-müziği Fuat Güner'e ait olan şaheser. Birkaç kelimeyle hayatı kısaca anlatabilen inanılmaz bir şarkı. Ne yaparsan yap Yalnızlık Ömür Boyu diyor adamlar ve haklılar da. İnsanın kendini yalnız hissettiğinde, yalnız kaldığında ilk dinlediği şarkıdır. Ve yalnızlık konusu üzerine yazılmış en güzel şarkıdır benim gözümde. Ele Güne KarşıBu Sabah Yağmur Var istanbul'daAli Desidero ve daha birçok MFÖ parçası da burda olmayı hak etti belki ama 'Yalnızlık Ömür Boyu' çok ağır bastı. (Svetlin)

3. Cem Karaca - Resimdeki Gözyaşları

Döneminin güzide sanatcilarindan Cem Karaca`nin 1968`de kaydettigi sarki daha cok Agir Roman`da kullanilmasi sebebiyle bilinir. Varsin olsun, böyle önemli eserler bir sekilde yolunu bulsun da. 5 yil kadar önce yitirdigimiz Karaca bati müzigine dogunun ezgilerini sokarak özgün islere imza atmistir. Hal böyle olunca bugün bile 40 yil önce söyledigi sarkilar dün piyasaya cikmis gibi keyifle dinlenir ve bikilmaz. Essiz vokalini de eklemeden olmaz tabi. (Spicoli)

2. Erkin Koray - Öyle Bir Geçer Zaman ki

1982 yılında yapılmış olan Benden Sana adlı albümün bir parçası "Öyle Bir Geçer Zaman ki".
Daha sonraları Çelik tarafından yeniden yorumlanmıştır. Erkin Koray'ın da dinledikçe dokunduran, dinleyeni eskilere götüren eserlerinden. Bir şarkının güzel ve kalıcı olabilmesi için acayip ses düzenlemelerine ve vurucu şarkı sözlerine ihtiyacı olmadığının da bir göstergesidir bu şarkı. Erkin Koray'ın ÇöpçülerŞaşkınFesuphanallah veya Estarabbim şarkıları da listede yer alabilirdi fakat bizim seçimimiz bu şarkı oldu. (Svetlin)

1. Barış Manço - Dönence

Müzikal anlamda döneminin o kadar ötesinde bir istir ki bu, Rahmetli Baris Manco kendisini sonradan sonraya coluga cocuga adamasaydi eger ortaya neler cikardi diye merak ettiriyor insana. "Saldim Cayira Mehmet"`in, "Oku Bakayim Ayi"`nin arasinda malesef kaybediyoruz Baris Manco`nun müthis eserlerini. Oysa 80 öncesi pop müzige hali hazirda kaymamis oldugu dönemde, Türkiye`nin ötesinde global anlamda cagini rahatlikla yakalamis cokca eseri vardir. Dönence de 81`de cikarttigi "Sözüm Meclisten Dışarı" albümünde yer alan, belki de Manco`nun bahsettigim dönem eserlerinin olusturdugu müzikal arsivin son halkasi ve en güclüsüdür. Sarsici baslari, etkileyici gitar solosu, basarili vokali, anlatiklariyla bir bütün olarak Türk rock müzigi tarihinin en iyi sarkisi olmayi alninin akiyla hak eden harikulade bir eser. (Spicoli)


Bütün bu önemli müzisyenlerimize sonsuz saygilar. Ebediyete gecenlere de huzur dileriz.

21 Mart 2009 Cumartesi

Paylaşmak İstedim- 5

Futbolun insanları nasıl bu kadar etkilediği üzerine yüzlerce kez konuşuldu, yazıldı, çizildi fakat hala net bir sonuca varan bir açıklama duymadım. İnsan haliyle düşünüyor," Ulan her bokun geni çıktı ,belki futbolun da vardır" gibisinden.Eğer varsa büyük oranla Y kromozomuyla alakalı birşeydir.(Ulan şu blogta sağlık sektöründen olmayan tek insanın iddiaları da epey tırt kalıyor ya, neyse) "İsviçreli Bilim Adamları" na sesleniyorum.Bu gen araştırılsın .

Bazıları da eğitim seviyesinin düşük olmasına vuruyor futbola olan ilginin çokluğunu.Ben koca koca profesörler gördüm adam derste bildiğin Fener-Gs tartışması yapıyor.Bu tez de yalan olur çavuş .
Açıkçası en son Hamburg maçından sonra futbola olan ilgimi azaltmayı , çok fazla takip etmemeyi epey düşündüm.Çünkü sevgili Svetlin ile maçtan çıktıktan sonra bayağı bayağı üzülmüş ve sarsılmış hissettik kendimizi."Ulan alt tarafı bir oyun" gibi basit bir cümle ile yatışabilecek bir üzüntü değildi.Resmen kafana takıyorsun "Nasıl elendik lan" diye.Üstüne üstlük inanamıyor ya da inanmak istemiyorsun da.Sanki bu maç şakaymış, bir daha oynayacaklarmış gibi geliyor.

