Hava çok kötüydü. Sisten hiçbir bok görünmüyordu.
İki sene önce bütün küfürlerime ve lanetlemelerime karşın,bir zamanlar kardan
adam yaptığım, hatta bir keresinde sınıf maçı ayarlayıp kendimi yok yere ev
sahibi stresine soktuğum o boş arsaya yapılan "dünyanın en çirkin
binası" nın kırmızı neon ışıklı otopark tabelası, kasvetli gecenin ve
yanında getirdiği, astım hastalarının korkulu rüyası hava kirliliğiyle bolca
karışık, o gri sisin yutamadığı tek şeydi.
Bina
gerçekten çok çirkindi ve bu çirkinliğin çatısına "yuva
kurulsun" diye bir de B tipi yarı açık düğün salonu inşa ediliyordu.
İstemeden de olsa evlilik müessesine iyi bir gönderme yapmıştı belki ama bu
bile binaya olan öfkemi dindiremezdi. Yaptığım onca beddua da babamın
ismen tanıdığı bir öğretmen arkadaşının, bina yapılırken temeline düşüp
üç ay hastanede kalmasıyla sonuçlanmıştı. Saat 04.54 tü ve ben, beni
saran hatta içime işleyen bütün çirkinliklerle birlikte, sahip olmak ve
kaybetmek üzerine düşünüyordum.
"Eric Fromm u okuyalı çok olmuştu .
Ayrıca o zamanlar kitaptaki "boş zaman pasivitesi" kavramını komik ve
zekice bulacak kadar doluydum.. O zamanlar hayatta çok bir sey kaybetmemiştim.
Toplasan 4-5 silgi, 1-2 kalemtraş bir de toplam 63 TL değrinde madeni ve kağıt
para. Fromm ne kadar haklıydı hiç bilmiyorum. Kaybetmemenin tek yolu
gercekten de "olmak" tan mı geçiyordu, onu da bilmiyorum.Ama bir
zamanlar, tırtın birinin sunduğu "Hayatta sadece sahip olduğun şeyleri
kaybedersin " şeklindeki ,anında iki üç basit örnekle çürütülebecek bir
hipotezin saçmalığından oldukça eminim. Bir de bozkırda yaşayan bir
ortadoğuluya beat kuşağı okutulmaması gerekliliğinden...
Bazıları sahip olduklarını kaybeder,
bazıları hiç sahip olamayacaklarını, bazıları da kaybettiklerini
sahiplenirler. Hangisi gerçekten daha hüzünlü ona "bugün ne giysem?"
jürisi karar versin. Ama en acizlerinin ve tırtlarının son grupta
toplandığından eminim. Neyseki çevremde böylelerine yer yok. "
Bütün bu düşünceler içerisinde binaya bir
süre daha baktıktan sonra, 2 yıl öncekine göre daha sakin olduğumu farkettim.
Varlığına giderek alışmıştım. Kabullenmiştim bu durumu. Ona karşı hala
tepkiliydim , hala sevmiyordum ama artık benim için vardı. Bir şeyin varlığı
gibi yokluğu da gayet tabi kabul edilebilirdi. Alışabilirdi insan. Kim bilir
belki bir gün o binanın yanına güzel şeyler inşa edilirdi de artık oraya
bakmaya başlardın. Ya da kısa yoldan taşınırdın ve hiçbir şeye bakmak zorunda
kalmazdın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder