30 Kasım 2008 Pazar

Haftanın Filmine Kısa Bir Bakış - 12


Yann Samuell`in yazip yönettigi 2003 yapimi filmin basrollerinde Guillaume Canet ve gecen yil aldigi Oscar ile artik herkesin yakindan tanidigi Marion Cotillard var. Film Türkiye`de, Ingilizce`ye cevirilen ismi baz alinarak "Cesaretin Var mi Aska" adiyla gösterildi. Orijinal adi olan Jeux D`enfants ise Fransizca`da "Cocuk Oyunlari" anlamina geliyormus. Filmi izleyen biri icin sasirtici degil tabi. Büyük bir aski La Vie en Rose sosuyla konu aliyor film. Bunu yaparken diger ask filmlerinden farkli bir yol tutturmus elbet. Masalimsi ve büyük keyif veren bir anlatim yolu secmisler. Ayrica film epey akici. Su yaziyi yazmadan önce söyle bir hatirlamak icin filmi actigimda bir türlü basindan kalkamadim ve bir kez daha büyük keyifle seyrettim. Dedigim gibi filmde masalsi bir anlatim var, onun icin aslinda biraz gercek üstü filmdeki ask. Yalniz bu noktada vermek istedigini gayet basarili vermesine engel olmuyor bu durum. Askin ne denli büyük bir tutku oldugunu ve tek basina diger herseyden daha agir tarttigini insanin gözüne gözüne sokuyor film. Ayrica cok begendigim bir Adem-Havva göndermesi var ki her izleyisimde zevkten dört köse oluyorum. Yine film boyunca izleyeni sasirtan sahneler cokca var. Tüm bunlari yaparken diger ask filmlerinden kendini hep ayri tutmayi basarabilen film, elbette ki finaliyle de "ve birbirlerini cok sevip sonsuza dek mutlu yasarlar" ask filmlerinden kendini ayri tutuyor. Tüm filme yakisan basarili bir finalle bitiyor. Ask filmlerini sevenler kesin izlesinler demiyorum, keyifli bir 1,5 saat gecirmek isteyen herkes kesin izlesin diyorum. Son bir cift söz de Acun'a: ''Var misin Yok musun'' öyle olmaz böyle olur. Iyi seyirler.

Haftanın Müzik Listesi - 12


  • Rainbow - Stone Cold
  • 3 Doors Down - Here Without You
  • The Yardbirds - For Your Love
  • Queen - Somebody to Love
  • Jethro Tull - Bouree
Off, cok acayip liste oldu acikcasi. Sabahtan aksama dinlenir bunlar, bikilmaz. Özellikle For Your Love cok acayip. Bir de Somebody to Love var ki tadina doyum olmaz.

29 Kasım 2008 Cumartesi

Taps ve Onurumuz



Epeydir bahsetmek istedigim, önemli de oldugunu düsündügüm bir konu var. Amerikan Ordusu "Taps" adinda bir marsa sahip. Simdi burada 1862`de falan diye baslayip, Amerikan Ic Savasi`na girip marsin hikayesinden bahsetmek istemiyorum uzun uzadiya. Kisaca Amerikanlarin bayrak törenlerinde ve cenazelerde falan kullandigi askeri bir mars. Hem de epey köklülerinden diyebiliriz. Bizi asil ilgilendiren ve gercek anlamda üzücü olansa, bu marsi hepimizin malesef yakindan taniyor olusumuz. Bayrak törenlerinde Istiklal Marsi`ndan hemen önce calinan, askeri cenazelerde ve anma törenlerinde calinan, bu ülkede yasamis hemen herkesin duydugu anda hemen animsayacagi bir mars.

Neden böyleyiz anlayamiyorum. Ingiliz "Last Post" u yapabiliyor, Alman "Ich Hatt` Einen Kameraden" i yapabiliyor. Biz yapamiyoruz. Baskalarinin ürettigini tüketme, kendininkini yaratmaya calismaktansa onlarin refahina ortak olmaya calisma falan bir kenara da; bir baska ülkenin duygusuyla, gecmisiyle yaratilmis bir marsi kullanmak. Akil sir erdirilecek is degil. Bütünüyle onursuzluk. Bugün Amerikan Baskani Türkiye`yi ziyarete gelse, Anitkabir`e gitse, saygi durusu yapilirken ne düsünür sizce? Kendi ordusunun köklü bir marsi calinirken.

Bu konu hakkinda o kadar cok sey söylemek istiyorum ki; bir yandan da yazmak istedigim ölcüde kilitleniyorum. Onca sehidin ruhuna yapilan ayip. Vatanin kurulmasi icin canini verenleri her anisimizda elde olmadan yapilan büyük saygisizlik. Utanc ve kizginligin arasinda bir yerlerdeyim. Ben yerin dibine gireyim, mesele o degil de; Türkiye de onurunu yitirmekle sözde bagimsizlik arasinda bir yerlerde. 

Not: Konuyla ilgili beni bilgilendiren hocam Sayin Prof. Dr. Hasan Yazici`ya tesekkür ederim. Amerikan Baskani örnegi de hocamin derste verdigi örnektir.

28 Kasım 2008 Cuma

Jasna`nın Dükkanı

Bahsetmek istedigim konu epey özgün aslinda. Hatta benzeri seyler var mi pek bilmiyorum. Yugoslav bir tasarimci olan Jasna Sokolovic duvar kaplamalariyla ilgili calisiyor. Buraya kadar cok özel bir durum yok; fakat tasarimci insanlarin istekleri üzerine de tasarimlar yapiyor. Mesela; duvarinizda cok sevdiginiz birinin fotografinin ya da cok sevdiginiz bir desenin olmasini istiyorsunuz. Yapacaginiz sey duvarda olmasini istediginizin fotografi ve mekanin fotografini mail yoluyla Sokolovic`e yollamak. 1 hafta icinde calismanin taslagi size gönderiliyor. Begenirseniz de 1 ay icinde calismalar tamamlanip, posta yoluyla adresinize yollaniyor.Tabi bunlarin hepsini sitesi araciligiyla yapiyorsunuz. Onun disinda Sokolovic`in kendi tasarimlari da var sitesinde. Ya seramik üzerine calisiyor tasarimlarini ya da duvar kagidi olarak. Ise ilk olarak bunlarla baslamis zaten. Talep üzerine bu sisteme gecmis. Hakikaten güzel is. Fabrikasyon modeliyle sunulanlar arasindan "bu digerlerine nazaran daha uygun" demecilik insani epey sinirliyor zira. Bu modelde ise istediklerini  tamamen ifade edebilme firsati var. 

27 Kasım 2008 Perşembe

Yüzeysel

Geçenlerde bir arkadaşla dertleşiyorduk. Böyle ikili ilişkiler, duygusal mevzular falan gündem maddemiz. Bu adam sevdiği kıza aşk-ı ilanı neticesinde "bak sen çok iyi birisin, hatta tanıdığım en iyi insanlardansın ama" ile başlayan ve gerisini hepimizin tahmin edebileceği klişe olmanın dibine vurmuş bir takım kız laflarına maruz kalarak reddedilmişti. Sonra haliyle görüşmeme kararı falan almışlar. Neyse işte biz bu adamla bir yandan içiyoruz bir yandan dertleşiyoruz, birbirinden inanılmaz tespitler havada uçuşuyor, kızları genelliyoruz da genelliyoruz, yer yer başka hikayelerden alıntılar yapıyoruz, arada bir şarkı sözlerinden bile alıntı yapıyoruz o derece bir muhabbet. Neyse bu adam o kızı sildiğinden, hayatından tamamen çıkardığından bahsediyor önceleri. Sonra alkolün de etkisiyle dönüyor gene o kızı anlatmaya başlıyor bana. Alkolün de verdiği cesaretle vurdum kafasına bi tane. "Ne vuruyon len ne vuruyon!" dedi. "Olm önce bana gelmiş kızı sildim, unuttum, hayatımdan çıkardım diyosun, iki saattir iyi kızdı aslında, baya eğleniyoduk biz tırıvırı diyosun" dedim. Baktı derin derin gözlerimin içine, sigarasını ağzına götürdü, sigaradan derince bir nefes çekerken gözlerini kıstı ve hemen akabinde bilinmeyen ufuklara dalaraktan: "hani bilgisayarda bi dosyanın üzerine tıklar delete tuşuna basarsın, dosyayı sildin sanarsın ama o hep geri dönüşüm kutusunda durur, harddiskte hala yer kaplamaya devam eder ya, aynen öyle işte"

Ne yazık ki arkadaşlarım bir Tuna Kiremitçi bir Cezmi Ersöz değiller. Dolayısıyla çektikleri aşk acılarını kelimelere döküş tarzları da bi hayli değişik oluyor. Yağan yağmura, bulutlara, uçup giden kuşlara benzetemiyor sevdiceğini. Bir word belgesine, bir powerpoint sunumuna benzetebiliyor anca. Ben de isterim şöyle oturup inanılmaz tasvirlerle anlatalım aşk acılarımızı, sarsıla sarsıla ağlayalım içkilerimizi yudularken ama olmuyor işte. Yapı meselesi bir yerde. Bu adamın şahane geri dönüşüm kutusu benzetmesinin şokunu atlattıktan sonra bu tür muhabbetlerin bize göre olmadığı kanısına vardık. Angelina Jolie'nin yeniden hamile kalması, onun göğsü bunun götü derken normal haline döndü muhabbet.

Peki dostlarım diyeceksiniz ki "bi saattir ne anlatıyorsun arkadaşım sen?". O zaman size diyeceğim şu olur: "erkeğin küçük yüzeysel dünyası gibisi var mı şu fani dünyada"

Chevignon V-103 CH

Bugünlerde o kadar tirt saatler görüyorum ki magazalarda. Millet sasirdi iyice herhalde. Arz-Talep iliskisi en nihayetinde. Bugün de bir saat magazasinin vitrinininde kayda deger sadece bu modeli secebildim. Kahverengi ve beyaz gibi renk cesitleri de var bu modelin. Yanlis hatirlamiyorsam 322 Ytl dedi satici fiyatina. Fiyatta anlasiriz demesinden 50 kagit asagi inecegi belli. Buradan biraz büyük gibi duruyor; ama aslinda pek öyle de degil. Gayet yerinde ebatlari. Sadece su kayistaki kücük vidalar pek olmamis gibi, onlar da cok itici durmuyor hani, idare eder. Güzel ürün, ben begendim.

26 Kasım 2008 Çarşamba

Paratroopers


Private: "Soon you will be surrounded, what will you do?"

Cpt Richard Winsters: "We are paratroopers, we are supposed to be surrounded."


Bu aralar Band of Brothers'a sarmış durumdayım. Kaçıncı defa izliyorum bilmiyorum ama geçenlerde savaş karşıtı şarkıları okuyunca aklıma geldi oturdum, başladım tekrardan. Vakit olursa bi ara uzun uzadıya diziden bahsedecem. Guarnere, Malarkey ve Speirs öperim ellerinizden.

Türkler Neden Kaybediyor?

by Umut Sarıkaya

25 Kasım 2008 Salı

Bir Lisan Bir Sürü İnsan

İngilizce'mi ilerletmek için dil kursuna başladığımı söylemiştim geçenlerde. Lisede hazırlık okumuştuk, hatta baya verimli olmuştu benim için lisede aldığım İngilizce dersleri. Lakin sınıftaki pek çok kişi içi aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Hatırlıyorum da şu İngilizce derslerini kaynatmak için neler yapılmazdı. “Hocam biz Türk'üz, İngilizce neden öğreniyoruz, kendi ülkemizde neden başka dil öğreniyoruz?” tandanslı argümanlar dönemin hararetli ergenleri tarafından sık sık dile getirilmekte idi. Hocamız da bu karakterlere dersin gerekliliğini anlatmaya çalışırdı lakin sizler de çok iyi bilirsiniz ki dostlarım hararetli, ergen ve de kendini sınıftakilere ispatlamaya çalışan bir bünyeye laf anlatmak kadar zor bir şey yoktur. Bu tartışmalar hiçbir sonuca varmaz hoca da dersi öyle kendi halinde işlerdi hatta çoğu zaman işleyemezdi bile. Sınıfta iki tane İngilizce hocasının sinirden ağladığını bilirim ben. Gerçi birinde biz haklıydık. Yine de üzülüyor insan tabi düşününce. Lakin ergenlik dönemi işte. Ah o dönemin harareti yok mu?

Dil kursunda bir karakterle tanıştım. Bu dil kursunda altı adet kur var. İngilizce'm iyiymiş baya. Beni dördüncü kurdan başlattılar. Bu adam birinci kurdan beri geliyormuş kursa. Hesapladım bu adamın şu ana kadarki dil kursu masrafı 2000ytl. Sordum adama “abi sen hazırlık okumadın o zaman” dedim, “yok hazırlık okuduk anadolu lisesiydi zaten benim ama o dönemler dinlemedik dersi bize İngilizce ne gerek diye, meğer lazımmış” dedi "eheheheehe" diye de ekledi sonra. Bir anda bizim dönemin hararetli ergenleri geldi gözümün önüne. "Aha" dedim "zamanın hararetli ergeni bu da". Ah dostlar zamanında hocaya karşı gelen dersi dinlemeyen asi gençler dil kursuna milyarlarca para bayılınca nasıl da hocanın ağzından çıkan her kelimeyi kafasına kazımaya uğraşıyormuş. Zamanında hoca soru sorduğunda ağzını büze büze cevap veren ya da onu bile yapmayıp bilmiyorum deyip kestirip atan öğrenci nasıl oluyormuş da “tiiyçır, tiiyçır” diyerekten tez canlı bir şekilde atlıyormuş her soruya hepsini tek tek tespit etmiş bulunuyorum. İnsan üzülüyor tabi bu sahnelere.

Sizlere sesleniyorum hararetli lise gençliği. Zor bir dönem geçiriyorsunuz, hormonlarınız falan çok acayip. Yine de önce bir oturun soluklanın. Gaza gelip “liseliyim abi, ben de bir birey oldum artık, küreselleşme karşıtıyım, bana Türkçe'den başka ne gerek” şeklinde hararetli beyanatlarda bulunmayın. Biliyorum ki ileride bir çoğunuz çeşitli ortamlarda “kapitalizm ne pis bir sistemdir, insanlar eşit olmalı, kimse kimseyi sömürmemeli” şeklinde beyanatlarda bulunarak ortamda prim yapmaya bu işten ekmek yemeğe çalışacaksınız. “Sosyal devlet” diyeceksiniz, “eğitimde fırsat eşitliği” diyeceksiniz, “ücretsiz eğitim diyeceksiniz”. Ondan sonra gidip de elin bilmem ne kültür derneklerine, dil okullarına İngilizce öğreneceğim diye milyarlarca para bayılacaksınız. Nerede küreselleşme karşıtı ergen, nerede sosyalist adam, nerede dil kursuna dünya para verip pişkin pişkin “tiyyçır” diyen tez canlı adam? 

3 Film 3 Yorum


Önce Mustafa’yla başlayalım.İzleyen izlemeyen herkes tarafından o kadar eleştirildi ki,bu eleştiriler yapımın da önüne geçti.Filmi izleyince gördük ki bir çok eleştiri o kadar yersiz ve mantıksız ki.Hatta çoğunun yapımla uzaktan yakından ilişkisi yok.Tamamen ideolojik eleştiriler .Şimdi diyeceksiniz ki “ E herhangi bir yapıttaki görüş eleştirilemez mi?” Tabi ki eleştirilir.Hatta özellikle bu tarz filmlerde çekimden ya da filmografiden çok görüşler eleştirilmeli.Fakat “Can Dündar Atatürk’e nasıl Mustafa diye hitap eder” şeklinde bir eleştiri de benim mantığımın sınırlarını zorluyor açıkçası.Dogmalarla savaşan bir liderin nasıl dogmaya dönüştüğünü başka bir yazıya saklayalım.Film hakkında ise bende bir “Sarı Zeybek” etkisi bırakmadı diyebilirim.Fakat bazı fotoğraflar gayet iyiydi.Can Dündar’ın birkaç yorumu gerçekten sert olmuş ki zaten kendisi de bunların yersiz olduğunu kabul etti.Filmin bu kadar tartışılması herhalde en çok Can Dündar’ın işine gelmiştir.Şahsen ben de birçokları gibi “Neden bu kadar eleştiriliyor acaba? ” diyerek gittim filme.

İkinci film ise Osmanlı Cumhuriyeti.Açıkçası pek beğenmedim.Tamam bir mizah filmi fakat yine de Mustafa!’ nın(Atatürk) olmadığı bir Türkiye çok çok daha farklı görünürdü bence .Tabii ki bu görüntüyü vermek o kadar kolay değil.Bütçe gerektiren işler.Gani Müjde bir röportajında filmi çekmek için sarayları bile kullanamadığından bahsediyordu. Biz de kalktık adamdan dev bir “Kelebek Etkisi” bekliyoruz. Ama filmle ilgili beni asıl rahatsız eden şey ise gereksiz bir milliyetçilik pohpohlamasıydı.Yıllardır Türk Eğitim Sistemi’nin kafalarımıza sokmaya çalıştığı fakat gerçek hayatta bir türlü karşılaşamadığımız “Türk” imajı en sulu haliyle aktarılmaya çalışılmış bence.Filmin sonu için ise hiçbir şey diyemiyorum.Resmen üstteki filme yapılan eleştirilerin! sahiplerine oynanmış .Gereksiz olmuş .Filmin tek artı yönü Ata Demirer’in oyunculuğuydu bence.Gayet başarılıydı.

Son filmimiz Issız Adam. Seviyorum Çağan Irmak sinemasını .Gerçekten de anlatmak istediğini çok etkili veriyor filmlerinde.Bu filminde de “Mustafa Hakkında Her Şey” havası sezinledik.Bence gayet güzel ve bir o kadar da gerçek bir filmdi.Ya da duygusal bir dönemime denk geldi de o yüzden mi beni böyle etkiledi orasını bilemeyeceğim.Fakat bir şekilde yakaladı beni işte.Yönetmenin de dediği gibi hepimizin bir şeyler bulabileceği bir film olmuş.Ayrıca müzikleri de inanılmaz.Ayla Dikmen'den Anlamazdın,Sibel Egemen'den Yalnız Adam,Semiramis Pekkan'dan Bana Yalan Söylediler,Nil Burak'tan Yalnızım Ben, gerçekten de harika şarkılar harika yorumlar.Hatta bir yerinde Fransızca bir şarkı çalıyor ki yurda geldiğimden beri döndürüyorum resmen(bkz. Michael Fugain-Une Belle Histoire)

Yine de 3 film için de Türk Sineması adına birer kazanç diyebiliriz.Özellikle Issız Adam’a mutlaka gidin derim ben.

24 Kasım 2008 Pazartesi

Ölümsüz


Bugün 24 Kasim. Belki pek coklarinin aklinda ögretmenler günü (aka 5 Ekim) olarak animsanan bir tarih. Kutlariz da yeri gelmisken. Benim gibi bazilarinin ise 24 Kasim`da ilk aklina gelen Freddie Mercury`dir. Bugün sadece Queen dinlenir. 17 yil oldu, hala her yerde sesin yankilaniyor. Huzur icinde yat müzik tanrisi. Merak etme, sov devam ediyor ve o  zavalli cocugu kimse unutmadi.

En İyi 10 Savaş Karşıtı Şarkı

10. Dogs of War - Saxon

Listede yer alan diger sarkilara nazaran sözlerinde ve temposunda savasin agresifligi daha ön planda bu sarkinin. Kan gölüne dönmüs bir savas alanindan, ne amacla savastigini bile unutmus bir askerden ve  savasa insanlari bu kadar kolay gönderen liderlere kendi ogullarini savasa gönderme cagrisindan bahsediyor sarki sözleri. Her ne kadar pek popüler olmasa da güzel sarkidir. Türünün iyi örneklerindendir.

9. Russians - Sting

Amerika ve Rusya arasindaki soguk savasa bir tepki niteliginde yazilmis bir sarki. Tabi Sting`in sarkiyi bir Rus`la, Sergei Prokofiev ile birlikte yazmis olmasi da önemli bence. Zira savasin rengi, takimi, tarafi yoktur. Insanlik sucudur. Eger sadece Sting konuya Amerikanlarin penceresinden bakarak, olayi bencil ve tek tarafli bir boyuta cekseydi bu sarkinin da hicbir anlami olmazdi. Sonuc olarak sarki sözlerinde hem Reagan hem de Krushchev elestirilir sarkida ve önemli bir konuya dikkat cekilir. Cocuklar. Söyle der Sting: "I hope the Russians love their children too". Tüm bunlarin yaninda müzikal anlamda da cok güzeldir, sevdigim sarkilardandir.



8.  Imagine - John Lennon

 Acikcasi bu tam savas karsiti olmasa da, tam bir baris cagrisi adeta. Lennon`in bir dönem Baskan Nixon`in politikalari karsisinda neler yaptigi malumunuz. Sürekli takip edildigi, hatta rahatsiz edildigi de bilinen bir durum. Insanlara bir sekilde sesini duyurup, hatta ve hatta onlarin ihtiyac duydugu ses olmayi basarmis bir insan Lennon. Bu sarki icin isin dini ve siyasi boyutunda elestiriler her zaman oldu, olacaktir da. Ama ben konuya Lennon`in söyledigi seylerin birer metafor olarak alinmasi gerektigini düsünerek yaklasiyorum. Hayalci de denilebilir tabi Lennon`a, tipki sarkida da söyledigi gibi. Hakikaten insanlarin sadece iyi olmasi istenemez mi?

7. Masters of War - Bob Dylan

45 senelik sarki. Hicbir zaman siyasi fikirlerini saklamak gibi bir derdi olmamis zaten Bob Dylan`in. Aksine hareketlere öncülük etmis. Bu sarki aslinda biraz daha sert digerlerine göre. Öfke yüklü de diyebiliriz. Öyle ki sarkinin sonunda Master of War olarak tanimladigi insanin ölmesini istedigini, hatta öldügüne emin olamk icin cenazesine gidip, öldügüne emin olana kadar mezarinin üstünde bekleyecegini söylüyor Bob D.



6. Born in the U.S.A - Bruce Springsteen

Bu sarkinin hikayesi gercekten komik. Bruce Springsteen sarkiyi Amerika`nin Vietnam Savasi`ni elestirmek icin yaziyor, sözlerinden de savasin bir insanin hayatini nasil bitirdigini rahatlikla her insan anlayabilir. Yalniz ilginc olan, bu sarkinin yanilmiyorsam dönemin baskani olan Ronald Reagan tarafindan Amerika yanlisi gibi algilanip, mitingler sirasinda, Bruce Springsteen`i savas yanlisi örnek bir Amerikaliymis gibi tanitarak bu sarkiya mitingde yer vermesi. O korkunc kalabalik da bir güzel cosuyor kendilerine giydiren bu sarkiyla. Hayir is burda kalsa yine iyi. Hala bile bircok saftirik genc kusak Amerikan bunu ülkenin milliyetci ve asker yanlisi bir sarkisi bir marsiymis gibi kullaniyor, youtube`da klipler hazirliyor falan. Hayir arkadas senin ana dilin bu, salak misin nesin? Olan Bruce Springsteen`in tepkisine protestosuna oluyor. Protesto ettigin protesto edildigini anlamiyorsa, protesto da havada kaliyor. Biz seni anladik Bruce.


5. Us and Them - Pink Floyd

Hemen kizmayin, ben de tam anlamiyla bir savas sarkisi olmadiginin farkindayim bu klasigin. Yalniz bu öyle bir sarkidir ki gercekten cok derin seyler ifade eder. Dark Side of the Moon gibi inanilmaz bir albümün en güzel sarkilarindan da biridir. Insanoglunun mücadelesini konu alir. Birbiriyle olan mücadelesini. Ve bir yerde söyle denir sarkida "Have`nt you heard it`s a battle of words?". Ve söyle de bitirirler sarkiyi:" For the want of the price of tea and a slice, the old man died." Gercekten de bugün hala insanlar bir dilim ekmek icin, bir bardak cay icin savasiyorlar yeri geliyor. Ölüyorlar.

4. The Aftermath - Iron Maiden

Savasin psikolojisine, bir askeri nasil bitirdigine deginen nefis bir sarki. Bu sarkiyi cok anlatmayip sadece sarkidan bir dörtlüge yer verecegim. Cok basit belki; ama o kadar net anlatmis ki.
In the mud and rain
What are we fighting for?
Is it worth the pain
Is it worth dying for?

3. Southampton Dock - Pink Floyd

Bir baska Pink Floyd eseri. Bu gercek manada bir savastan bahsediyor. Sarkiya adini veren Southampton Dock Ingiltere`nin en önemli limanlarindan biri olmustur tarihte. O cok meshur Normandiya Cikarmasi icin askerler bu limandan yola cikmistir. Sarki da onu animsatarak "They disembarked in 45" diye baslar. Daha sonra ise "She stands upon Southampton Dock" derken bahsettigi "she" ise elbet Demir Leydi Margareth Thatcher`dir. Falkland Adalari icin Arjantin ile birbirlerine savas actiklari dönemden bahseder sarki. Aslinda The Final Cut, tüm albüm olarak savas karsiti bir albümdür, bu sarkinin yanina Fletcher Memorial Home da rahatlikla konulabilir. Tüm bunlarin yaninda o kadar dingin ve sakin bir havasi var ki sarkinin, baslar baslamaz marti sesleri ile sizi sakinlestirir zaten.


2. Zombie - Cranberries
Artik iyiden iyiye en iyilere geldik. Dolores O`Riordan`in sesini sevmeyen hic sevmiyor; ama ben acikcasi bayilan taraftayim. Ötesinde bir döneme nerden baksaniz damgasini vurmus bir sarki bu. Ben kücükken bu sarkinin sürekli bir yerlerde caldisini animsiyorum mesela. Bir de epey vurucu bir klibi vardir bu sarkinin. Adindan da anlasilabilecegi gibi Irlandali olan O`Riordan`in IRA sorunu hakkinda yazdigi bir sarkidir. O dönemde yine IRA`nin patlattigi bir bomba sonucu 2 cocuk yasamini yitirmistir ve sonra bu sarki ortaya cikar. Sarkinin ait oldugu No Need to Argue adli albüm de sahane bir albümdür zaten.

