"Ben
bir keresinde 8 yaşında evden kaçtım." diye başladı hikayesine. Yanımda
oturuyordu. 8 yaşındayken evden kaçmıştı, dışarıdan bakıldığında hiç tekin bir
tip değildi ( yani yolda görüp göz göze gelmekten kaçınacağınız türden) ve bana
bakıyordu. Bense Hitler in komutanı ile sevgilisine.
Bir insanı tanımak garip bir süreçtir.
Bazısını 10 yıl önce milli eğitim bakanlığı müfredatını kavrayabildiğin ölçüde,
sekizinci sınıf sonunda aldığın puanların yakınlığı neticesinde tanırsın. 4
yılını arkasındaki sırada geçirirsin de nerede, nasıl dayak yediğini hiç
düşünmezsin. Bilemezsin de. Ama bazısını ilk gördüğün anda anlarsın. Yumruğu
nereden yediğini dahi düşünürsün. Bilirsin ağladığını. Uzun süre tavana
baktığını, tavandaki çatlaklara anlamlar yüklediğini ve o tavanda hiç çatlak
olmadığını...
Evden kaçmayı hiç ama hiç düşünmeyen biz
karasal iklim memur çocukları, 8 yaşındayken taso oynuyorduk. O dönem biz de
ağlıyorduk yalan değil. Ama hırstan ağlıyorduk. Sabah cemil e ütüldüğümüz mega
tasonun hırsından hem de.. O iğrenç sarı elleriyle nasıl çevirmişti tazmanya
canavarının göbeğini güneşe. Hem beni nasıl ikna etmişti de koymuştum o muhteşem
kırmızıyı onun iğrenç mavileriyle yere. Gafil avlanmıştım. Cemil in usta bir
pokerci olduğunu unutmuştum. "Şansın gizli geometrisi" üzerine
düşünecek hiç fırsatım yoktu ki benim. Ya da o ütüldüğüm tasoyu döve döve cemil
in elinden alacak bir abim. Onun için kaçamazdım ben. Değil 8 , 28 yaşında bile
kaçamazdım.
İronik olan ise, çoğu western filminde
anlatılanın aksine korkak olanın değil cesur olanın kaçabilmesiydi hayatta.
Sadece cesur olanlar kaçardı, korkaklar ise hırslarından ağlardı. Bir de ilkokul
öğretmenlerinin tayini çıktığında...
8 yaşındaysanız
ve o malum çizgi filmden de nefret ediyorsanız ve de evden sadece bir sokak
öteye kaçabiliyorsanız hayat sizin için gerçekten çok zor. İşte tam da o bir
sonraki sokakta etkisini gösterir DNA mıza kodlanmış memur geni. Hem X hem de Y
kromozomuyla taşınır ve herhangi bir risk anında pompalatır hormonları güven
bezlerinden. 8 yaşında evden kaçan,tam yanımda oturan, elindeki bardağı
frukoyla ve hem silah hem köfte satılan bir dükkanın üst sokağındaki tekel
bayiden alınmış yüzde 47 alkol oranıyla doldurmuş, sadece 48 saattir tanıdığım
o kalıtsal hastalıktan muzdarip o "kalender" adam, bizden farklı
olarak hikayesinin sonunu ölümle bitirdi, hem de en az Eşref Bey kadar hüzünlü
bir şekilde. Belki bir daha hiç kaçamayacağını, hiç Olimposa gidemeyeceğini
düşünerek...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder