
24 Şubat 2010 Çarşamba
Mew

7 Ağustos 2009 Cuma
Tatilcinin El Kitabı - Zeytinli Rock Fest

- Öncelikle festivale gitmeniz için gerekli şartlar var. Bunlar bilet, kızlar için genelde kızıl ve mayi boyanmış saçlar, erkekler içinse top sakal ve her iki cins için de siyah tişörtler. Kelime esprili olursa daha güzel. Yanınızda olmaması gerekenlerse deodorant ve parfüm gibi maddeler.
- İkinci olarak festivale gitmek için hem ucuz hem eğlenceli olur diye dandik trenle gitmeyin. Hele ki uzak yerden geliyorsanız asla. Geçen yıl o gaflete düştük, 15 saat sürdü tren. Gerçi ben büyük kısmını uyuyarak geçirdim ama Spicoli'ye bunun güzel bişey olup olmadığını sorabilirsiniz. Güzel değilmiş.

- İzmir üzerinden Foça'ya gidecekseniz İzmir'de inince "festivalciyiz, asiyiz, maceracı takılalım" diye otostop falan yapmaya kalkışmayın. Onu da denedik o da güzel bişey değil. Herşeyden önce o bavullarla bi aşağı yukarı dolaşınca omuzlar falan mahvolduğu gibi sizin gibi otostop peşinde koşan çakallar olduğu için güzel bi yer bulacaz diye heba oluyorsunuz. Bunların en kötüsü de araba beklerken oluşan amele yanıkları. Sonra festival alanında birbirinizi ararken "abi bizim arkadaşı gördün mü üstünde kalıptan çıkmış gibi amele yanıkları var" diye aramayın. Ki tüm bunları yapsanız bile otostopta başarılı olma şansınız az. Biz 2 saat amele gibi bekledikten sonra başarılı olamayınca sinirlenrip parayı bastık ve öyle gittik yine. Otostop güzel değil.

- Festival'e "erken gidelim abi eğleniriz" demeyin. Nice koç yiğitleri kızgın güneş altında heder eden düşüncenin temeli bu arkadaşlar bu gibi durumlarda. Erken gidecekseniz de kapı açılış saatinden sonra orda olacak şekilde gidin. "Kapıları erken açarlar kalabalık olunca demeyin", açmadılar. Sonra güneşin altında amele yanıklarınıza yeni güzel desenler eklenir.
- Mutlaka güneş kremi alın ve kullanın. Gerçi bunu aklı başında çok insan yapar ama biz niye yapmadık bilmiyorum. Her tarafımız patlıcan gibi kızarınca gidip güneş kremi aldık "yandık lan biz galiba" diye ama fayda etmedi. İlk gün sendromu önemli, güneşe yenik düşmeyin.
- El feneri alın yanınıza, sonra gece "aa pardon yanlış gelmişim" diye ters bi çadıra girip de çıkamamak var. Neyse ki bunu akıl etmişiz biz.
- Sabah erken kalkıp gölgelik alandan yer kapın. Sonra güneşin altında bütün gün yanmak var. Ya da en güzeli sabah kalkıp gezmeye gitmek etrafı, 4 gibi gelip denize girmek. Sonra da konserlere devam etmek.
- Sulu şakalar yapmazsanız sevinirim, bişey olacağından değil de sevmiyorum ben.
- Konserler sırasında ön sıralardan uzak durun. Zira yukarda bahsettiğimiz siyah tişörtlü ve tezcanlı arkadaşlar "eğleniyoruz eeaabi" diye birbirlerini öldürmeye çalışıyolar. O işlerin adamı değilseniz sakatlık yüksek ihtimal. Wall of death.
- Bu yılki festivale Lordi geliyomuş. Eurovision'da izlemedim ama maskeli falan değişik bi grup. Finlandiyalılarmış. O konser sırasında -eğer ki sevmiyorsanız- uzak durun sahneye bence. Çünkü grup böyle olunca dozu kaçıran fanatikleri olacağını tahmin etmek pek zor değil. Herşey olabilir. Çeşit çeşit insan var.
- Bu tavsiyem de sadece erkekler için; oraya gidince; "ortam güzel, deniz kum güneş üçlüsüne müzik de eklenince kız tavlarız kesin" diye düşünmeyin. Bu gibi düşünen popülasyon, katılımcıların %90'unu oluşturduğundan tavlanılcak kızlar yerine çılgın Hayko Cepkin Fan'ları sizi bekliyor olacak. Buna dikkat edelim, beklentiyi minimum seviyede tutalım.
- Hayko Cepkin Fan'ları ve punkçılar gibi extreme topluluklardan uzak durun. Yanlış anlaşılmasın kimseyi kötülemiyorum ama geçen yıl "ben punkçıyım Ankara benim anam, Ankara'ya söven bana sövmüş sayılır" diyerek kavga çıkaran tipler görünce bu kararı aldık biz. Yine de siz bilirsiniz.
- Son olarak giderken dönüş biletinizi alın kafanız rahat olsun. Sonra bilet bulunmuyor falan bir sürü zahmet.
5 Haziran 2009 Cuma
Benim de Tavsiye Edeceklerim Var - 2

Bugün Facebook'ta rastgeldim bu kısa filme. Kısa filmlere zaten özel bi sevgim vardır, final dönemiydi, dersti dinlemeyip izledim. Hem de defalarca.
23 Şubat 2009 Pazartesi
Haftanın Müzik Listesi - 24

- Opeth - Face of Melinda
- Tool - Schism
- Pantera - Floods
- Dream Theater - Finally Free
- Radiohead - Fake Plastic Trees
2 Şubat 2009 Pazartesi
Haftanın Filmine Kısa Bir Bakış - 21

Bu film çıktığında 9-10 yaşlarındaydım. İnanılmaz ses getirmişti film. Biz de kuzenim ve kardeşimle bu filme gidebilmek için anne ve babalarımızdan izin istemiş, lakin "o film size göre değil" cevabıyla karşılaşıp gidemememiştik. Bu laf nasıl bilinç altıma işlediyse artık geçen haftaya kadar izlemedim filmi. Lakin geçen hafta izlediğimde ise "nasıl bu zamana kadar izlemedim bu filmi" dedim.
20 Ocak 2009 Salı
Atlas Silkindi

9 Ocak 2009 Cuma
Seinfeld: A Show About Nothing
5 Ocak 2009 Pazartesi
Ruhunu Arayan Takım

Daha önce Sacred Hoops (Kutsal Çemberler) adlı kitabı Türkçe'ye çevrilen Phil Jackson'un ikinci kitabı. Daha doğrusu Türkçe'ye çevrilen ikinci kitabı. Kitap Amerika'da 2004 yılında piyasaya çıkmıştı. Los Angeles Lakers Karl Malone, Gary Payton, Kobe Bryant ve Shaquille O'neal'lı kadrosuyla finallerde Detroit Pistons'a 4-1 kaybedince Los Angeles karışmıştı. Shaq-Kobe sürtüşmesi sonrası Shaq takasla Miami'ye gitmiş, yüzük avcıları Malone ve Payton biz bişey görmedik abi dercesine ortalıktan kaybolmuşlar, Phil Jackson koçluğa ara vermişti. İşte Phil Jackson da bu dönemde yaşanan krizleri anlatıyor kitabında. Takımının ruhsuzluğundan, nasıl bu kadar inançsız hale gelip eriyip gittiğinden dem vuruyor.
Daha önceki kitabını 2 günde bitirmiş biri olarak bu kitabı sabırsızlıkla bekliyordum. Kitap sadece sporla alakalı değil bu arada bunu da belirteyim mental yönden oyuncularını nasıl motive ettiğini, insanları olgunlaştırma taktikleri vs. En azından Kutsal Çemberler'de öyleydi bunda da farklı olacağını sanmıyorum. Bir çeşit kişisel gelişim kitabı da denebilir o yüzden.
Kitap satışa çıkmış burdan. Yine Mavi Ağaç Yayınları sayesinde kitabı okuyacağız öncesinde olduğu gibi. Onlara da bu vesileyle teşekkür ederim bu gibi kitaplar ne yazık ki pek ülkemize uğramıyor. O sebepledir ki alalım aldıralım.
20 Aralık 2008 Cumartesi
Nefes Nefese

Nefes Nefese, Ayse Kulin`in 2002 yilinda yayimlanan romani. 2. Dünya Savasi`nin esigindeki Türkiye`de, Osmanli`nin son dönem pasalarindan Fazil Resat`in ailesi ekseninde dönüyor olaylar. Pasanin 2 kizi Sabiha ve Selva`nin hayatlarindan yola cikarak hikaye örgüsünü kuruyor yazar. Büyük kiz Sabiha dis isleri bakanligindan bir diplomatla evleniyor. Esi Macit araciligiyla o dönemde Ismet Pasa ve diplomatlarin 2. Dünya Savasi`ndan ülkeyi sakinmak icin ortaya koyduklari cabayi hikayelestirerek anlatiyor yazar. Bunlari yaparken Dis Isleri Bakanligi`nin arsivlerinden faydalanarak gercek olaylara da yer vermis kitabinda. Diger kiz Selva ile ilgili bölümlerinde ise Yahudi bir genci seven Selva`nin basindan gecenlere deginiyor kitap. Yani dönemin dokusuna farkli acilardan yer vermis yazar kitapta. Bir yerde devletin en tepesinde verilen mücadeleler, diger yanda ise dönemin toplumunun gayr-i müslim biriyle bir müslümanin iliski yasamasina verdigi tepki. Kitapta yine 2. Dünya Savasi sirasinda Avrupa`da, yahudilerin yasadiklari olaylar cok etkileyici bicimde dramatize edilmis. Anlatimi ise konusuna nazaran hatri sayilir derecede tempolu. Sahsen okumaya basladigim dönemde vaktimin büyük ölcüde tamamini aldi ve kitabi kisa zamanda bitirdim. Ayni adi gibi nefes nefese okutuyor kendini meret. Kisacasi, icinde heyecan barindiran, duygulu ve ilgi cekici konuya sahip bir roman. Okumamis olanlara okumalarini öneririm.
6 Aralık 2008 Cumartesi
Bizim Dürümcü

Bu seferki tavsiyem mekanim gecen seferkinden biraz farkli. Daha salas ve basit bir mekan. Bir arkadasim hemen karsisindaki apartmanda oturuyordu Bizim Dürümcü`nün. Bir final dönemi öglen aksam 2 postaya baglamistik hatta. Bircok yerde dürüm yedim yalniz buradaki dürümler biraz daha farkli digerlerinden. Cünkü usta kebabin bir kismini lavasinin icindeyken pisiriyor anladigim kadariyla, bu da ayri bir lezzet katiyor anlamadigim bir sekilde. Ayrica oldukca doyurucu. Nerden baksaniz ceyrek öküzü tek basina bir oturusta yiyebilecek olan ben 2 dürümden öteye hic gecemedim. Hatta 2 taneyi ancak cok ac oldugum zamanlarda yiyebildim. Dürüm sevmeyen de bircok insani götürdüm ve begenmeden cikani hatirlamiyorum. Dedigim gibi biraz salas, otantizmi de dayamislar duvar halisi falan, cevre otellerde kalan turistleri hamuduyla götürüyorlar. Yolu düsenler mekani, Findikzade`deki otobüs duraginin hemen arkasindaki, adini yanlis hatirlamiyorsam North Island Hotel`in arasindan girince 30 metre asagida sagda bulabilir. Istediginiz takdirde her türlü sofrayi da kuruyorlar. Raki, bira ne isterseniz de getiriyorlar. Fiyatlari da muadillerine oranla müthis uygun. Siz de yolunuz düserse sektirmeyin derim.
3 Aralık 2008 Çarşamba
Bursa'ya Yolculuğun Dayanılmaz Hafifliği

Siddhartha

Avatar The Last Airbender

Cizgi filmlere hep ön yargiyla yaklasmisimdir. Tabi essek kadar olduktan sonrasi icin konusuyorum. Ondandir ki her ne kadar cevremde nicedir "olm kesin izle, lan sen manyak misin izle" diyip duran adamlar olmasina ragmen epey zor oldu Avatar`a baslamam. Baslamamla birlikte yavas yavas hem ön yargimi hem de gergin vakitlerde gerginligimi aldi. Baska bir dünyaya götürdü. "Keske ben de sizin dünyanizda yasasam be" bile dedirtti. 3 sezondan olusuyor dizi. Ilk sezon iyi, ikinci sezon cok iyi, ücüncü sezon süper. Hem 20 dakika oldugu icin aralarda kisa kisa 1 bölüm atiyorsun, rahat da oluyor. Cizgi filmin bitmesinin ardindan bir de film projesi var. Yalniz tadini bozacaklarmis gibi bir his var icimde. Tamam belki daha genis kitlelere hitap ederler; ama sadik izleyicinin de hosuna gidecegini pek sanmiyorum Avatar`i maymun gibi bir adam olarak görmek. Böyle konusuyorum cünkü bir yerlerde Avatar rolü icin düsünülen adamin resmini görmüstüm ve pek hosuma gitmemisti, bakicaz. Dizi her ne kadar genel anlamda eglenceli gibi görünse de arka planda yer yer adami duygusala bagliyor. Acikcasi sunca hayatimda izledigim milyonlarca dolara mal olan onca dizinin cok büyük cogunlugundan iyiydi. Hele bir final bölümü var ki icinde kan, ter, nefret, göz yasi, ask ne arasan var. Saka bir yana da final bölümü hakikaten izledigim en iyi finaller siralamasinda plasem. Favorimse elbet Battlestar Galactica 3. sezon finali. Onlar daha iyisini yapana kadar da en iyisi bu zaten. Avatar bittigine göre, yürüyedur Battlestar.
25 Kasım 2008 Salı
3 Film 3 Yorum

Önce Mustafa’yla başlayalım.İzleyen izlemeyen herkes tarafından o kadar eleştirildi ki,bu eleştiriler yapımın da önüne geçti.Filmi izleyince gördük ki bir çok eleştiri o kadar yersiz ve mantıksız ki.Hatta çoğunun yapımla uzaktan yakından ilişkisi yok.Tamamen ideolojik eleştiriler .Şimdi diyeceksiniz ki “ E herhangi bir yapıttaki görüş eleştirilemez mi?” Tabi ki eleştirilir.Hatta özellikle bu tarz filmlerde çekimden ya da filmografiden çok görüşler eleştirilmeli.Fakat “Can Dündar Atatürk’e nasıl Mustafa diye hitap eder” şeklinde bir eleştiri de benim mantığımın sınırlarını zorluyor açıkçası.Dogmalarla savaşan bir liderin nasıl dogmaya dönüştüğünü başka bir yazıya saklayalım.Film hakkında ise bende bir “Sarı Zeybek” etkisi bırakmadı diyebilirim.Fakat bazı fotoğraflar gayet iyiydi.Can Dündar’ın birkaç yorumu gerçekten sert olmuş ki zaten kendisi de bunların yersiz olduğunu kabul etti.Filmin bu kadar tartışılması herhalde en çok Can Dündar’ın işine gelmiştir.Şahsen ben de birçokları gibi “Neden bu kadar eleştiriliyor acaba? ” diyerek gittim filme.
İk

Son filmimiz Issız Adam. Seviyorum Çağan Irmak sinemasını .Gerçekten de anlatmak istediğini çok etkili veriyor filmlerinde.Bu filminde de “Mustafa Hakkında Her Şey” havası sezinledik.Bence gayet güzel ve bir o kadar da gerçek bir filmdi.Ya da duygusal bir dönemime denk geldi de o yüzden mi beni böyle etkiledi orasını bilemeyeceğim.Fakat bir şekilde yakaladı beni işte.Yönetmenin de dediği gibi hepimizin bir şeyler bulabileceği bir film olmuş.Ayrıca müzikleri de inanılmaz.Ayla Dikmen'den Anlamazdın,Sibel Egemen'den Yalnız Adam,Semiramis Pekkan'dan Bana Yalan Söylediler,Nil Burak'tan Yalnızım Ben, gerçekten de harika şarkılar harika yorumlar.Hatta bir yerinde Fransızca bir şarkı çalıyor ki yurda geldiğimden beri döndürüyorum resmen(bkz. Michael Fugain-Une Belle Histoire)

Yine de 3 film için de Türk Sineması adına birer kazanç diyebiliriz.Özellikle Issız Adam’a mutlaka gidin derim ben.
22 Kasım 2008 Cumartesi
Ali Haydar
Birkac gün önce sinavlardayim, dardayim demistim. Hasili, bugün bitti, ferahladik. Kücük bir gelenegimiz var arkadaslarla, sinav dönemleri sonunda beraber bir yemege cikiyoruz. Bugün de nereye gitsek diye düsünürken, birinin Ali Haydar`a gidelim demesiyle Samatya`ya dogru yola düstük sinav cikisi. Mekani bulduk, fiyat, durum falan bir gözden gecirdik. 60 Ytl olan sinirsiz menüyü usta sag olsun 50 Ytlye ayarladi bize kisi basi. Aksama gidilmesi üzerine karar verdik. Bu bildigimiz Sener Sen`li, Türkan Soray`li Ikinci Bahar dizisinin cekildigi "Ali Haydar Ikinci Bahar" adli restoran bahsettigim. Daha sonra Ali Haydar Usta`dan ögrendigimize göre diziden sonra restore edilmis mekan ve hizmet vermeye baslamis. Biz dizide izlerken sadece setmis yani oralar. Hatta kebaplari Vakkas`in dükkanda pisiriyorlarmis, cekim icin karsiya getiriliyormus.
18 Kasım 2008 Salı
`74 - `75

Bahsetmek istedigim, daha dogrusu duyurmak istedigim bir sarki var. Pek bilinen bir sarki degil haliyle. Sarkiyi yapan grup olan The Connells, müzik piyasasinda hicbir zaman kendine yer edinmeyi basaramamis, söylemek gerekirse basarisiz bir grup. Ne var ki o basarisizlik icinde bir sarki yapiyorlar ki müthis bir is. "One Hit Wonder" adi altinda yapilan tek seferlik müthis isler listelerinin de müdavimlerindendir bu sarki. Haftanin listesine falan koyup da digerlerinin arasinda erimesine icim el vermedi, hem fazlasiyla ayri bir post olmayi da hak ediyor zaten. Teknosa`da duymustum ilk kez. Koca magazanin icinde sarki bitmeden, sarkiyi calan cihazi bulmak gibi kücük capta bir macera yasatti. Sansim yaver gitti, buldum cihazi. Sarkinin adi "`74-`75" ti. Eve geldim, buldum sarkiyi falan, müthis bir histi. Klibi de cok güzeldir, gerci isin bu kismi kendi yasanmisliklarima pay cikarmamdan dolayi da olabilir. Umarim begenirsiniz. Youtube`a ulasamayanlar icin bir de söyle birsey var.
12 Kasım 2008 Çarşamba
Zezé'nin Öyküsü

Jose Mauro De Vasconcelos`un müthis üclemesinden biraz bahsetmek istiyorum. Seker Portakali - Günesi Uyandiralim ve Delifisek`ten olusuyor üclü. Kahramanimiz Zeze`nin yasamindan belli yillari iceriyor her biri. Seker Portakali`nda yeni okula baslayan bir cocuk olan Ze, Günesi Uyandiralim`da 12-13 yaslarinda Delifisek`te ise artik delikanlilik cagindadir. Kitaptaki karakter Ze, yani Jose yazarin ta kendisi.
9 Kasım 2008 Pazar
Guitar Hero 4
Guitar Hero 4
İlk kez Bill Gates’i çalarken görmüştüm ve tam olarak anlam verememiştim ne yaptığına. Geçenlerde Sedat’ın tavsiyesiyle Guitar Hero 3`ü oynamaya başladım. Gerçekten de anlatılmaz yaşanır cinsinden bir oyunmuş. 4 farklı seviyede oynayabiliyorsunuz. Oyunun oynanışı ise prensipte çok basit. Sürekli hareket halinde olan gitarın tellerine, tellerin üzerinde beliren butonlara göre doğru zamanlarda basmayı gerektiriyor. Fakat uygulamaya geçildiğinde üstteki 2 seviyede notayı görüp de basmak neredeyse imkansızlaşıyor. Şu sıralar her yerde oyunun 4. sürümü olan Guitar Hero 4`ün reklamları karşıma çıkıyor. Oynayanlar dünya çapında sporcular olunca reklam ürünün önüne geçmiş. Reklamında vokalde Kobe Bryant‘a (Basketbol), gitarda Michael Phelps (Yüzme) ve Alex Rodrigez (Amerikan Futbolu), davulda ise Tony Hawk (Kaykay) eşlik ediyor. Son iki isim bizim kültürümüze daha yabancı olsa da ikisi de Amerika`da inanılmaz popülerler. Oyundan da bahsedersek yeni sürümü Ekim ayında bütün platformlar için (xbox, wii, playstation ve pc) piyasaya sürüldü. Orijinal adı Guitar Hero 4: World Tour. Guitar Hero 4`te oyuna yeni bir özellik olarak “rock band “ de eklenmiş. Yani elektronun yanına davul ve bas da gelince tam evlere şenlik olmuş. Ayrıca bu özelliğin eklenmesinde aynı isimli farklı bir oyunla epey sorun da yaşamış Guitar Hero`nun yapımcıları. Yeni oyundaki şarkı listesinde Jimmy Hendrix, Michael Jackson, Ozzy Osbourne gibi isimlerin olması da oyunu çekici kılan etmenlerden. İlgiyle bekliyoruz. En yakın zamanda kavuşmak dileğiyle.
8 Kasım 2008 Cumartesi
Yabancı

Okuma üşengeci bir toplum olmamız sebebiyle kitap tavsiyelerinin pek kaale alınmadığını bilsem de bir kitap incelemesiyle daha karşınızdayım arkadaşlar. Üstelik yine bir Albert Camus romanı ile...
1 Kasım 2008 Cumartesi
Tolkien Dünyası

Kitaplardan da biraz bahsedersek, Silmarillion‘da Dünya’nın oluşumu ve ilk çağdan bahsedilirken, Güç Yüzüklerine Dair bu Dünya’nın ikinci çağını anlatıyor. Bizim izlediğimiz film ise sadece 3. çağın son dönemini kapsıyor. Tolkien Dünyası’nın felsefesi ise temel olarak Tek Tanrı inancına dayalı. Zaten kitap da ”İlk başta Eru vardı, hep olmuş olan ve hep olacak olan” diye başlıyor. Tolkien kitabın devamında, Illuvatar‘ın (Eru’nun düşüncesi) ilk yarattığı meleksi yaratıklar olan Valar`la birlikte adeta bir orkestra gibi Dünya’nın görüntüsünü bir “müzik” olarak oluşturmasından bahsediyor. Daha sonra ise kötülüğün doğuşunu, Elflerin ve İnsanların Dünya’ya gelişlerini, Tolkien Dünyasının İlk Çağ`ını kendi kurduğu gerçekliğin dışına çıkmadan anlatmış bu kitapta. Güç Yüzüklerine Dair de ise bu Dünya nın İkinci çağında gelişen olaylardan ve filmin başında gördüğümüz yüzüklerin ve Sauron’un “Tek Yüzük” ünden bahsetmiş. Bana en ilginç gelen noktalardan biri iki kitapta da hemen her olayın ve varlığın isminden söz ederken "elf lisanında şöyle, insan lisanında böyle denir" diye farklı söylenişlerini de yazmış olması. Tolkien bunu yaparken hem dil zenginliğine atıfta bulunmuş hem de kendine has yeni bir dil oluşturmuş. İki kitabın da sonunda “Elfçe sözlüğü”, kişi ve olayların yer aldığı ayrıntılı bir sözlük, harita, kronoloji ve soy ağacı bulunuyor. Okurken kitabın arkasıyla sürekli haşır neşir olmak zorundasınız, yoksa takip mekanizmanız anında kırılabiliyor. Bu Dünya’dan sıkıldığınız anlarda Tolkien Dünyası sizin için büyük bir alternatif olacak. Fantezi-Kurgu kitaplarının temeli olan her iki eseri de şiddetle tavsiye ederim.