11 Şubat 2012 Cumartesi
Kavrayışlar
3 Şubat 2012 Cuma
Pi
17 Aralık 2011 Cumartesi
In An Absolute Loneliness
15 Aralık 2011 Perşembe
Hava Kirliliğinin Müellifi*
14 Aralık 2011 Çarşamba
Lokum,Sucuk ve Issey Miyake Intense
12 Aralık 2011 Pazartesi
Tekel Cin ve Düşleri
Tekel cin tam da bunları anlatırken istemsizce biraz gülümsedim. Ama cin görmedi bu hareketimi. Zaten görseydi çok kırılırdı bana, bir daha da konuşmazdı. Bir de böyle atarlı pezevenk. Ama beylik laflardı bu dedikleri. Uzun süre şişede kalmış birinin zırvaları, Şişe-zırva sendromu... Ama gülümsememin altında başka bir şey de vardı. Çünkü bir kere hissetmiştim anlattığı şeyi. O olmuştum , o da ben. Ama o zamanlar çok küçüktüm, bir de sarhoştum, hatırlamıyorum.
Cin mütemadiyen sızlanmaya , insanlar hakkındaki hayıflanmalarına devam ediyordu. Güzel örnekler veriyor seni daha çok içine çekiyordu. Ona acımanı istiyordu ve bu işten bile değildi. Ben bağışıklığımı 7 yaşındayken kazanmıştım ama böyle şeylere. Değişik bir aşıyla hem de... Sağlık ocaklarının dağıtmadığı cinsten, ilkokula gelen sağlık memuru aynı pamuğu kullanarak bütün sınıf mevcuduna falan vuramazdı öyle. Ama yine de, bütün o aşının etkilerine rağmen , acıdım Cin e. Acımak istedim çünkü. "Yürü lan!" dedim en sevimli halimle. " Noldu abi, nereye ?" dedi. "Bir gezip gelelim, hem tedbil-i mekanda ferahlık vardır" Hiç itiraz etmedi. Hemen düştü peşime. Sonunda o şişesinden kurtuldu, yerine de ben çöreklendim hemen. "Güzel şişeymiş lan," dedim." Hem iyi ışık alıyo."
29 Ekim 2010 Cuma
Bir Kutu Çikolata - 6

20 Nisan 2010 Salı
Paylaşmak İstedim - 14

Sınavların bitmesiyle memleket hasreti doldu yine içime. Gidip görmek, çeşmeden sularını içmek, anamın babamın elini öpmek, kuzuların melemesini(kuzu mu!) dinlemek farz oldu. Böyle pastoral bir giriş yaptığıma bakmayın aslında tam tersi şeylerden bahsedeceğim.
Dönüş yolu biraz çetrefilliydi. TCDD nin yol bakım çalışmalarından dolayı Eskişehir'e kadar otobüsle gelmeye çalıştık.Çalıştık diyorum çünkü otobüsümüz Eskişehir'in girişinde bozuldu. Aslında ben tam o anda muavinden "Bundan sonrasına katırlarla devam edeceğiz " esprisi bekliyordum ama yapmadı. İnsanlar gerildi, kimileri otobüsün tamir olmasını beklemeden taksi çağırıp kendi imkanlarıyla trene yetişmek istedi. Ben bekledim. Hem taksiye para vermemek hem de herhangi bir aksaklık sonunda cingar çıkartmak istiyordum.Sonra nasıl olduysa şöförle muavin bir şekilde otobüsü tamir ettiler de , Yüksek Hızlı Tren'imize ulaşabildik.
Sanki bir yarım saat önce otobüsü bozulan rezil topluluğun bir üyesi değilmişim gibi YHT nin içine girince kendimi bir anda metropol insanı gibi hissetmeye başladım. Buram buram teknoloji kokuyordu içerisi. Evet belki ben "economy" tarafındaydım,fakirdim, fakat içinde "Business" bölümü barındıran bir aracın içerisindeydim ve bu da bana yetiyordu. Mutluydum.
Hemen oturup kulaklıklarımı taktım, çalan Fransızca şarkı beni iyice havaya sokmuştu. Şöyle etrafı kolaçan edince sağımda akademisyen olduğunu zannettiğim bir kadının tam göremesem de yabancı dilde bir dergi okurken buldum. Onun önündeki adam laptopunu açmış işlerini hallediyor, benim önümdeki şık giyimli çift ise gazetlerini(Washington Post ya da New York Times tarzı gazetler)açmış, okuyorlar. O anda gözüm YHT nin monitörüne takılıyor.Ekranda 250,6 km/h yazısını görüyorum. Camdan dışarı bakıyorum. Önümden büyük bir hızla akan modern tarıma elverişli tarlaları izlerken yüzüme o metropol insanının tebessümünü takınıyor ve kendi kendime "İşte!" diyorum.
İşte! tam bu anda burnuma çok kötü ve tanıdık bir koku geliyor. Kokuyu duyar duymaz sarsılıyorum.Hatırlıyorum bu kokuyu.Eski günlerden,eski kötü karanlık günlerden.Derinlerden bulup çıkarıyorum nereden olduğunu : Karesi Ekspresinden! Dönüp arkama baktığımda bir de ne göreyim ! Her tren yolculuğunda yumurta ve domates yiyen yaşlı çift de burada! Tam arkamda bitmişler. Kaçamamışım.Kaçmam da mümkün değil zaten!
Kafamı sağa çevirdiğimde akademisyen tipli kadının aslında normal bir ev kadını görüntüsünde olduğunu ve okuduğu derginin de yabancı dilde falan değil bildiğin TCDD nin bastığı "Railway" gibi bir ismi olan saçma dergi olduğunu farkediyorum. Hemen önündeki laptoplu adam ise işlerini halletmek ,maillerine bakmak şöyle dursun bildiğin "solitare" oynuyor. Önümdeki şık çift ise şık falan değil. Hatta epey rüküş diyebiliriz. Gazetlere gelince; adamın elinde kocaman bir "Bilica" kafası kadında ise Sabah'ın "Günaydın" eki. Son bir umut olarak kafamı cama çeviriyorum. Ne tarla var ne tarım. İşte o anda kulaklıktaki şarkı da değişiyor. Audioslave söylüyor :
"Be yourself!"
22 Şubat 2010 Pazartesi
7 Şubat 2010 Pazar
Only Absence Near Me!

Tatilimin son bir haftasına giriyorum.İlk hafta yorgunluk atıyorum diye sevinirken son hafta hiç bir şey yapmadığım için dertleniyorum.İnsan da garip bir varlık.
Peki bu boşluk duygusundan kurtulmanın bir yolu var mı? Sevdiğim kadın TV yi kapatmamı önerdi.Yaptım. 3 dk 29 saniye sonra babam gelip yine açtı.(uydu kapanınca TV nin karıncalı kanal üzerindeki geri sayım saati sayesinde kesin süreyi biliyorum)Ayrıca, Aile hayatının TV çevresinde döndüğü tespitinde de bulundu.Haklı da.
Peki TV yi kapattık, bu kez ne yapacağız? Ma Cherié,bu kez de kitap oku ya da film izle diyor.Haklı da.Fakat bu insan da çok tembel bir varlık.
Aslında tatil boyunca 9-10 film izledim. İzlenimlerimi paylaşıcağım ilerleyen yazılarda(Evet ilerleyen yazılar olacak) Yine de çok daha iyi değerlendirilebilirdi bu tatil.Bir de benim 3 hafta tatilim varken , tıp fakülteleri öğrencilerine ve doğal olarak "sevdiceğime" 2 gün tatil vermesi dengeleri değiştirdi. Bir zamanlar burayı yorumlarıyla süsleyen "Küçük B.B" rumuzlu çok sevgili arkadaşın "3 günlük dünyada 3 gün tatil yeter" gibi bir yorumu da vardı ama bu şekilde kendini ve "geleceğin doktorlarını" kurtarması zor.
Geleceğin doktorları demişken buradan sedürt e sesleniyorum: " O ne biçim dekan lan,!" Ben bizim dekanın adını bile bilmiyorum.
Bir de futbol meselesi var.Eve gelince babam sayesinde gündemime tek kelimeyle futbol oturuyor. Artık o kadar ileriye gittim ki TRT 1 de Hakan Şükür le Ömer Üründül'ün saçma sapan yorumlarını bile dinledim. İzlerken farkedemiyorsun,fakat sonra düşününce herkes aynı şeyi diyor lan! TV yle futbol birleşirse oraya çakılıyorsun.Mümkünse TV açıksa bile futboldan kaçının.
" Chliché " sözcüğünü yazmayı da kullanmayı da seviyorum. Tam Türkçe karşılığı da " Beylik Laflar" O da güzel. Bir romanda görürsem tebessüm ederim.
Gelelim roman işine.Zorba'yı okuyun. Tavsiye ederim. Anlatımı akıcı, hikayesi güzel, karakterleri etkileyici. Ayrıca çok iyi bir felsefi temele de oturtulmuş, yani üstünde uzun süre düşünebilirsiniz. Bir kitaptan ne beklerseniz hepsini veriyor kısaca.( Tekrar teşekkürler M.)
Benim canım film izlemek istiyor diyenlere de "In the mood for love" ı tavsiye ederim.Orijinal adı da " Fa yeung nin wa". Aşk filmi izlemek istiyorsunuz fakat "chliché " den , klasik hikayelerden ve göz çıkaran fedakarlıklardan uzak mı durmak istiyorsunuz. Bu film bu isteğinize cevap niteliğinde.Çok sevgili bir insanın yorumuyla "İncecik,kırılacak gibi çok naif ve saf bir aşk hikayesi" Mükemmel geçişleri ve inanılmaz etkileyici müziğiyle film üstünüzden bir ilkbahar meltemi gibi akacak. (bkz. Beylik Laflar) Ama gerçekten de öyle.
Son olarak , bu yazıda adından çok bahsettiğim okendinibiliyor a bir mesaj: " BAOIENKĞNAAISÇŞM ". Herkese iyi geceler.
Dip not : "Bu yazıyı bir de ACDC den 'Back in Black' le birlikte okuyun."
17 Ocak 2010 Pazar
Paylaşmak İstedim - 13

Birkaç gün önce sigara almak için bakkala girdim. Kasada 15-16 yaşlarında bir çocuk, tezgahın hemen önünde de 8-9 yaşlarında çocuğun kardeşi vardı. Sigarayı istedim parayı uzattım. Tam o anda ufak çocuk "üzerinde sigara içmek öldürür yazıyo, siz içiyonuz" dedi. "Hakkaten lan" dedim, sigarayı uzattım paramı geri aldım. Abisi çocuğa pis pis bakıyordu.
Dükkandan çıktım, arkamdan ufak bir bağırış çağırış geldi. Umursamadım. Biraz yürüdükten sonra canım iyice sigara istedi. Bakkala geri döndüm. Ufak çocuğun gözleri şişmişti. Muhtemelen abisi tarafından darp edilmişti. Sigara istedim. Parayı verdim. Çocuk bu sefer bir şey demedi. Sadece bana pis pis bakıyordu.
24 Aralık 2009 Perşembe
Twitter Diye Bir Şey Var Lan

Dostlarım; bundan birkaç ay önce bana twitter hakkındaki fikrimi sormuş olsaydınız, buraya öyle popüler kültür karşıtı, öyle "kendini ifade etme sıkıntısı çeken gençlik" tandanslı bir yazı döşerdim ki aklınız dururdu. Lakin artık ben de bu oluşuma dahil olduğum için atıp tutamayacağım çok fazla. Daha temkinli ve sakinim şuan. Bu yüzden daha önceleri bana twitter hakkındaki fikrimi sormadığınız için sizlere müteşekkirim. Kaypak ruhlu bir insan olduğum bizi izleyen 70milyon insan tarafından anlaşılacak(şaka lan 70 kişi sadece) ve insanlar tarafından kınanacaktım. Hoş bi senedir yazıyoruz daha herhangi bir konu hakkındaki fikrimi sormadınız ama olsun. Sahi lan niye bir şey sormuyonuz ki hiç?
Neyse dostlarım, twitter aslında beni baya bi eğlendiren bir şey son zamanlarda. Hepi topu 8 tane takip edenim var, hemen hepsi de baya yakından tanıdığım adamlar ama olsun. Orada geniş kitlelere ulaşamasam da eğleniyorum. Böyle küçük küçük komiklikler, şakalar, anlamsız cümleler arasıra, bazen dert yanmalar falan bişeyler yapıyorum. Yok lan dert yanamıyorum işte. Beni takip eden adamlar hep hayvan çocuğu gibi muhabbetler yaptığım adamlar. Nasıl yitip gidenlere dem vurayım orada. Gülürler adama. Yoksa ağlama duvarı olarak da kullanmak bir opsiyon twitter'ı. Neyse, bir süre vakit geçirdikten sonra anladım ki amaç şu twitter'da: "insanların hayatlarına zerre katkısı olmayacak ve 140 karakterden oluşacak bir şeyler yazmak". Elimden geldiğince iyi bir şekilde icra etmeye çalışıyorum bu sanatı. Hiçbir şekilde okuyan insanın hayatında değişiklik yaratmayacak kelimeleri özenle seçip bir araya getiriyorum. Sonra gönderiyorum. Ve hayat devam ediyor.
Eveet, giriş ve gelişme bölümlerimizden sonra geldik sonuç paragrafına. Demem o ki eğer anlamsız hayatınıza zerre anlam yüklemeden bir iş yapmak istiyorsanız lütfen twitter'a gelin. Tırt, anlamsız ve eğlenceli gibi bir yer. Memnunum şahsen.
Dipnot: Olur da beni takip etmek isteyen olursa reklam veriyorum, gelin beraber eğlenelim: http://twitter.com/sedurt (bizim blog yazarları da orda, linkini vermek isteyen yazarımız olursa edit yapsın buraya biyere)
7 Aralık 2009 Pazartesi
Neden?

23 Kasım 2009 Pazartesi
İçimden O Kadar Çok Konuşmak Geldi Ki, O Kadar Çok
Bu aşırı durağanlık dönemimin hep sonbahar aylarına denk gelmesinden dem vurup, iklimler ve ruh hali konulu bir paragraf efendime söyleyeyim bir cümleler silsilesi yaratacaktım ama acayip üşendim dostlarım. Sonbaharın hüznüyle başlayan yazım; kışla beraber duraklama evresine girecek, ilkbaharla güzel bir çıkış yakalayıp, yaz mevsiminde zirvedeyken bitecekti. Tüm genç dimağlarımızın damağında biraz hüzünlü biraz orgazmik bir tat bırakacaktım ama açıkçası kim uğraşacak şimdi deyip vazgeçtim. Hem zaten Nuri Bilge Ceylan da filmini yapmış bunun "İklimler" diye, benim de burada yırtınmama ne gerek var. Gerçi pek diyalog yok mesela o filmde. Yazının buraya kadar olan kısmı filmdeki repliklerden fazladır mesela byte olarak. Ama adam fotoğrafçı işte, filmin kareleri falan ne biçim. Yoksa bir numarası yok gibi geldi filmin. Adam kadının ayak ucuna fındık atıyor sonra sevişiyorlar falan garip bir şeyler bir takım. Mevsimler var sonra öyle işte.
Neyse dostlarım giremedim ben bir türlü yazıya. Hani cep telefonunun şarjı biter ya mesela, ya da arabanın benzini bitebilir falan işte ne bileyim bilimum ansızın biten her şey gibi geçen gün evde otururken böyle, durup dururken motivasyonum bitti. O günden beri işte hayvan çocuğu gibi yatıyorum. Gün içerisinde sadece hayatta kalmak için efor sarfediyorum falan. Sordum soruşturdum "ne ayak lan böyle bir takım garip olaylar bende?" diye. "Depresyon" diyolla. Ulan insanoğlu da ne acaip, canın sıkıldı mı depresyon oluyor hemen o. "Canım sıkıldı" desen kimse sallamaz seni, depresyon demek daha şık gibi mesela. "Hayatta onulmaz dertlerim var" demek gibi. "Bir takım duyarlılıklarım, hassaslıklarım var" demek gibi. Ne gerek var. Arada bi canı sıkılır insanın. Olur öyle.
Gittim anneme "anne geçen gün evde oturuyordum, motivasyonum bitti" dedim, "hani mesela futbolculara prim veriyorlar, hani forvetler gol atınca para alıyorlar sonra daha çok gol atıyorlar ya dedim, ben de 70 üzeri not aldığım her komite sınavı için prim istiyorum 500tl" dedim. "Tamam" dedi. Hayata yeniden tutundum. Sahi, tutunamayanları bilir misiniz?
14 Kasım 2009 Cumartesi
Paylaşmak İstedim - 11

Geçenlerde hayatımın en muhteşem ayarlarından birini aldım. Ayar almak hoş bir şey olmasa da bazıları saygıyı hakediyor gerçekten. Rispekt!
Ben, eski ev arkadaşım, başka bir arkadaşım bi de onun kız arkadaşı oturup öyle boş boş muhabbet etmekteydik. Ortamda kızların hoş olmayan triplerinden dolayı o kıza giydirmekteydim. "Bak var ya biz erkekler olarak böyle size çok söyleyemeyiz ama bebek taklidi yapan kızlardan hiç hazzetmeyiz. Yani mesela böyle diyelim çok aşığız, bu bebek taklidinden sonra bi hoşlanma seviyesine falan düşer bu" diye başladım. Ortamdan coşkuyu aldıkça ben coştum, kendimi kaybettim. Nasıl yardırıyorum ama kız klişelerinden. "Ben seni arkadaş olarak görüyorum"dan giriyorum, "bilmem, bir sebebi yok, sadece sıkıldım"dan çıkıyorum. Erkekler olarak gülüyoruz ortamdaki tek kız tebessüm ederek geçiştiriyo falan. En sonunda iyice kıvama gelince ben "zaten biz 7'siyle 70'iyle, büyüğle küçüğüyle bütün erkekler olarak toplanıp bir manifesto yayınlayacağız bu böyle gitmez" dedim. "Ne zaman toplanıcaksınız" dedi. "Bu gece dolunay çıktığında toplanıyoruz" dedim, "niye dolunay çıkınca adama mı dönüşüyorsunuz?" dedi.
Sessizce başımı öne eğdim. Diğer erkekler de eğdi. Derin bir susuşma oldu. Ayağa kalktım, kızın elini sıktım, tebrik ettim. Ve artık hayat eskisi gibi değildi.
10 Kasım 2009 Salı
Atatürk'ü Anmak

Bugün 10 Kasım sizin de bildiğiniz üzere. Atatürk'ün anılması, bayrakların yarıya çekilmesi, mecliste bugün kürt açılımının tartışılması falan karışık bir gündü. Ama ben sizlere farklı bir şey anlatacağım.
Bizim sınıfta iki tane kız var. Bunları iyi tanıyorum. Hayat üzerine hiçbir fikirleri olmayan, şu hayattaki en büyük dertleri eski sevgilileri olan kızlar. Belki yeni sevgili bulmak da en ciddi problemleri olabilir, emin değilim. Bana kalırsa oksijen ve doğal kaynak sarfiyatından başka bir şey de değiller. Neyse işte bugün ikisi birden üzerinde Atatürk resmi bulunan tişört giyip gelmiş. Atatürk'ü anmak için.
Beni gereksiz derecede kendini beğenmiş ya da çok bilmiş olarak nitelendirebilirsiniz bilmiyorum. Ama yine de söylemeden edemeyeceğim. Açıkcası Atatürk'ün bu şekilde anılmasını hazmedemiyorum. Senede sadece bir gün onun da Atatürk tişörtü giymek gibi bi şekilde yapılması bana absürt geliyor. Bu iki gereksiz insanın Atatürk'ü sahiplenmiş gibi yapmalarını da hazmedemiyorum. Yaptıkları etraflarındakine "bakın ben modern bir cumhuriyet kızıyım" demekten başka bir şeyse ben de bir şey bilmiyorum. Sorsan kıza Atatürkü anlat diye ortaokul sosyal bilgiler dersinden fazlasını da anlatamaz. 19 Mayıs der, Bandırma vapuru der kalır.
İkisinin yanına gittim. "Bu tişörtler ne ki?" dedim. Alaycı bir şekilde bakıp "Bugün 10 Kasıaam, Atatürk'ü anıyoruz" dediler. "İyi o zaman, bir gün Che Guevera tişörtü giyip devrim yapıcak olursanız haber verin, hep beraber giyer geliriz" dedim. Anlamadılar.
Atatürk'ü saygıyla anıyorum. Keşke arkasından gelen nesiller okuyan, öğrenen ve O'nun ne yapmaya çalıştığını anlayan nesiller olsalardı. Bir gün böyle nesillerin yetişmesi dileğiyle.
1 Kasım 2009 Pazar
Vay Anam Vay
29 Ekim 2009 Perşembe
Kendi Çapında Yabancı - 1

Albert Camus hakikaten şahane yabancılaşmış topluma. Ona saygım sonsuz. Onun kadar yani böyle oturup kitap falan yazacak kadar olmasa da muntazaman ben de yabancılaşıyorum hayata. İşte bloga bi yazı yazabilecek kadar falan anca. Bu yazı dizisinde böyle küçük küçük, sevimli gibi böyle yabancılaşacağız hep beraber.
Şimdi ben amatör olarak müzikle ilgilenirim. Bas gitar çalarım elim döndüğünce. Neyse dostlarım bu sene müzik grubu falan işine girdim bişeyler. Okulun eğlence ve tanışma amaçlı yemeğinde çaldık. Çaldığımız şarkılardan birisi ise Akdeniz Akşamları'ydı. Ve dostlarım 21. yüzyılda, bilim ve teknoloji çağında insanlar hala Akdeniz Akşamlarıyla çılgınlar gibi coşabiliyor. Kendini kaybeden kalabalığı görünce hayatın aslında ne kadar anlamsız olduğunu anladım. Gökyüzüne baktım, işaret parmağımı yukarıya doğrulttum ve "bu şarkıyı senin için çalıyorum Camus" dedim. "Sen ve senin gibi yabancılaşmış tüm insanlar için."
27 Ekim 2009 Salı
Bir Sınav İçin Ağıt

Ben her sınav döneminden sonra bir takım kararlar alırım. Yanlış anlaşılmasın dostlarım "bundan sonra günü gününe çalışıcam oğlum" tadında kararlar değil. Yani yalan söylemiyim hadi bir keresinde "oğlum bu sefer çalışmaya bir gün daha erken başlıycam" kararı almışlığım var ama sayılmaz o da. Onun dışında aldığım kararlar daha çok eğlence sektörüne yönelik kararlardı. "Olm acaip gezicem bu sefer", "olm bundan sonra piç olucam, o zaman değerin biliniyor" falan filan gibi bir takım klişe gibi kararlardı gene de aldıklarım. Hee sorarsanız yaptın mı diye başımı usulca öne eğerim. Hem ne demiş İsmail Türüt: Plan yapmayın plan.
Bu sınav döneminde ise sürecin içerisindeyken bir karar aldım. Sınav salonunda hocanın gelmesini bekliyorduk ve bir anda o fikir geldi aklıma: "Bundan sonra sınav çıkışında "sınava girdin mi" diye soran adama "sınav bana girdi ohahahaha" şeklinde cevap veren adamı ağzından burnundan kan gelesiye kadar dövmek"
Önce bu fikrimi kamuoyuyla paylaşmak için sınavın bitmesini mi beklesem diye düşündüm. Ama engel olması oldukça güçtü. 2 saat boyunca nasıl dayansındı bu deli gönül bu fikri söylemeden. Hoca gelmeden ayağa kalktım ve: "millet bundan sonra "sınav bana girdi" esprisini yapanın ağzını burnunu kırma kararını aldım benimle misiniz?" dedim coşkulu bir alkış koptu, aralardan yuhalayanlar falan oldu kafalarını saklayıp, iki üç tane mal gibi çocuk da tırnaklarını kemirmeye başladı.
Sınav bitiminde o tırnaklarını kemiren çocuklar "abi bi konuşabilir miyiz" diyerek beni sessiz bir yere götürdüler. Çocuklarla da kaç senedir aynı sınıftaymışım, ilk kez o zaman farkettim onların varlığını. CIA midir MİT midir nedir kaç senedir dikkat çekmeden durmuşlar yanımızda. Neyse işte: "Abi sırf sınavlara bu espriyi yapabilmek için çalışmadan giriyoruz, bildiğimiz bir bu espri vardı onu da sen aldın elimizden, gel vazgeç sen şu işten, bitirme bizi" dediler. "Tamam" dedim, "ben görmeden sessizce aranızda yapabilirsiniz, ama ben duymayayım" dedim. "Saygılar abi" dediler ve tekrar kalabalığa karışıp kayboldular.
10 Eylül 2009 Perşembe
Doğada Bir Canlı Türü: AMGA lar

Geçenlerde lise arkadaşlarımızla iftar düzenledik. Şimdi bizim lise hayatımız yatılı okulun mevcut olmasından mütevellit epey samimi bir ortamdı. Bu samimiyetin derecesi lisedeki ilk yılın ardından “Enseye şaplak , g.te parmak level” a ulaşmıştı. Şimdi lise biteli de epey oldu ve bazı arkadaşlarla yola devam ederken bazılarının sözleşmelerini çift taraflı , bazılarınınkini ise FIFA lık olacak şekilde tek taraflı bitirmek durumunda kaldık. İşte bu en son düzenlenen iftarda şunu bir kez daha anladım ki “Bir süre çok samimi olup sonra uzun zaman görüşmediğin arkadaş” hayatta baş başa kalmaktan en çok çekinmen gereken 3 insan tipi"nden biri imiş.(Diğer ikisi şimdi aklımda yok maalesef.
Bu yazıda bu arkadaş tipine kısaca AMGA (Araya Mesafe Girmiş Arkadaş) diyeceğim.(İsim biraz sıkıntılı oldu ,kusura bakılmasın ve idare edilsin lütfen) Şimdi bu AMGA larla baş başa kaldığında elinde muhabbet sırasında kullanabileceğin hiçbir materyal olmuyor maalesef. Bu görüşmediğiniz süre içinde AMGA nın ne yaşadığını bilemediğin için nasıl bir değişime uğradığını da kestiremiyorsun. Mesela durumu kurtarmak için ortaya atacağın ortak bir anınıza vereceği tepki hiç beklenmedik olabilir. Ayrıca AMGA larla yaşanan bir başka sorun da karşılıklı uzun süren sessizliklerdir. İngiliz bilim adamları bu durumu “Uncomfortable Silences” şeklinde adlandırmışlardır. Bu tip durumlar uzadıkça muhabbetin bataklığa doğru sürüklenmesi kaçınılmazdır.
Bazen de AMGA lar ortama,senden ayrı olduğu dönemde tanıştığı (tercihen kız arkadaş) bir arkadaşıyla gelir ki ,bu kez durum senin açından daha bi zorlaşır. Çünkü AMGA bu yeni arkadaşa , geçmişini çok farklı lanse etmiş (evet lanse etmek) olabilir. Bunu bilmeyen sen; gaf üstüne gaf yapabilir, pot üstünde pot bırakmayabilirsin. Örneğin geçmişte çok gülüp eğlendiğiniz fakat şimdi AMGA nın hatırlamak bile istemeyeceği ortak bir anınızı anlatabilir ve AMGA yı sinirlendirebilirsin. Bu tip durumlarda AMGA genellikle inkar yolunu seçer ve böyle bir şeyin olmadığını savunur.Biraz daha üstüne giderseniz de konuyu kapatarak “yeni arkadaş” ıyla başka bir muhabbet açmaya çalışır. Deneyin siz de göreceksiniz.
Peki ne yapmalı? Öncelikle AMGA larla uzun süre baş başa kalınacak, aktivitesiz bir görüşme ayarlanmasından kaçınmalıyız. Gerekirse ortama eski ortak arkadaşlardan çağırıp AMGA yı oluşan samimiyet ortamında eritmeliyiz.Eski konulara çok fazla girmemeli, mümkünse çok yüzeysel gündem muhabbetleri yapmalıyız. Örneğin bu aralar Milli Takım ve Eurobasket derde derman.
Eğer “Yok, ben illa eski dalgalara dalarım,kendimi tutamam” diyorsanız, eski muhabbeti ucundan gösterip AMGA nın tepkisini ölçmeli ve eğer konuyu kapatmaya meyilli olduğu görülürse hiç uzatmamalı, üstüne gitmemeliyiz.Eğer AMGA nın yanında bu “yeni arkadaş”lardan varsa, AMGA yı öven anılar tercih edilebilir. Ama tabi bokunu da çıkarmamak lazım. Sonuçta “Yeni arkdaş”a da yazık.
Ve şu unutulmamalı ki ,karşımızdaki bizim için ne kadar AMGA ysa ,biz de onun için o kadar AMGA yız. Bu yüzden empatiyi elden bırakmamak , bu durumu göz önüne alarak AMGA’ya yaklaşmak en doğrusu olacaktır.