Bir de ben sanmıyorum ki futbolla ilgilenen herkes futbolu çok sevdiği için ilgileniyor.Öyle bir şey de yok.Doğru dürüst haz etmeyen,maçları yarım yamalak izleyen insanlara git sor adam sana lideri ,gol kralını falan sayabilir. Futbol artık çok izlenen Youtube videoları gibi. "Ulan bu kadar insan izlemiş kesin bi numara var" diye sen de izliyorsun. Sonra da "ulan mal gibi video neden bu kadar çok izlenmiş" diye yakınıyorsun.

O kadar (boş) laftan sonra alakasız da olsa asıl paylaşmak istediğim iki şeye geleyim. İlki futbolda kendi kalesine gol atma mevzu.Şimdi topa vurduktan sonra isterse o top sahaya giren bir ata çarpsın, o gol vuranındır arkadaş.Bazı istatistikçiler yok yön değiştirdi falan filan diye "kendi kalesine" yazıyorlar golü.Ya , top direğe çarpıp girince direğe mi yazıyorsun.Ben forvet olsam bayağı üzlürüm bu işe.Hatta bütün maç boyunca aklımı kurcalar "Ulan bu top adama çarptı diye benim golü yerler mi ki?" diye. Ha Emre Toraman gibi atarsın eyvallah.Yaz "k.k" Buradan istatistikçilere sesleniyorum."Lütfen golleri doğru adamlara yazın, ters hareketler yapmayın."
İkinci olay ise şu küçük takım teknik direktörü kompleksi.Son örneği Bülent Uygun.Adam resmen Sivas'ın dağlarından Arsene Wenger'e laf atıyor "Sıkıysa gelsin Sivas'ı şampiyon yapsın " diye.Ya arkadaş bu CM 01-02 değil ki taktiği ver oynasın.Gözetmen gereken bir sürü parametre var.Yıldız futbolcunun zilyon tane sorunu,kaprisi oluyor sonuçta.Adam burnumda sivilce çıktı diye oynamam ben diyebiliyor.Sen Hayrettin'e "höyt" desen it gibi koşar.Ama sıkıysa Fabregas'a de aynı lafı.Çok affedersiniz herif kıçıyla güler sana.Buradan "İsviçreli Bilim Adamları" na ikinci kez sesleniyorum.Bu küçük takım teknik direktörü olma kompleksini yenecek bir ilaç üzerinde çalışsınlar.Lütfen.

William 'Bill' Munny

Little Bill Daggett: Well, sir, you are a cowardly son of a bitch! You just shot an unarmed man!

Will Munny: Well, he should have armed himself if he's going to decorate his saloon with my friend.

***

Little Bill Daggett: I don't deserve this... to die like this. I was building a house.

Will Munny: Deserve's got nothin' to do with it.


Unforgiven'dan birkaç replik. Clint Eastwood ve Western severler mutlaka izlesinler ki içki bir adama neler yapıyor görsünler. William Munny'e yanlış yapılmaz, sağ tarafa da yerleştirdik zaten. Saygılar bizden babacım.

20 Mart 2009 Cuma

Aşktan Öte Aile Planlamasından Beri

Geçenlerde bir arkadaşımla “aşk” üzerine tartışıyorduk. Yanlış anlamayın dostlarım, konumuz “aşk onu görünce kalbinde böyle pırpır olması” ya da “o bi kere gülümseyince dünyanın en mutlu insanı olursun” falan gibi saçma sapan geyikler değildi. Konumuz “aşk” denilen şeyin insanın üreme içgüdüsüyle bir bağlantısının olup olmadığıydı. İnsanoğlu acaba engel olunamaz bir şekilde çocuk yapmak istediği kişiye mi aşık oluyordu? Acaba bundan yıllar önce “senden çocuğum olsun istiyorum” şarkısıyla çıkış yapan Berdan Mardini gerçek aşkın tarifini yapmış olabilir miydi?

Buradan hiçbir sonuca varamadık haliyle. Hem zaten yüzyıllardır aşk üzerine oturup üşenmeyip balya balya kitaplar yazan insanların bile net bir sonuca ulaşamadığı bir dünya düzeninde nasıl olsundu da iki tane çakırkeyif adam karı kız muhabbeti yaparken aşkın anlamını bulabilsindi ki? Ama bana kalırsa yine de aşk şudur bence: “bir takım garip bişeyler böyle”. Sorarlarsa böyle cevaplarım.

Yine başka bir arkadaşım aşk, sevgi, saygı gibi birtakım şeylerden bahsederek insan ırkını yüceltiyordu bir gün. “İşte” diyordu, “işte bizim hayvanlardan farkımız bunlar, bu duygular”. Hayvanların her sene bir sürü karşı cinsle çiftleştiğini dolayısıyla bir sürü çocuk yaptığını söylüyordu. Kah çocukların perişan olduklarından bahsediyor kah aile kavramının tam oturmayışından dem vuruyordu. Bunları da aşkın ve sevginin olmadığı bir toplum düzenine bağlıyordu. Bana kalırsa bu söyledikleri tırıvırı. Bizi hayvanlardan ayıran ne aşktır ne sevgidir dostlarım. Aramızdaki en büyük fark bence biz insan ırkının prezervatifi icad etmiş olmasıdır. Bir sürü amcam falan var benim. Prezervatifin icad olmadığı zamanlarda dünyaya gelmişler. Hatta çok fazla çocuk oldukları için isimleri hicri takvimin aylarından konmuş direk. Seri halinde gidiyor böyle recep ramazan şaban diye. Üşenmişler düşünmeye. Neyse ki prezervatif var artık. Ve insanlar isim koymak için düşünmeye vakit bulabiliyorlar.

19 Mart 2009 Perşembe

Battle for the Sun


Placebo`nun yeni albümü Battle for the Sun 8 Haziran`da piyasaya cikiyor. Ayni adli ilk sarkilarini da resmi sitelerinde tanitim amacli yayinladilar. Placebo`yu severim ben. Hatta ksp`nin dayak tehditlerine ragmen calmisligim, üstüne de sopayi yemisligim var. Bakmayin burda pek yer vermedik, nedendir bilmem. Hatta haberi okuyunca epeydir de dinlemedigimi farkettim hemen actim, eski albümleri kurcaladim. Her neyse malum sarkiya gelince, aslinda fena degil. Ilk dinleyiste genelde begenmem. En azindan kendini dinletti bir kac kez. Sarki tempolu ama bir "The Bitter End" degil, progresif bir hava var altta ama I Know degil, karanlik ama "Protect me from what I Want" degil. Molko aynen devam. Ilginc bir sey olmus. Belki zamanla cok severiz. Dinlemek isteyenler icin alemin krali fizy`den geliyor.

18 Mart 2009 Çarşamba

FaceTube

Facebook'un yeni hali hakkında çok tepkiliyim sayın okuyucular. Değişmiş de ne demeye değişmiş bilemedim. Sürekli bi video paylaşımlar, gülmekten yarılacaksınız, çooooook acayip etiketli videolar dolanıp duruyor etrafta.

Geçen sefer değiştiğinde de başta alışamamıştım hatta bi ara bu gruba girin bütün arkadaşlarınıza davetiye gönderin bişeyler yapın facebook eski haline dönecek tadındaki gruplara bile girmeyi düşündüm ama alışır gibi olunca vazgeçtim. Fakat bu sefer öyle böyle değil. Alışılacak bir hali yok sayfanın. Ya o tarz gruplarda şansımı deneyeceğim ya da facebook'la yollarımız burada ayrılacak. Dostum ikimiz için de böylesi en iyisi deyip çekip gidicem resmen. Nedir bu? Video paylaşmak istemiyorum ben, o zaman ne olucak? Çok tepkiliyim. Güzel kızların profiline girip de rileyşınşip statülerine bakamadıktan sonra neyleyim ben facebook'u.

Facebook akıllı olsun akıllı.

Haftanın Yazısı-2


Bu haftayi daha cok sokaklarda gecirdigimiz icin normalde okudugumuz kadar cok yazi okuyamadik acikcasi. Dolayisiyla iclerinden secim yaptigimiz yazi sayisi da nispeten azdi. Yine de bugün yayinlanan bir yazi digerlerinin arasindan siyrildi ve haftanin yazisi oldu. Sinemaestro`da yayinlanan The Curious Face of Benjamin Button. Yazi yilin en cok ses getiren filmlerinden Benjamin Button`in yapiminda kullanilan teknoloji hakkinda. Görsellik acisindan izleyen hemen herkesi etkileyen filmin cekiminde kullanilan teknik detaylar, yapimda bizzat calisan ekibin agzindan aciklamalar ve filmin gectigi asamalarla derlenerek sunulmus. Günümüzde sinemanin geldigi noktayi kavramak acisindan da doyurucu bir yazi. Sinema, teknolojik yenilikler ve uygulamalara ilgisi olanlar önden buyursun.

17 Mart 2009 Salı

İstanbul`da Bir Dekonstrüktivist

Dancing House, Prague
by Frank Owen Gehry

Pritzker Ödülü sahibi Mimar Frank Owen Gehry yasayan en ünlü mimarlardan. Yaptigi islerle sürekli tartisma konusu. Yaraticiligina diyecek bir sey yok, hatta yukarida da gördügünüz gibi ona göre duvarlar dik, pencereler düz olmak zorunda degil. Hal böyle olunca mühendisleri de yer yer bezdiriyormus. Yale Üniversitesi`ndeki ögrencilerini Türkiye`ye geziye getiren 79 yasindaki Gehry, Mimar Sinan hayrani oldugunu da ekliyor. 80 yasinda mimarligi Istanbul`da birakmak istedigini söyleyen mimar icin en son Tepebasi Suna-Inan Kirac Vakfi Kültür Merkezi`ni tasarlayacak diye okumustum. Yalniz TRT`nin stüdyolarini bosaltmasiyla ilgili bir sorun vardi. Daha sonra ne oldu bilmiyorum. Sezar`in hakki Sezar`a, Kadir Topbas da bu projeyi en cok destekleyenlerdendi. Lafi gecmisken Suna-Inan Kirac Vakfi`ndan da kültür alaninda yaptiklari bu yatirimlar adina tebrik ve tesekkürü esirgememek lazim.

Aabi ?


İstanbul'da geçirdğimiz günler boyunca pek çok seçim şarkısı dinledik, pek çok aday gördük ettik. Bu karikatürü de bir hayli fazlasıyla andık, buraya koymasam olmazdı hani.

Temiz ve dürüst bir insanoğlu...

16 Mart 2009 Pazartesi

Haftanın Müzik Listesi - 26 / Ennio Morricone


Tayfayi yola vurdum. Eglendik, ettik. Arada, "bloga sunu bunu yapalim" dedik. Onlar yoluydu, dinlenmesiydi derken buralara ugrayamazlar zaten. 2 haftadir kenarda degismeden duran haftanin listesini degistireyim en azindan bu arada dedim. Bu haftaki listeyi tek bir isimden, hatta tek bir albümden topluyorum. Ennio Morricone`nin " The Very Best of Ennio Morricone " adli albümü. Yeri gelmisken ondan da bir iki kelam edelim. Italyan müzisyen film müzigi deyince uzak ara akla gelecek 1 numarali isim. 500`e yakin projeye imza atmis. Özellikle Sergio Leone ile calistigi dönemlerde yarattigi müthis eserler ile taniyoruz onu daha cok. Büyüklügü öyle ki müziklerini yaptigi bazi filmlerde afislerde adi marka olarak kullanilir, cast akarken yönetmen kadar genis yer edinir kendine. Bugün herkes oscar ödüllerine sallar ya "Suna ödül vermemisler, bu nasil is'' diye, iste benim icin de oscarin en büyük acigi Morricone`nin Original Score dalinda ödül almamasidir. 2007`de Onur Ödülü verdiler evet, ama onun da avuntu oldugu bir gercek.

20 sarkilik bu albümü ne zaman dinlesem yeniden sasiriyorum bir albüm nasil bu kadar iyi olabilir diye. Hayretler icinde sok geciriyorum. Tüm bu isler sadece insan elinden cikmis olamaz, Tanri Ennio`nun kulagina bir seyler fisildamis olmali.
  • Sacco and Vanzetti
  • Fistful of Dollars
  • Chi Mai
  • The Good, The Bad and The Ugly
  • Sicilian Clan

14 Mart 2009 Cumartesi

"Kamarası Açık Kızlar"


Google Analytics`ten basliktaki aramayla blogumuza ziyaretcilerin geldigini ögrenince Lordlar Kamarasi ekibini Istanbul`da topladim. Yuvarlak masa etrafinda oturduk, gece demedik gündüz demedik bu gariban adamin halini tartistik. Duygusal anlar yasandi, sarsila sarsila aglayanlar oldu. 1 kisi de fenalasti. Dostlarim, bu adamin bizleri gark ettigi onulmaz dertleri sizlere tasvir etmem mümkün degil anlayacaginiz. 
 
Saka lan saka kadeh tokusturuyoruz anca. Aksama da Tıp Bayrami`ni kutluyoruz. 

Lordlar Kamarasi/Istanbul

11 Mart 2009 Çarşamba

Haftanın Yazısı-1


Evet, yeni uygulamanin ilk turunda haftanin yazisini aslinda blog olarak pek üzerinde durmadigimiz bir konudan sectik, futboldan. Cokca futbol blogunun var oldugu malum; fakat bu o bloglarda pek bulunabilecek türde bir yazi degil. Teknik hede hödö kismiyla pek alakasi yok yani. Ilk haftanin yazisi Madde Bagimlisi`ndan. Yukaridaki gazete küpürü de yazidan bir parca, zannederim yaziyi da daha ilgi cekici kilmistir. En Unutulmaz 10 Türk Futbol Maci. Bilgilendirici ve esprili anlatimiyla cok leziz bir yazi. Muhakkak okuyun.

10 Mart 2009 Salı

Yönetmenlik ve Hayata Dair Tırt Çıkarımlar Üzerine Kendimle Bir Söyleşi

Bana deseler ki “hadi bir meslek seç kendine ne olmak istiyorsan onu olabilirsin” deseler hiç düşünmeden “yönetmen” olurum. Kariyerine genç yaşta kısa film festivallerinde ödüller alarak başlamış ilk uzun metrajlı film denemesinde ise epey ses getirmiş bi adam olmayı isterdim mesela. Film konusunda idare edecek kadar bilgi sahibi olduğumu düşünüyorum. Önde gelen yönetmenlerin böyle film çekerkenki tarzlarının farklılıklarını falan biraz bilirim. Arkadaş ortamlarında “abi Lars von Trier de handy cam olayını sinemada en iyi uygulayan insan, dogma akımının da en önde gelen ismi” şeklinde bir cümle kurabilirim mesela. Kah Tarantino'nun absürd diyaloglarını gündeme getirebilir kah kanlı sahneleri filmlerinde ne kadar çok kullandığından bahsedebilirim. Lakin dostlarım bu ünlü yönetmenlerin hiçbirisinin kendine has tarzı benim hayatım boyunca “yönetmen” sıfatını aldığını duyduğum ilk insan kadar etkilememiştir, o derece bir travma yaratmamıştır.