1. Brothers in Arms - Dire Straits

Listeyi yaparken muhtelif siralarda epey zorlandim. Rahatlikla söyleyebilirim ki en az zorlandigim nokta 1. sira oldu. Bir sarkinin sözleri melodisiyle ne kadar uygun, ne kadar ic ice olabilir. Anca bu sarkidaki kadar olur herhalde. Kelimelerle notalar birbirinin iclerine geciyorlar. Ve sarki diger hepsinden bir noktada daha ayriliyor. Adindan da anlasilabilecegi gibi savasin icinde, yitirilen onca seyin oldugu bir yerde, ölüm tehdidi gibi vuku buldugunda baska hicbirseye söz birakmayan bir seyi bile baskilayan psikolojik yipranmislik ortaminda, insan belki de hissizlesmisken; bu insanlarin birbirlerine bakis acilarina deginiyor sarki:"You did not desert me my brothers in arms". Zaten beni de en cok hep bu, cani pahasina da olsa arkadasini arkasinda birakmamak olgusu etkilemistir. Ve sarkinin sonunda bombayi patlatir Mark Knopfler. Tüm bu listenin de belki de anafikrini, bir türlü dillendiremedigimizi dillendirmistir: "We are fools to make war on our brothers in arms". 


Tabi bircok savas karsiti sarki var. Savaslar sürdükce daha cok da yapilacaktir. Malesef gercekler böyle. Ben de malesef Lennon`in dünyasina inanabilenlerden degilim.

Chinese Democracy


Ben kendimi bildim bileli bu albüm cikacak diye beklerdi millet. Nihayet dün cikti. Yalniz bu kadar beklentiye inanilmaz bir albüm olmasi lazim ki begenilsin. Henüz dinlemedim; ama sanmiyorum o ayarda bir albüm oldugunu. Yine de 15 yillik özlemi bitti Guns N` Roses severlerin. Müzik dünyasi da cikti mi cikacak mi stresini atlatmistir. Dinleyen dinlemeyen hepimiz rahatladik. Hadi gecmis olsun.

23 Kasım 2008 Pazar

Haftanın Filmine Kısa Bir Bakış - 11


Uzun zamandır gerek sınavlar gerekse başka sorunlar nedeniyle yazamadım bloga.Ama bundan sonra düzene girdik artık yazılara devam.Haftanın filmiyle başlayalım o zaman.

Gerçekten de eğlenceli bir yönetmendir Tim Burton. Bu yapımı da onun eğlenceli yönünün bir ürünü zaten. Sinema dünyasında filmin türüne “stop-motion müzikal” diyorlar.(bkz Empire) Fakat sokaktan geçen bir amcaya izletip sorsak “çizgi film” der herhalde.Filmin konusu ise birçok farklı şekilde yorumlanmış fakat bir türlü istenilen başarıyı elde edememiş bir tema: Noel. Fakat film Amerikan Sineması’nın Noel’i satmak amaçlı yapımlarından çok ayrı tutulmalı. Öte yandan ironik bir şekilde film Noel ruhu yerine “kendi ruhunu “ sattı diyebiliriz.Her yerde filmin ürünlerini (Tişört,çanta,ayakkabı vs vs.)görmek kuvvetle muhtemel.Hatta bir ara bu durum Umut Sarıkaya karikatürlerine de konu olmuştu.Bu kadar sık karşılaşılınca da filme önyargıyla yaklaşmak çok normal.Açıkçası bana da izlemeden önce “Bu ne lan? Her yerde yok Jack yok Sally yok filmden bi kare.Yeter artık” dedirtmişti.Fakat izleyince bütün bu yargılar kaybolup yerini tatlı bir tebessüme bıraktı.Bağımlısı olduğum şarkılarını kaç kere dinlediğimi ben de bilmiyorum.Balkabağı Kralı Jack’le inanılmaz keyifli bir müzikal maceraya girmek isteyenler için şiddetle tavsiye edilir.

Baltaları Hazırlayın


Yazıların giriş kısmını bi türlü becerememişimdir zaten, yine uzun uzun düşündüm acaba nasıl girsem konuya diye ama gene de bulamadım. Uzatmadan direk konuya dalış yapıyorum o yüzden 6 Aralık'ta memleketimize konser yılının son bombası olarak İsveç'in gururu Amon Amarth geliyor. Biletler de gayet uygun, normal giriş 34 ytl, sahne önü 56 ytl. Zaten Amon Amarth'ı bilenler, sevenler çoktan bilet için bütçe ayırmışlardır da bu tarz müzik sevip de haberi olmayanlar varsa diye belirtmek istedim ben de.

Son albümleri Twilight of the Thunder God'ın tanıtım konseri şeklinde olacak muhtemelen konser. Fakat eski albümlerinden de parçalara çalacaklardır mutlaka, zaten Pursuit of Vikings olmadan olmaz. Son albüm demişken With Oden on Our Side'un üstüne daha ne yapacaklar derken, adamlar yine döktürmüş. Hala aynı gazı alabiliyorsunuz şarkıları dinlerken, şarkı sözlerine baktığınızda Viking'leri merak ediyorsunuz, elinize baltayı alıp dağa bayıra sefere koşasınız geliyor, gelmesi lazım yani, gelmiyorsa gitmeyin konsere.

Son olarak da konsere gidecek olanlara ufak tavsiyeler verelim; imkanınız varsa saç uzatın, kalın giyinin, kışın o soğuğunda Parkorman'da üşütmeyin, birazcık da Viking mitolojisine göz atın.

Haftanın Müzik Listesi - 11


  • Dark Tranquility - Lethe
  • Megadeth - Symphony of Destruction
  • Amon Amarth - Wallhall Awaits Me
  • Kaiser Chiefs - Addicted to Drugs
  • Iron Maiden - Brave New World

22 Kasım 2008 Cumartesi

Ali Haydar





Birkac gün önce sinavlardayim, dardayim demistim. Hasili, bugün bitti, ferahladik. Kücük bir gelenegimiz var arkadaslarla, sinav dönemleri sonunda beraber bir yemege cikiyoruz. Bugün de nereye gitsek diye düsünürken, birinin Ali Haydar`a gidelim demesiyle Samatya`ya dogru yola düstük sinav cikisi. Mekani bulduk, fiyat, durum falan bir gözden gecirdik. 60 Ytl olan sinirsiz menüyü usta sag olsun 50 Ytlye ayarladi bize kisi basi. Aksama gidilmesi üzerine karar verdik. Bu bildigimiz Sener Sen`li, Türkan Soray`li Ikinci Bahar dizisinin cekildigi "Ali Haydar Ikinci Bahar" adli restoran bahsettigim. Daha sonra Ali Haydar Usta`dan ögrendigimize göre diziden sonra restore edilmis mekan ve hizmet vermeye baslamis. Biz dizide izlerken sadece setmis yani oralar. Hatta kebaplari Vakkas`in dükkanda pisiriyorlarmis, cekim icin karsiya getiriliyormus.

Biraz da yemekten bahsetmek istiyorum. Neyse, girdik mekana falan. Zaten bizimkiler ustayla gündüzden muhabbeti cok güzel kurmuslar, ayakta karsiladi bizi usta sag olsun. Masada ilk etapta mezeler hazir servis edilmis bekliyordu, ickiler söylendi, meze fasli basladi. Raki, sarap, bira ne istersen söyle, sen "abi icemeyecegim artik" diyene kadar doldurmaya devam zaten. Bir yandan da sicak sicak icli köfte ve sigara böregi geldi. Özellikle icli köfte cok iyiydi. 12 cesit meze vardi masada. Iclerinden birkac tanesine özellikle deginmeden gecemeyecegim. Hanimin Mezesi adli, ayrica dizinin orijinal mezelerinden biri de olan bir meze vardi ki ugrunda can alinir can verilir. Zaten diziyi izleyenler Ali Haydar`in "kadindan mezeci olmaz" önyargisini bu mezenin kirdigini animsayacaktir. Ayrica bugün ilk defa yaptigi bir salata varmis ustanin, onu servis etti ki o da cok lezizdi. Onun da adi Bostan Salata`ymis. Bir de son bir sey var ki olmaz böyle lezzet, cevizli tulumlu tereyagi. Ben böyle sey yemedim arkadas. Neyse, sonra usta sicaklari getirdi. 6 kisi oldugumuzdan 3`er kisilik 2 tane karisik kebap servis edildi. Usta fistikli bir kebap yapmis ki ona da doyum olmaz. Yine Adana Kebap da vardi, o konuda ben cok bilgili degilim; ama 8 sene Adana`da yasamis arkadasimin aglamak üzereyim deyisini de bir kriter olarak verebilirim diye düsünüyorum. Akabinde meyveler geldi, orta seviyedeydi, idare ederdi diyelim. En son da kahvelerimizi icip mekandan ayrildik.


Tüm bu sürecte müthis bir ilgi gördügümüzü de söylemezsem cok ayip olur. Su bardagim bosalsa hemen doldurmaya garsonlardan biri kosuyordu. Ayrica baska böyle büyük usta var midir ki mezelerini bizzat kendi sunsun, müsterinin görüslerini alsin, böyle de hossohbet olsun. Fasil ekibi de gayet iyiydi, soparlar bu isin piri zaten. Diziyle ilgili de merak ettigimiz konularda meramimizi giderdi usta. Mekanin her yerinde dizi kokuyor zaten. Büyük Usta Sener Sen`in kocaman bir fotografi da ocagin hemen yaninda. Bir nokta daha var ki, gercek Ali Haydar Usta ile dizidekinin müthis benzerligi. Zannediyorum ki yapimci tamamen ustanin gercek kisiliginden ilham almis bu konuda, zaten evvelden tanismisliklari varmis herhalde.


Son olarak gönül rahatligiyla söyleyebilirim ki hayatimda yedigim en lezzetli yemekti. Mekanin yerine gelince, kime sorsan gösterir derler ya, aynen yöle Samatya`da kime sorsan gösterirler. Gidecek olanlarin esi benzeri olmayan bir aksam yasayacagini temin ederim.

Not:Fotograflari ceken Bay Ö.`ye tesekkür ederim.

21 Kasım 2008 Cuma

Hababam Sınıfı

by Umut Sarıkaya

Yalnızlık


İki çocuk rahatlıkla sığdığımız kapının eşiğine 
Kendi başıma zor sığıyorum bugün 
İnsan büyüdükçe yalnız mı kalıyor ne?

Sunay AKIN 

20 Kasım 2008 Perşembe

Efsane Türk Dizileri - Bizimkiler

Türk televizyon tarihinin en uzun süre yayınlanan dizisidir Bizimkiler. Bundaki en büyük etkenler bana göre ağalar, mafyalar, karma karışık sansasyonel aşk meşk ilişkileri gibi zamanla seyirciyi sıkan konular yerine, karakterlerin günlük hayatlarının işlenmesidir. Konu doğal olduğu için hiçbir zaman bu sefer ne yapsak da kendimizi izletsek kaygısı çekmemiştir dizi, bu sayede de yıllar boyunca başarılı bir şekilde yayın hayatına devam etmiştir. Şahsen kendi adıma Türk televizyon tarihindeki en iyi 3 diziden biridir.

Dizi 1989 yılından 2002 yılına kadar, her pazar Parliament Sinema Kulübü'nden önce; sırasıyla Trt 1, Star Tv ve Show Tv'de yayınlanmıştır.  46o bölüm boyunca yönetmenliğinı Yalçın Yelence üstlenmiştir. Dizide birçok usta oyuncu rol almıştır; Erdal Özyağcılar, Savaş Dinçel, Ercan Yazgan, Halit Akçatepe, Salih Kalyon, Aykut Oray, Ali Uyandıran, Rutkay Aziz bunların sadece en tanınanları. Dizi bir apartmanda yaşayan 7 farklı ailenin günlük hayatlarını ve birbirleriyle ilişkilerini anlatmaktadır. O kadar üzün sürmüştür ki Nazan ve Şükrü'nün oğlu Ali her bölümün sonunda o harika müzik eşliğinde olayları kendi gözünden anlatırken ilkokuldan başlayıp nişanlanmaya kadar gitmiştir, siz düşünün artık. Pazar akşamları dizi bittiğinde yatak vakti gelmiş olurdu çocuklar için ve pazartesi sendromu başlardı.

Dizide her karakter ayrı bir alemdir deyim yerindeyse. Sarhoş Cemil, Kapıcı Cafer, Yönetici Sabri, Eskici Hüseyin, Almancı ailesi ve Halis, katil, Cenap Beyler, Çaycı Abbas, Muhasebeci Ergun... Her bir karakterin de kendine özgü dillere düşmüş bir repliği vardır. Mesela katili vatandaşa cart curt yok derken, Sarhoş Cemil'i koş Sevim katil geldi ya da benim adım Cemil derken, Çaycı Abbas'ı cıvık müdürüm afedersin derken duyarsınız genelde.


Almancıların oğlu Halis'in, tertibiyle birlikte kadın merakı (yumuşak yumuşak), Eskici Hüseyin'in (aslanım) Halil Pazarlama'nın mali gücünden faydalanmak istemesi ve bunun için kardeşini kullanması, Kapıcı Cafer'in de karısı sebebiyle kayınpederi Halil Pazarlama'ya (kırarım boynuzunu iblis) yalakalık yapması, Nazan ve Şükrü'nün kızları ve damadı ile bitmeyen sorunları, Raşit ve Nimet'in kavgaları, Yönetici Sabri Bey, karısı ve kayınvalidesi, Sabri Bey'in Cafer'e her seferinde zabıt tutmak isteyip tutamaması, Çaycı Abbas vs Muhasebeci Ergun...

Diziyle ilgili yazılabilecek o kadar güzen anı ve not var ki hangisini yazacağını şaşırıyor insan gerçekten. Her karakteri kendi çapında efsane olabilmeyi başarmış ayrı ayrı fan grupları olan karakterler. Benim favori karakterim Çaycı Abbas'dır bu dizide. O, cıvık müdürüm afedersin lafı bunun en önemli sebebi. Çok acayip bir replik hakkaten.

Diziyle ilgili olarak zamanında Kemal Sunal'ın oynadığı Kapıcılar Kralı'ndan çakma gibi yorumlar okudum internette araştırırken, doğrudur etkilenmiş oldukları belli filmden. Zaten Cafer de bu rol için Kapıcılar Kralı karakterini kendine örnek aldığını belirtmiş daha önce. Diğer karakterler ve ilişkiler de yer yer bi hayli benziyor.

Bu kadar uzun bir diziye bu kadar kısa yazı ayıp olacak; ama aklımda kalamlar bunlar malesef. O kadar çok karakter, bahsedilecek o kadar çok şey olunca toparlaması da zor oluyor. Ben de daha fazla dağılmadan bitireyim istedim. Yine bu da vardı, aa şu nasıl olur da unutulur dedikleriniz varsa yorumlarda birlikte hatırlayalım derim. Bu diziyi izleyemeyip şimdiki dizileri kaçırmayanları görünce içimden ulan ne şanslıymışız diyorum kendi kendime. Şimdi yayınlasalar yine oturur izlerim, iki dakika dahi sıkılmadan. Öyle mükemmel bi diziydi Bizimkiler. Dizide rol alıp da ölmüş olanların, toprağı bol olsun diye de bitireyim artık.

19 Kasım 2008 Çarşamba

Boşanma Üzerine


Daha önce evlilik müessesi hakkında fikirlerimi belirtmiştim. Toplumun gözünde evliliğin bu kadar önemli bir şey olmasına anlam veremediğim gibi bu boşanma meselesine de toplumun neden genelde karşı çıktığına da hiçbir zaman anlam verememişimdir.

Sabahları yayınlanan kadın programlarından birini izliyordum geçen gün. Kahvaltımı yaparken genelde izlerim sabah programlarını da yarım saat kadar. O programları izlerken iq seviyemin kademe kademe düştüğünü, aptallaştığımı hissedebiliyorum. Lakin kadın programını izlemeyi bıraktıktan 5 dakika sonra beyninizin tekrar çalışma belirtileri göstermeye başladığını, 2 saat sonra düşünme belirtileri gösterdiğini 24 saat sonra ise vücudun tüm zehri dışarı atıp normal fonksiyonlarına döndüğünü biliyor muydunuz? Neyse konumuz bu değil. Bizim inanılmaz ahlaklı televizyon kanallarımız ve de onların kanallarına topladığı ahlak bekçisi bilir kişiler yine topluma ahlak dersi vermekteydiler. Konu boşanmaya geldi. Son yıllarda boşanmanın iyice arttığından bahsediyorlardı.

“Son yıllarda boşanma oranı gittikçe arttı, istatistikler son 10 yıl içinde eşlerin boşanma oranının yüzde bilmem kaç arttığını gösteriyor”. Bu cümleler tanıdık geliyor değil mi? Haber bültenlerinde arkada dramatik bir müzik, bu haberi korku ve dehşetle, “nereye gidiyoruz biz ülke olarak” düsturuyla anlatan bir spiker...

Gerçekten kötü bir şey mi peki boşanmak? Boşanma yüzdesinin düşük olması toplumun ahlaki açıdan gerçekten düzgün olduğunu mu gösterir? Bakıyorsun adam karısını dövüyor her türlü eziyeti ediyor ama boşanmıyorlar. Hadi bu dayak çok uç bi örnek oldu diyelim, kadınla adam anlaşamıyor sadece, şiddet yok şiddetli geçimsizlik var, ama boşanamıyorlar. Kadın boşanmaya cesaret edemiyor bir türlü. Dul damgası yemek istemiyor toplumdan. Ya da ekonomik özgürlüğü yok, tek başına bir birey değil bu toplumda. Ve bu insanlar boşanmayınca ahlaklı sayılıyor toplumumuz. Sürekli kavganın gürültünün içinde yetişen çocukları kimse düşünmüyor, onların nasıl birer birey olacakları ilgilendirmiyor kimseyi. Boşanma yüzdesi önemli olan. Düşükse problem yok.

Bu ülkede boşanmanın artması kadının artık kendini ezdirmediğini, artık ekonomik olarak özgür, düşünce olarak özgür tam anlamıyla bir birey olmaya başladığını gösteriyor. Erkek egemen bir toplum olmaktan uzaklaşanı, kadının da söz sahibi olmaya başladığı bir toplum. Kadının toplum tarafından anlamsızca damgalanmaktan korkmadığı, kadının kimseden korkmadığı bir toplum. O yüzden arka plana “requiem for a dream” müziği dayanmış “ahlak sistemimiz çöktü” tandanslı boşanma yüzdesi arttı haberlerinden pek de korkmamak lazım.

Sınırları Zorlamak


Bu aralar epey yavasladik malesef, acikcasi gecerli de sayilabilecek bir sebep var ortada. Kendi adima 5 gün 5 vize adli insanin sinirlarini yoklayan bir mücadelenin icinde oldugumu söyleyeyim. Diger arkadaslarin da sinav dönemlerine denk gelince hos olmadi tabi, ama bu sikintili dönemde yazilacak seyler hep aklimda birikti. Birkac güne tempoyu artirarak yola devam ederiz. Ben yine kafami notlarin, kitaplarin arasina gömeyim.

18 Kasım 2008 Salı

`74 - `75



Bahsetmek istedigim, daha dogrusu duyurmak istedigim bir sarki var. Pek bilinen bir sarki degil haliyle. Sarkiyi yapan grup olan The Connells, müzik piyasasinda hicbir zaman kendine yer edinmeyi basaramamis, söylemek gerekirse basarisiz bir grup. Ne var ki o basarisizlik icinde bir sarki yapiyorlar ki müthis bir is. "One Hit Wonder" adi altinda yapilan tek seferlik müthis isler listelerinin de müdavimlerindendir bu sarki. Haftanin listesine falan koyup da digerlerinin arasinda erimesine icim el vermedi, hem fazlasiyla ayri bir post olmayi da hak ediyor zaten. Teknosa`da duymustum ilk kez. Koca magazanin icinde sarki bitmeden, sarkiyi calan cihazi bulmak gibi kücük capta bir macera yasatti. Sansim yaver gitti, buldum cihazi. Sarkinin adi "`74-`75" ti. Eve geldim, buldum sarkiyi falan, müthis bir histi. Klibi de cok güzeldir, gerci isin bu kismi kendi yasanmisliklarima pay cikarmamdan dolayi da olabilir. Umarim begenirsiniz. Youtube`a ulasamayanlar icin bir de söyle birsey var.

Gebze`den Manzara

Osman Hamdi, 1881

Resimde gördügümüz figürler Osman Hamdi Bey`in kendi ailesi.

17 Kasım 2008 Pazartesi

Haftanın Filmine Kısa Bir Bakış - 10

2005 yapımı, Andrew Niccol tarafından yazılıp yönetilen Lord of War, dünya üzerindeki güçlü hükümetlerin fakir Afrika ülkelerini silah kaçakçılığıyla nasıl yönettiğini, silah kaçakçılığının günümüz dünyasında ne kadar büyük bir ticari kar sağladığını gösteren bir film. Başrolde Nicholas Cage, yardımcı rollerde de Ethan Hawke ve Jared Leto'nun oynadığı film, diğer Hollywood yapımlarının aksine kendi ülkesini ve politikalarını eleştirerek bu konuda diğerleriden ayrılıyor.

Filmde Nicholas Cage Ukraynalı bir ailenin büyük oğlu olarak Amerika'ya çalışmaya geliyor ve çalıştığı lokantada silahlı çatışma sonucu birbirini öldüren insanlar görmesiyle hayata bakışı değişiyor. Bu andan itibaren bir silah kaçakçısı olarak, silah kaçakçılığının nasıl yapıldığını, ne gibi prosedürleri olduğunu, alıcıları satıcıları hepsini gözler önüne seriyor. Bunu yaparken de silah kaçakçılığının kötü birşey olmadığı izlenimi veriyor seyirciye.

Filmle ilgili en çarpıcı ve filmi özetleyen cümle ise şu belki de; "Here are over 550 million fireams in worldwide circulation. Thats 1 firearm for every 12 people on the planet. The only question is how do we arm the other 11?"

Dünya üzerindeki savaşlar, silah kaçakçılığı ve insan hayatının nasıl harcandığı konusunda harika bir film. Kaçırmamanızı öneririz, iyi seyirler.

16 Kasım 2008 Pazar

Farkedin Beni

Dil kursuna başladım şu günlerde. Hem İngilizce'mi ilerleteyim hem de yeni bir arkadaş ortamı iyi gelir falan diye başladım. Lakin gelin görün ki dostlar bu dil kursu denilen olay öylesine kozmopolit bir yapıymış ki anlatamam. Eğitim hayatım boyunca hep aynı yaş grubundan, birbirine yakın sosyal, kültürel ve de ekonomik düzeyden insanlarla aynı sınıfta bulundum. Fakat bu dil kursunda İngilizce düzeyi dışında başka bir belirleme kriteri olmadığı için aynı sınıfın içinde inanılmaz farklı insanlarla beraberim şuan. Gerçekten çeşit çeşit insan var şu dünyada.

Mesela yabancı uyruklu bir hocamız var, sürekli İngilizce konuşuyor haliyle. Günlerden bir gün derste bu hocayla gremer konularından sorumlu olan Türk hocamız sohbet etmeye başladılar İngilizce. Konuştukları konular memleket neresi, hangi okulda okudun falan gibi inanılmaz tırt, bilmenin insan hayatına en ufak bir getirisi olmayacak konular. Ama İngilizce konuştukları için bir de dil kursuna iyi bir meblağ ödediğimiz için pür i dikkat dinliyoruz bu iğrenç muhabbeti. Bu ikisini dinlerken yanımda oturan kıza kayıyor gözüm ara ara. Hoca memleketini söylüyor, yaşını söylüyor kız onaylarcasına başını sallıyor. Hoca hobilerinden bahsediyor biraz daha uzun cümleler kuruyor kız daha bir coşkuyla sallıyor kafasını. Hani arkadaşınla konuşurken arkadaşın güzel bir tespit yapar sen de kafanı onaylarcasına sallarsın ya işte aynı o pozisyon. Konuşulanları anladığını herkes görsün istiyor. Diğer insanların anlamadığını sadece kendisinin anladığını sanıyor. Hoca da onu fark etsin istiyor. O yüzden kafanın sallanma hızı ve periyotu gittikçe artıyor zaten. Cümleler uzadıkça daha bir coşuyor kafa. Arada bir kız tebessüm ediyor, gözlerini kısıyor kafa da hala sallanmaya devam ediyor. O anı bir kameraya çekseler, sahnede sadece o kız ve de konuşan hocalar olsa, o görüntüleri sessiz bir şekilde izletseler sanırsınız ki iki adam hayatın anlamını çözüyor, tarihe damgasını vuracak laflar ediliyor orada. Lakin değil işte. Az buz İngilizce bilen bir insanın bile çok rahat anlayabileceği inanılmaz basit diyaloglar sadece.


İnsanoğlunun dikkat çekme çabası çok komik geliyor bana nedense. Daha doğrusu şöyle diyeyim dikkat çekebileceği hiçbir özelliği olmamasına rağmen dikkat çekmek, ilgiyi üzerine çekmek için kendisini parçalayan insanlar komik geliyor. Şu insanları bir gün bir adaya toplasalar, onlara “arkadaşlar sizi kimse umursamıyor ama biz sizi umursuyoruz ve ne yaptığınızın farkındayız” deseler, hatta sırtlarına pıt pıt diye güven verircesine dokunsalar, onların öz güvenleri yerine gelse, bir daha yapmasalar böyle şeyler, dünya barış ve huzur içinde yaşasa, insanlar kırlarda çırılçıplak koşsa...


Dipnot: Aslında bu konu hakkında çok daha absürt örneklerim var elimde ama onları da başka bir zaman yayınlayayım, böyle girizgah yazısı olarak kalsın bu da.

Herşey Sende Gizli


Yerin seni çektiği kadar ağırsın
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;

Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,

Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..

İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin...

Can Yücel

Haftanın Müzik Listesi - 10


  • Saxon - Denim and Leather
  • Steppenwolf - Born to be Wild
  • AC/DC - Thunderstruck
  • Little Richard - Lucille
  • Elvis Presley - All Shook Up
Listenin yas ortalamasi belki de 40`in üstünde; ama tam dinle cos listesi oldu. Özellikle Saxon ve AC/DC`ye dikkat cekerim.

15 Kasım 2008 Cumartesi

Nba in Ankara?

"Türk Telekom olarak Nba Europe ile bir sözleşmemiz var. Bir Nba takımı Türkiye'ye gelmesi durumunda bizimle maç yapacak. Gelecek sezon öncesi Nba Europe'un Türkiye'yi programına alması durumunda Türk Telekom ile bir Nba takım burada maç yapacak."

***
Bu sözler Türk Telekom Basketbol Takımı Genel Menajeri İrfan Yücesoy'a ait. Türk Telekom son yıllarda internet kullanıcılarından söğüşlediği paralarla (bunu da yazıyoruz ya blogu kapatmazlar inşallah) basketbola önemli yatırımlar yapıyor. Sezon öncesi burada da belirttiğimiz Türk Telekom Internationals Cup bunun ilk ayağıydı. Cem Yılmaz sayesinde de iyice artan gelirleri ile Türk Telekom Nba ile böyle bir anlaşmayı gerçekten yapmış mıdır bilemiyorum. Bir menajer çıkıp bu kadar net konuşuyorsa dikkat etmek gerek, haybeden sallayacak hali yok. Yine de Nba takımlarının bu gibi yurt dışı organizasyonlarını ne kadar sevmediğini az çok bildiğimden olaya şüphe ile yaklaşıyorum, bunun önemli bir etkeni de haberi yayınlayan sitenin Türkbasket olması. Herhangi bir başka yayın organında bunu duymamış olmak ve Türkbasket'in geçmişteki tecrübeleri beni böyle düşünmeye iten sebepler.


Ama diğer taraftan düşününce de güzel olur biz Ankaralılar için. Öncelikle salon bi yenilenir, yoksa o giriş turnikelerini gören Stern ilk uçakla geri götürür gelen takımı. Bir de tabi televizyondan izleyip iç çektiğimiz oyuncuları canlı izleme fırsatı bulmuş oluruz. Şimdilik bunun için konuşmak çok erken tabi ama olursa Lakers'ı istiyorum Ankara'ya eheh. Ama yine de biraz etraflıca düşününce İstanbul varken her organizasyonda olduğu gibi kaymağı onlar yer, gerekirse maç İstanbul'da oynanır. Zor yani.

Madonna


"Sometimes you have to be a a bitch to get things done."

Uzaylı

by Umut Sarıkaya

14 Kasım 2008 Cuma

Akvaryum Lavabo Parametresi

Bir lavabodan ne beklersiniz? Ya da söyle sorayim soruyu, bir lavabo ne kadar orijinal olabilir? Bu kadar oluyormus, gördügümde sasirdim. Fikir cok yaratici gercekten. Benim bir firmam olsa bugün, iste bana bu tasarimla gelen tasarimci benim icin cok degerlidir. Tasarimcinin adini bilmiyorum malesef; ama ürün bir Italyan firmasina, Rossari&Associati`ye ait. Adi da "Moody Wash Basin". Istediginiz boy ve ene göre firmanin sitesinden siparis verebiliyorsunuz. Fiyatlar 4800 ila 9500 $ arasinda degisiyor.

13 Kasım 2008 Perşembe

Fest-i Kült


AFSDG Kültürlerarasi Film Festivali`nin bu yil 4. sü yapiliyor. 14- 20 Kasim tarihleri arasinda gerceklesecek bu yilki festival. Ankara`da, Kizilay Büyülü Fener Sinemasi`nda gösteriliyor filmler. Festivalde degisik ülkelerden filmlerin yani sira görmek isteyenler icin film atölyeleriyle ilgili de bir bölüm var. Festival hakkinda daha fazla bilgi icin de söyle buyrun. Film listesine söyle bir baktim, 2 film dikkatimi cekti. 1994 Makedonya yapimi, en iyi yabanci film oscar adayligi bulunan Before the Rain ve 2006 Cin yapimi Tuya`s Marriage. Özellikle Before the Rain`i firsat bulabilirseniz görmeye calisin derim. 15 Kasim Cumartesi 21:00`da Before the Rain, 17 kasim Pazartesi 21:00`da ise Tuya`s Marriage gösterilecek. Keyifli seyirler.
Before the Rain`e kesin gidin.

All-Star 2009


Nba 2008-2009 sezonu All-Star maçı için oy verilebilecek oyuncular açıklandı ve oylamalar başladı. Bu sezon All-Star hafta sonu Arizona-Phoenix'de yapılacak. Açıklanan listelere göre 6 oyuncuyla Phoenix Suns ve Houston Rockets en çok oyuncu bulunduran takımlar ilk 5'ler için, hemen arkalarından da geçen yılın finalistleri Lakers ve Celtics geliyor 5 oyuncuyla. Bu takımların oy aldıkları takdirde sahaya ilk 5'leri ile çıkma ihtimalleri var açıkçası.

Bizimkilerden ise Mehmet ve Hidayet direk oy verebileceğimiz oyuncular listesinde yer alıyor. Memo zaten Las Vegas'da bu onura ulaşmış, Hidayet ise geçen yıl birçok kişinin hak ettiğini düşünmesine rağmen all-star olamamıştı. Kısmetse bu yıl artık. Evet, oylarımızı verelim. Ne demiş Mr. Obama; change we need, vote.

12 Kasım 2008 Çarşamba

Zezé'nin Öyküsü


Jose Mauro De Vasconcelos`un müthis üclemesinden biraz bahsetmek istiyorum. Seker Portakali - Günesi Uyandiralim ve Delifisek`ten olusuyor üclü. Kahramanimiz Zeze`nin yasamindan belli yillari iceriyor her biri. Seker Portakali`nda yeni okula baslayan bir cocuk olan Ze, Günesi Uyandiralim`da 12-13 yaslarinda Delifisek`te ise artik delikanlilik cagindadir. Kitaptaki karakter Ze, yani Jose yazarin ta kendisi.

Bu kitaplarin icinde en cok popüler olan süphesiz Seker Portakali. Vasconcelos kitabi 12 günde yazdigini kabul ediyor; ama ekliyor: "40 yildan fazla onu yüregimde tasidim.". Müthis etkileyici, insani icine cekip alan bir anlatim. Öyle ki Zeze`nin sevinc ve üzüntülerine okuyucular ister istemez ortak oluyorlar, tabi böyle olunca da kitabin sonundaki müthis vurucu finalin etkisi kacinilmaz oluyor. 

Bence asil gözden kacan ise Günesi Uyandiralim`dir. Seker Portakali`nin malesef gölgesinde kalmis oldugunu düsünüyorum. Yine müthis anlatim, ama bence kesinlikle daha vurucu ve insanin gögsüne yumruk gibi oturan bir son. 

Delifisek diger 2 kitaptan bu anlamda biraz daha farkli, dedigim gibi kahramanimiz yazar oldugu icin ayni zamanda, tahmin ediyorum ki o günlerdeki hislerini anlatimda tamamen kriter olarak kullanmis ve daha farkli bir anlatim yolu izlemis yazar.

Bugün de her zaman oldugu gibi sevgi ve ilginin eksikligiyle büyüyen bir cok cocuk var etrafimizda. Hep de olacak malesef. Serinin ana konusu da bu zaten. Sevgi. Birazcik sevginin bir insanin hayatinda ne kadar büyük degisiklikler yapabilecegi. Ilk kitabi bana aldiginda, "Bu ne ya, cocuk kitabi mi aldin bana ala ala" diyerek elestirdigim canim annem, iyi ki almissin da gözüme sokmussun bu degeri. Sadece cocuklar degil, özellikle de büyükler okumali kesinlikle. Yazima son kitap Delifisek`in yanlis hatirlamiyorsam girisindeki yazarin sözüyle son veriyorum:

"Birazcik sevecenlik, delikanlilik caginda onu kurtarabilirdi."

11 Kasım 2008 Salı

Tekirdağ'da


Bazi anlar oluyor, kimseyle konusmak istemiyorum. Birisinin birsey demesinden cekinmek ya da birilerine kizmakla ilgili degil kesinlikle. Sadece istemiyorum. Insanin kendi ic sesi en keyifli arkadasi oluyor ya bazen iste. O anlarimda gidip kendimin keyfini cikarabilecegim bir evim olsa. Tipki bunun gibi, hafif dökük olsun. Eskiye ragbetim vardir. 

Fotografci Merve Erden. Tekirdag`dan bir görünüm.

10 Kasım 2008 Pazartesi

Türk Sinema Tarihinin En İyi 10 Aktörü

10.Haluk Bilginer
On numara için son dönem Türk Sineması’ndan bir isme yer vermek istiyordum.O yüzden de Erkan Can’la Haluk Bilginer arasında gittim geldim.İkisi de büyük oyuncu bence.Epey de kararsız kaldım.Fakat yurtta yaptığım küçük bir kamuoyu yoklaması galibi belirledi.1977 de İngiltere’ye gitmiş Haluk Bilginer.Londra Müzik ve Drama Sanatları’nda eğitimini tamamladıktan sonra EastEnders adlı TV dizisinde 250 bölümde rol almış.Harem Suare ve Fasülye Filler ve Çimen gibi gösterildikleri dönemde hak ettiği değeri alamamış projelerde yer aldı.Son yıllarda ise daha göz önünde projelerde rol alıyor Haluk Bilginer.Beni en çok etkileyen performansları ise Tatlı Hayat dizisinde ve Zeki Demirkubuz’un Masumiyet filminde sergiledikleridir.Özellikle Masumiyet’le oyunculuk dersi vermiştir diyebiliriz.

9.Metin Akpınar
İsmi hep Zeki Alaysa’yla birlikte anıldı.Ama onun değil de Metin Akpınar'ın bu listede olmasının sebebi kalitesinin göstergesidir.kendisi asıl olarak İstanbul Üniversitesi Hukuk ve Edebiyat fakültelerinden mezun çift diplomalı bir ağabeyimizdir.İlk meşhur olduğu proje ise Türkiye’nin ilk kabaresi olan Devekuşu kabaresidir.Aynı zamanda kabarenin kurucuları arasında olan Metin Akpınar burada Zeki Alaysa ile müthiş bir eküri olmuştur.İnanılmaz bir sese sahiptir.Çok kereler kaset teklifi gelse de kabul etmemiş zamanında.Bir kaç filminde performansını izleme şansına sahip olduk (bkz. Buraya)Propaganda ve Abuzer Kadayıf' tan sonra iyi bir projede göremedik kendisini.Özellikle son yer aldığı Eve Dönüş 1915 bence epey başarısızdı.Ama bu onun yeteneğini ve başarısını gölgeleyemez tabi ki.


8.Münir Özkul
Asıl ününü tiyatro sahnesinde edinmiştir.Kavuk'u İsmail Dümbüllü'den almış ve Ferhan Şensoy'a vermiştir.Ondan sonra kavuk tartışması aldı yürüdü zaten.Türk sinemasında “iyi” diye tabir ettiğimiz hemen her karakteri canlandırdı galiba Münir Özkul.Dile kolay 400’ e yakın sinema filmi.Yeri geldi namuslu ve iyi kalpli aile babası oldu yeri geldi vefalı bir arkadaşı canlandırdı.Oynarken filmin içine o kadar giriyor ki karakter gerçeğe dönüşüyor.Siz de film izlediğinizi unutup gerçek bir insanın hayatını izlediğiniz hissine kapılıyorsunuz..Bir çok filmde karı koca olarak karşımıza çıktıklarından onun da ismi Adile Naşit’ le özdeşleşmiş.Beni en çok etkileyen ve en popüler performansları ise Yaşar Usta ,Turşucu Kazım Efendi ve Mahmut Hoca’dır.Hastalığının (Alzheimer) ilerlemesiyle son filmi de Dar Alanda Kısa Paslaşmalar oldu üstadın.Yıllardır süregelen vefasızlık örnekleri onda da vuku buldu doğal olarak.Bütün medya da gözünü dikmiş bekliyor “ölsün de nasıl bir üstad olduğundan bahsedelim” diye.


7.Uğur Yücel
Türk sinemasında yetenekli ve yaptığı işe çok değer veren isimlerin başında geliyor Uğur Yücel. Muhsin Bey filminde canlandırdığı Ali Nazik karakteri için 2 ay Urfa’da kalmış ve yörenin şivesini öğrenmeye çalışmıştır.(bkz. Buraya )Beni en çok etkileyen performansları ise Arabesk’te Gazinocular Kralı,Muhsin Bey de Ali Nazik ve Eşkıya da Cumali dir.2004 yapımı Yazı Tura filminin de yönetmeni ve senaristi olarak Altın Portakal almıştır.

6.Kadir İnanır
Nam-ı diğer Deli Kadir.Türk Sinema tarihinin belki de en karizmatik oyuncusudur.Çoğu filminde Hem romantik hem de kadınını sahiplenen maço ve güçlü erkek modelini canlandırmıştır.bkz(Devlerin Aşkı ve Selvi Boylum Al Yazmalım)Bu erkek modeli Kadir İnanır’la o kadar özdeşleşmiş ki zamanında “Kadirizm” felsefesini doğurmuş.Mahallemizin gençleri de bu felsefeye uyup sap dolaşıp çok adam tartaklamıştır.Tatar Ramazan ‘da bu modeli sosyalizmle özdeşleştirmek istemiş Kadir ağabeymiz fakat oturmamış o ceket ona.Zaten çok sonraları bobilere malzeme olmaktan öte geçemedi Tatar.(bkz Buraya )Ama oyunculuğuna lafım yoktur Kadir İnanır’ın.Selvi Boylum Al Yazmalım, Yılanların Öcü ve Dila Hanım filmleriyle döktürmüştür adeta.Son zamanlarda sms polemikleri ve bonus reklamlarıyla karizmasını sarssa da Kadir İnanır benim gözümde hep eskisi gibi kalacaktır.

5.Sadri Alışık
Bizden önceki dönem onu Türk Sineması’nın ince bıyıklı jönü, bıçkın delikanlısı olarak tanıdı.Biz ise onu çoğunlukla Turist Ömer filmleriyle hatırlarız.Sinemamızın en büyük komedyenlerinden sayılmasına rağmen beni en çok etkileyen performansları ise hep duygusal rollerde sergiledikleri oldu.O rollerde kelimeleri öyle bir ses tonuyla aktarır ki,gözlerinizin dolmaması için kendinizi zor tutarsınız.Onun oyunculuğu en kötü senaryolu filmleri bile izlettirmiştir bize . 1995 yılında aramızdan ayrılan sanatçının son yer aldığı proje ise Oktay Kaynarca,Mehmet Aslantuğ,Derya Alabora gibi isimlerin de yer aldığı Yengeç Sepeti oldu.Ayrıca ilgilenenlere, sanatçı vefatından evvel şiirlerini "Bir Ömürlük İstanbul "adlı kitapta toplamıştır.

4.Kemal Sunal
Onun için ne denebilir ki.Türkiye’nin en büyük komedyeni kendisi.Kaç nesil onunla büyüdü.Bilmem kaçıncı kez izlememe rağmen hala TV 'de rast gelince bakmadan geçemiyorum.Arkadaş ortamlarında onun filmlerini izlerken önce “bak birazdan şöyle olacak” diye bir gülerdik.Sonra o olay olunca bir daha güler ,epey sonra da “nasıl oldu ama? “ diye ayrıca gülerdik Ama sadece bir komedi oyuncusu değildi kesinlikle.”Propaganda” ve “Düttürü Dünya” filmlerinde de drama oyunculuğu dersi vermişti adeta.2000 yılında son projesi Balalayka 'yı tamamlayamadan aramızdan ayrıldı.Erken gittin be üstad.Huzur içinde yat.

3.Ayhan Işık
Türk Sineması’nın en büyük jönü,filmlerin esas oğlanı,bir bıyık modeline ismini vermiş olan abimiz Ayhan Işık.Kariyeri boyunca başrolden başka hiçbir rolde yer almamıştır.Bir ara Amerika macerasına atılmış fakat orada gelen ikinci adam,ya da karakter oyunculuğu tekliflerini geri çevirerek Türkiye’ye geri dönmüştür.1975 yılında güneş çarpmasına bağlı beyin kanaması teşhisiyle vefat etmiştir.Gözden uzak olan gönülden de uzak oluyor mantalitesiyle bizim dönemimizde filmleri TV 'de çok nadir yayınlanmıştır.Ama izlediğim az sayıda filmindeki karizması, o sigarayı içişi ve söndürüşü hala gözlerimin önünde.

2.Tarık Akan
70 li yılların genç,haşarı,yakışıklı delikanlısı.80’li ve 90’lı yılların karizmatik abisi.Tarık Akan her rolün altından kalkabilecek usta bir oyuncudur benim gözümde.Onun sineması bıyıktan önce ve sonra diye ikiye ayrılabilir.Bıyıktan sonra zengin,cici,haşarı çocuk , kız avcısı rollerini bırakıp siyasi sinemaya dönmesiyle oyunculuğuna da ayrı bir boyut getirdi Tarık Akan.İnandığı şeylerin peşinden koşması sebebiyle de her zaman takdir toplamıştır.Bir keresinde kendisine ters düşen fakat maddi olarak epey yüklü bir iş teklifini geri çevirdikten sonra "Para önemli bir unsurdur insanın yaşamında… benim için de önemli… ama düşüncelerime ters düşecek bir iş için veriliyorsa o parayı reddetmeyi bilirim. yaşamımda hep inançlarım doğrultusunda gitmeye çalıştım ve bundan hiç bir şekilde taviz vermedim, vermiyorum." açıklamasıyla duruşunu da belli etmiştir.1982 yılında Cannes Film Festivali’nde “Yol” filmi en iyi film ödülünü alırken o da en iyi erkek oyuncu dalında aday gösterilmiş fakat ödülü kazanamamıştır.Ayrıca sanatçının 12 Eylül anılarını anlattığı “Anne Kafamda Bit Var” adlı kitabı da 2002 de yayınlanmıştır.

1.Şener Şen
Bir numarayı ondan daha fazla hak eden bir isim yok galiba.Açıkçası listeyi yaparken, yeri için en az zorlandığım isimdi Şener Şen.Sadece Türk Sinema tarihinde değil uluslararası bir liste yapsaydım da mutlaka bu listede de ona yer verirdim.Her zaman yapılan bir geyiktir “ Amerika’da olsaydı , evi Oscar dolardı.” Ama o burada ve iyi ki de öyle.İyi ki de babası Ali Şen’i dinlemeyip Malazgirt’te öğretmenliği bırakarak İstanbul’a figüran olmaya gelmiş.İyi ki buradasın ve üretmeye devam ediyorsun.Yazıyı ondan bir görüntüyle sonlandıralım




Halit Akçatepe, Erkan Can,İlyas Salman,Şevket Altuğ,Çetin Tekindor,Cüneyt Arkın,Yılmaz Güney,Hulusi Kentmen gibi bir çok isim daha Türk Sineması’nın büyük oyuncularındandır ve bu listede olmayı hak ederler.Fakat listeyi 10 kişiyle sınırlamak gerekiyordu.Eleştirileri ve önerileri yorumlarda tartışabiliriz.Saygılar bütün üstadlara….