Hayatıma “yönetmen” kelimesinin kavram olarak girişi bende “İbrahim Tatlıses” ile başlar. Kendi müzik şirketinin bütün şarkıcılarına bizzat kendisi gider klip çekerdi. Ve İbrahim Tatlıses'i diğer yönetmenlerden ayıran çok farklı bir çekim tekniği vardı. Kamerayı çapraz tutarak başlar sahneye ve kişinin yüzüne kamera bir yaklaşır bir uzaklaşırdı. Bunu yaparken de kamera her seferinde farklı bi açıyla yaklaşırdı(bi ters bi düz gibi). Şarkıda her bir davul vuruşuyla yaklaşılır ve uzaklaşılırdı. Bir sinema sever olarak, hayali yönetmen olmak olan biri olarak hayatımda adını bildiğim ilk yönetmenin “İbrahim Tatlıses” olması oldukça üzerinde düşünülesi ve de neyse ki “ah şu 90'lar ve kral tivi” diyerek içinden çıkılası bir konu olması sevinilesi mi yoksa üzünülüp yaslara bürünülesi bir şey mi bilemediğimden bu meseleye tepkisiz kalmayı tercih ediyorum.

Neyse ki İbrahim Tatlıses'in yönetmenliğinden bi cacık olmadı. Öyle film falan da çekmedi bildiğim kadarıyla. Lakin dostlarım aynı dönemin benzer figürü olan Mahsun Kırmızıgül'e ne demeli? “alem buysa kral benim” diyordu bu adam? “mavi mavi şu gelen kimin yari” diyor maldivlere gidip tırt klipler çekiyordu? Alişan ve Özcan Deniz'le kollarını birbirlerinin omuzlarına atıp istanbul gecelerinde “önümüze gelene bir tekme” pozisyonuyla geziyorlardı? “seda sayan”la falan sevgiliydi lan bu adam? Beyaz Melek diye bir film çekti önce. Arkadaş ortamlarında “oğlum Mahsun film çekmiş tısıtısısıs” diye güldük ettik. Fragmanını izledim ve dedim “baya baya film lan bu, bildiğin film yani”. Neyse filmin kendisini izleyemedim ama “Güneşi Gördüm” diye bir film çekmiş şimdi fragmanını izledim “oha oğlum çok sağlam bi filme benziyor” cümlesini sarfederken bir Mahsun Kırmızıgül filmidir diye duydum. Nasıl oluyor da oluyor canlar biri bana bunu açıklasın. Bu adamın filminin Cannes film festivaline gidip gitmeyeceği tartışılıyor. “Altan Erkekli, Emre Kınay” gibi adamlar bunun filmlerinde oynayıp “çok iyi bir yönetmen” diyorlar mahsun için. Anlamıyorum bu işler nasıl işler dostlarım. Bir adamın içine günün birinde bir yönetmen ruhu ansınız kaçabiliyor mu böyle? Şimdi ben Nihat Doğan'a eskisi gibi nasıl bakabilirim bir daha? Bir on yıl sonra o da yönetmen olsa, Atilla Dorsay falan çıksa filmlerini tartışsa övse hatta ne acayip lan.

Ey inatla kestiğim halde bana bakmayan kız, ey benim aşkı ilanımı duymazdan gelen, ey beni arkadaş olarak gören, ey beni yağmursuz gayet de güneşli bir günde terkeden ruhsuz sevdicek. Hepinize birden sesleniyorum. “Bir zencinin amerikan başkanı olabildiği, Mahsun Kırmızıgül'ün yönetmenliğin kitabını yazdığı, Sabri Sarıoğlu'nun son dakikada gol atıp maç kurtarabildiği bir dünya düzeninde ben kimbilir neler yapabilirim. Görün potansiyelimi.

Hello Darkness My Old Friend

Dün ksp ile sinemaya gidelim dedik. Filmlere baktık önce ne var ne yok diye. Elemememizi yaptıktan sonra Gran Torino veya Watchmen'den birine gitmeye karar verdik. Sonra da Gran Torino'da her ne kadar Clint Baba gibi bi adam olsa da konusu sürekli tekrar eden ailesini kaybetmiş, emekli asker olaylarına girmeyelim dedik ve Watchmen'de karar kıldık. Ha bir de tabi Marvel abi bu ne yapsa izliceksin sorgusuz sualsiz de dedik Watchmen seçimizi yaparken.

Filmin ilk yarısı pek heyecanlı ve güzel değildi. Ama bunun asıl filmin esas kısmının ikinci yarıya saklanıp ilk yarıya bişey kalmamasından ziyade yanımda oturan ve sürekli öpüşen çiftti. Bir yandan acayip karizma ve hasta olunacak Rorschach'ın sesi gelirken diğer taraftan sürekli mucccks muccccks sesleri kulağımı tırmalıyordu resmen. Bu arada filmin müzikleri de bilindik ve güzeldi, onu da belirteyim yeri gelmişken. Başlıkta da ordam esinlendim zaten.

İkinci yarının başında artık mucckksss sesleri duymam inşallah diye yerimizi aldığımızda çiftimiz salonu terketti ve ikinci yarıyı pas geçtiler. Tam o sırada ksp'a dönüp vay anasını adamlar filmi bırakıp gitti demek ki sanata saygı da kalmadı dedim. O sırada salonun ışıkları söndü biz de Hello Darkness My Old Friend diye sinemaya odaklandık yeniden. Bu gibi olayları sedürt'le hayata geçirmeyi planladığımız Kızılcık Sopalı Adam'ın maceralarında daha derin bir şekilde irdeleyeşeceğiz yakında. Çalışmalarımız devam ediyor.

Watchmen'le ilgili olarak da birkaç bişey söylemek gerekirse Marvel yapıyosa izliceksin abi dememiz yeterli olsa da filmi beğendik. Rorschach'a hasta olduk, Silk Spectre II'ye bittik, Dr. Manhattan'a da verdik veriştirdik.

8 Mart 2009 Pazar

Saygı Duruşu mu Hakaret mi


Malum tatildeydik, acayip uyuyorum falan. Gecen gün yine öglene dogru kalktim. Yüzümü falan yikadiktan sonra hemen mutfaga yöneldim. Biraz bakindim. Ekmek bulamadim, pasta yiyorum. Televizyon da acikmis. Bizim saksafoncu Bill`in manitasi gelmis Türkiye`ye. Dis isleri bakani sifatiyla. Anitkabirden yayini gösteriyorlardi. Saygi durusuna gecilmis, fonda da yine Taps. O an icim burkuldu. Yapilan saygi durusundan ziyade bir hakaret benim gözümde. Utandim. Daha önce yazdigim, hayal ederek utandigim olay gercek oldu.Önceki yazimin üzerine söyleyecek daha fazla sey bulamadigim icin kisa kesiyorum. Ne diyelim, hayirli isler.

6 Mart 2009 Cuma

Eric 'The Big Boned' Cartman

"Screw you guys, I'm goin' home"

Son zamanlarda can sıkıntısından dolayı Western fimlerine ve South Park'a sarmış durumdayım. Özellikle South Park 20'şer dakikalık bölümlerle çerez gibi çok güzel gidiyor. Lafı tabi ki de Eric Cartman'a getireceğim. O ses, o tatlı küfürler falan acayip de benim bittiğim olay yukarıdaki harekettir her bölümde. Özellikle de sesini inceltip bunu söylemesi inanılmaz. Bir de annesinden birşey isterken tatlı gözükmek için sesini değiştirmesi var ki tarif edemiyorum işte onu. Seslendiren her kimse Allah uzun ömürler versin.

5 Mart 2009 Perşembe

I-Decoist 2009


I-deco Istanbul 2. Dekorasyon, Mobilya Tasarim Fuari bugün aciliyor. 9 Mart`a kadar da CNR Expo`da olacak. Ziyaret saatleri 11:00 ile 20:00 arasi. Kendi deyislerine göre bu yil dogadan ilham aliyorlarmis. Isin icinde yerli yabanci bir cok tasarimci var. Tüm bu tasarim ve ana etkinliler disinda alternatif etkinlikler de var. Neyse daha fazla da zirvalamanin alemi yok. Meraklisina duyurulur. Ben de Pazar günü sektörün birkac genc filiziyle ordayim. Özellikle I-deas bölümü epey merak uyandirdi.

4 Mart 2009 Çarşamba

Klişe Üzerine Üç Beş Kelam

Arada bir çok canım sıkılıyor. Yani sıkılıyor dediysem hakkaten sıkılıyor. Bir anda gelen bir his bu. Arkadaş ortamında olsun, evde tek başıma otururken olsun, film izlerken olsun hatta uyurken bile sıkılıyorum rüyamda bazen. Bu akşam da bir ara çok canım sıkıldı ve ben üşenmeden bir tarafta dişleri telli sürekli ezilen bir takım kızların olduğu diğer tarafta ise son derece havalı ve popüler kızların olduğu “amerikan lisesi” temalı bir film izledim. Hani film boyunca ezilen ama filmin sonunda açılıp saçılıp herkese “ananı avradını” dedirten kızların olduğu film. Esas ve popüler oğlanla tırt görünümlü ama içinde sonsuz cevher barındıran kızın öpüşmesiyle biten film. İçinde sonsuz tane klişe içeren film. Klişeleri severim izledim. Drew Barrymore oynuyordu izledim. Çok şeker birisi.

“Klişe” denen şey çok garip. Sadece filmler için de değil bu. Gün içinde aynı muhabbete milyon kere tanık oluyorum yetmiyor bi de dahil oluyorum mesela. Gün geçmiyor ki sigara içenlerin olduğu bir ortamda “abi şu sigaraya verdiğim parayla şimdiye araba aldıydım” muhabbeti yapılmasın. Akabinde herkesin gaza gelip bir takım hesaplara dalıp bu kaybettikleri küçük serveti falan hesaplamaları hangimizin başına gelmiyor ki a dostlar. Hangi ortamda o paranın ardından ağıtlar yakılıp sonra birer sigara yakılmıyor ki?

Ya da mesela burada çok klişe başka bir muhabbet daha vardır. Burada dediğim benim okuduğum yerde yani Afyon'da. Küçük bir şehir burası ve hiç bar olayı falan yok burada. Bu memlekette ne zaman bir kız ve bir erkek tanışıp azıcık muhabbete sarsa ilerleyen dakikalarda muhabbetin geldiği nokta hep aynıdır. “Ya burada da hiç eğlenecek yer yok, şöyle güzel bi mekan olsa içip içip dağıtsak falan ne süper olur”. Bu cümle mutlaka sarfedilir. En gotiğinden en tikisine, en punk'ından en tırtına hiç şaşmaz bu. Hatta ev arkadaşımla geliştirdiğimiz teoriye göre bu cümleyi ilk sarfedenin karşıdakine yazdığı kanısına da vardık. Veriler tutuyor şimdilik. Hadi hayırlısı.

Gene de severim klişeleri. Başından sonu belli olan filme “çok klişe abi yeeaa” demeyi severim. Sonu şaşırtıcı olan böyle hiç beklenmedik şekilde biten filme de “abi hep böyle yapıyorlar artık son zamanlarda, klişe yeeaa bu da” demeyi de severim. Yüz kere aynı muhabetleri yapmayı severim, sonra bir de bunları yapan hep başkalarıymış gibi yapıp sağda solda klişe tespitçiliği oynayarak bu işten ekmek yemeyi de severim. Sonuç olarak yine de “Drew Barrymore” dünyanın en şeker insanı olabilir.

Dikkat Dikkat: Kamarada Yeni Uygulama


Bildiginiz gibi blogu actigimizdan beri haftanin filmi uygulamasi yapiyorduk. Aslina bakarsaniz blogu ilk actigimizda sinema hakkinda bir seyler yazmak acisindan itici bir güc de oldu bu. Bu uygulamaya son vermeye karar verdik. Belli bir yol aldik nihayetinde ve artik itici bir güce ihtiyacimiz da yok bir seyler yazmak icin. Peki bundan böyle ne olacak. Sinema hakkinda, yine "haftanin filmi" yazilari tadinda incelemeler devam edecek, sadece bunu belirli bir zamana endekslemeyelim dedik. Yazarlar istedikleri anda yapacaklar sinema incelemelerini yani, tek fark bu. Bunun yaninda haftanin filmi uygulamasinin bosalttigi alan icin de yeni bir uygulama düsündük. Haftanin yazisi. Her sali, hafta boyunca okudugumuz ve begendigimiz yazilardan birine konuk yazar etiketiyle, sahibinin de izniyle tabi ki, blogda yer verecegiz. Konuyu tartisirken Svetlin "bir tarz var mi peki" deyip hemen akademi havasina bürünse de, yok. Blogumuz her tür yaziya acik. Umarim bu da önceki uygulama gibi keyifli olur.

3 Mart 2009 Salı

Paylaşmak İstedim - 4


Bir adamin son sigarasi alinmaz. Hele habersiz. Ben evde ortamimi kurmusum. Ev bos, annemin 2 dakika huzurla icirtmeyen bakislari yok. Sert bir kahve hazirlamisim, No Quarter`in en sevdigim versiyonunu koymusum calmaya. E bu 3lüyü kimin 4lücegi belli. Hem takintilari olan bir adam olarak paketi bitiriyor olmanin verdigi ilginc hazzi da hepsinin üstüne eklemek üzereyim. Bir bakiyorum, sigara icinden alinmis, bos paket de nazire yapar gibi yerinde birakilmis. Sinirden paketi parcalayip atiyorum. Kimseden, icten ice bile, tek sigarasini dahi esirgemeyen biri olarak bugün sigarasini paylasmak istemeyen insanlari cok iyi anliyorum. Bir adamin son sigarasi alinmaz. Hele takintiliysa.

Haftanın Müzik Listesi - 25



  • The Beatles - Michelle
  • Simon&Garfunkel - El Condor Pasa 
  • Joe Dassin - L`ete inden
  • Dalida&Alain Delon - Paroles Paroles
  • Demis Roussos - Goodbye My Love Goodbye
Bu aralar klasiklere verdim kendimi iyice. Anilar (özellikle 9), Unforgettable Slows falan derken duygu yüklü adam oldum ciktim. Bir dönemin "Anilar" gencligine selam olsun. Konusarak sarki söyleme müessesesinde herkes Arif Susam gibi degil elbet, Alain Delon kas göz yariyor. Demis Roussos bugün koca ülkede kime dinletsen "Bu o sey degil mi lan" diyecegi adam, öyle yerlesmis belleklere. Michelle de Michelle Obama`ya gelsin. Seviyoruz. 

2 Mart 2009 Pazartesi

Korean Western

!f Ankara film festivali dahilinde izlediğim son ve belki de en güzel filmdi The Good The Bad and The Weird. Filmi Asya Sineması'nın sıkı takipçilerinden Noat Samisa'nın blogunda görmüştüm ama pek ilgimi çekmemişti açıkçası ilk başta. Bu tip filmler pek fazla gösterilmediği için, pek aşina da olmadığımızdan bilgimiz de yok zaten. Ama !f festival programında olduğunu görünce kaçırmak istemedim, ne de olsa bugüne kadar izlediğim tek Asya yapımı Oldboy'un bir kredisi vardı.

Film ülkelerinden kaçıp Mançurya'nın uçsuz bucaksız topraklarında bir nevi haydutluk yapan iki silahşör ve bir de ödül avcısını konu alıyor aslında. "Çılgın" karakterimiz Yoon Tae-goo bir gün bir treni soymaya kalkışır ve tren soygunu sırasında peşinde "kötü" Park Chang-yi'nin ve ordunun da olduğu bir hazine haritasını ele geçirir. "İyi" Park Do-won ise başına ödül konan haydutları kovalayan ve attığını vuran bir abimizdir. Bu üç silahşörün yolu haritanın peşinde koşarken kesişir ve olaylar gelişir. Filmdeki favori karakterim Park Do-won abimizdir. Gerek kılık kıyafetiyle Western geleneğini yaşaması ve yaşatması, gerekse filmdeki inanılmaz sahneleriyle kalbimi çaldı.

Filmi beğenmeyenler olmuş etrafta okuduklarımdan, Leone'in The Good The Bad and The Ugly'si ile karşılaştırarak. Bu karşılaştırmayı yapmadan izlenildiğinde gayet güzel bir film ve karşılaştırmaya da gerek yok diye düşünüyorum. Oradan esinlenmiş bir hikaye fakat aynısını yapmak istediğini sanmıyorum Ji-woon Kim'in. Özellikle filmin girişindeki kartal uçuşu ile başlayan tren sahnesi ve Park Do-won abimizin başlayan müzikle birlikte çoşup olayı one man show'a çevirdiği sahneler unutulmayacak cinsten. Bence izleyin.

Someone to Watch Over Me


Daha önce de yazmistim, yeni gelismeler oldugu icin tekrar yaziyorum. Ekip olarak (Sedürt haric, kafasina vurmali bi tane) Battlestar Galactica`nin hastasiyiz. Dizi son 3 bölümüne girdi ve olaylar, karmasalar, duygular, gittikce gelisen cekim kalitesi, inanilmaz müzikler falan derken iyiden iyiye mal beyanina basladi. Az önce 17. bölüm "Someone to Watch Over Me" yi izledim. Yine kendine mest etti o ayri; ama dedim ya artik iyiden iyiye senaristler mali ortaya koyuyorlar. Tabi bu kadar karmasik bir örgüyü üzerinde düsünmeden tamamiyle kavramak zor. Hal böyle olunca da ortaya Battlestar Galactica evreninde tarihin baslangicindan bugüne kadar olan zamani insan, cylon ve centurionlar icin ayri ayri aciklayan bu sema yaratilmis. Yaklasik bir yarim saat kadar inceledim yavas yavas, sindire sindire. Kafamdan dumanlar cikti ve müsadenizle senaristlere sormak istiyorum: "Allah misiniz lan?"

1 Mart 2009 Pazar

Paylaşmak İstedim - 3


Bazen çok garip bir hisse kapılıyorum. Biraz megolomanca bir o kadar da paranoyakça gelebilir ama bunları paylaşmak istiyorum. Çünkü en büyük fobilerim birazdan anlatacaklarım heralde şu hayatta. Birincisi şöyle bir şey; Tanrı bu dünyaya sadece beni yollamış, bu dünya sadece benim dünyam, burada bir tek ben sınav oluyorum ve gördüğüm her şey hepiniz falan benim kafamdaki hayallersiniz. Gerçekte yoksunuz yani. Eğer hakkaten öyleyse, hepiniz sadece benim kafamın içindeyseniz var ya, çok ayıp ediyorsunuz bak yemin ediyorum. 

Bir şey daha geliyor aklıma yukarıdaki düşünceye paralel olarak. Tanrı yine bu dünyaya sınav olması için yine sadece beni yollamış. Geri kalan tüm insanlar vücut olarak hepiniz de varsınız mesela. Hayal falan değilsiniz. Ama olay şu ki hepiniz benim sınav olduğumun farkındasınız. Böyle buraya sınav görevlisi gibi gönderilmiş melekten, zebaniden ne bileyim bilimum muhteviyattan bozma insanlarsınız. Her yaptığımı biliyorsunuz, bugün şunları şunları yaptı diye konuşuyorsunuz, kararlar falan alıyorsunuz. Eğer durum bu şekildeyse var o zaman daha çok ayıp ediyorsunuz. Hepinizi severim sayarım bak. Yapmayın böyle şeyler.

Omurilik Sen Vücudumun En Yüce Bir Yerisin

İnsanları yaşarken görünce çok şaşırıyorum hep. Kendime de şaşırıyorum zaten. Geçen gün yine düşündüm yine şaşırdım. Çok fazla karmaşık bence şu hayat. 

İnsanoğlunun aklı başında geçirdiği yıl sayısı 60 yıl olsa eder bu sana 21900 gün. Ve sürekli olarak yapman gereken bir şeyler var. Uyumalısın mesela. Sonra uyanmalısın çok geç olmadan, çünkü işe veya okula gitmen gerek. Uyanmak da yetmiyor önce tuvalete gitmen sonra kahvaltı falan yapman lazım. Ara sıra el yüz falan da yıkanmalı. Traş olunabilir. İşe gittin yapman gereken bir ton iş var. Hani işe gitmek falan da neyse mesela arada bir arkadaşlarını araman lazım, onlarla beraber bir şeyler yapacaksın. Neler yaptığını anlatacaksın, onlar sana anlatacak dinleyeceksin. Yaptıklarını anlatma konusunda ne kadar iyiysen o kadar daha fazla arkadaşın olacak. Bir de aileye vakit ayırman lazım mesela. İnanılmaz yorucu aslında. Hayat sürekli bir şeyler yapmakla ve de yaptıklarından kayda değer olanlarını başkalarına anlatmakla geçiyor. Bazen diyorum ki “iyi ki varsın omurilik”.