Güncel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Güncel etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

15 Kasım 2010 Pazartesi

İki Film Arasındaki 7 Farkı Bulun!


Dikkat! Birazdan okuyacağınız yazı çok uzun ve yer yer kopuk metinler içermektedir. Yazıdan sıkılma olasılığınız 1 e çok yakındır. O yüzden " özet geç piç " demeniz tavsiye edilmese de yerinde olacaktır. Okumayı içselleştirememiş olan fakat sağda solda bulunduğu ortamı etkileyebilmek için yazılardan bir kaç şey satmak ve prim yapmak isteyen okuyucularımız! lütfen son paragrafa ininiz.Saygılar.

İki çeşit yönetmen vardır. Birincisi bir filmi görüp çok beğenen ve o yönetmen gibi filmler çekmek isteyen. İkincisi ise piyasada bu kadar kötü filmin nasıl barınabildiğine şaşırıp daha iyisini çekebileceğini düşünerek bu işe giren. Galiba New York'ta 5 Minare yi izleyen bir çok olası yönetmen adayı sektöre ikinci tür olarak giriş yapmak isteyecektir.

Beş Minare ye geçmeden önce başka bir filmden Çoğunluk tan bahsetmek istiyorum. Yönetmeni Seren Yüce bu işin "mutfağından" derler ya gerçekten de oralardan basamak basamak gelmiş. Bence oralarda kazandığı en önemli tecrübe bir filmin iyi olması için şatafatlı olmasına hiç mi hiç gerek olmadığı düşüncesi. Çünkü bu düşünceyi Çoğunluk'a çok belirgin ve iyi bir şekilde yansıtmış ve sonuç olarak ortaya iyi bir film çıkmış. Film anlatmak istediği ana düşünceyi olabildiğince saklıyor. Bu da benim filmlerde en sevdiğim ve aradığım özelliklerden biridir. Özellikle gerçekten anlatmak istediği bir konu olan yönetmenlerden izleyici salak yerine koymamalarını beklerim. O yüzden yönetmen, ana düşünceyi kendine has bir metodla sunmalı. İşte Seren Yüce nin bu filmde başvurduğu metod : Tekrarlar olmuş. Bazı sahneleri belki 6-7 kere kullanmış. Film anında bunlar sizi rahatsız edebilir ve filmin temposunu düşürdüğünü düşünebilirsiniz. Fakat filmden çıktıktan sonra, özellikle son sahneden sonra ne kadar etkili bir yöntem olduğunu anlıyorsunuz. İşte Çoğunluk filmi bu gibi özellikleri nedeniyle New York'ta Beş Minare ile taban tabana zıt bir film.

Tamam anlattıkları konular epey farklı (aslında bir iki ortak noktası da var ya neyse) Benim asıl değinmek istediğim nokta yönetmenlik becerileri ve kurgu olacak. Çoğunluk'taki sahneler ne kadar sade ve ne kadar basit mekanlarda çekilmişse Beş Minare de bir o kadar şatafatlı ve gösterişli mekanlar ve teknikler kullanılmış.

Bütün önyargılarımı saklayarak ve önceki iki filmin eleştirilerinden dersler çıkaracağını umarak gittiğim Beş Minare nin beni en çok hayal kırıklığına uğratan kısmı ise kurgusu oldu. Fakat sağda solda okuduğum insanlar "müthiş kurgu müthiş akıcı" gibi ifadeler kullanınca acaba benim atladığım noktalar mı oldu diye filmi tekrar kafamda bir gözden geçirdim.Ve inanılmaz bir şekilde, filmin (benim tahminimce) en büyük para harcanan bölümü olan girişteki çatışma sahnesini tamamıyle unutmuşum! Evet filme belki 2-3 milyon harcayarak bir sahne koyuyorsun ve giriş sahnesi yapıyorsun ve izleyici bunu unutuyor!O senin dangalaklığın da diyebilirsiniz ama emin olun öyle değil ,keşke öyle olsaydı.İşte böyle bir kurgu var filmde.

Hele ki anlatmak istediği konular... Gerçekten bir şeyler anlatmak istemiş fakat bu düşünceleri öyle bir vermiş ki sanki 5 tane mini dizi hatta trt belgeseli izlemiş gibi hissettim kendimi. Sabah programlarında çocuğa anlatır gibi tane tane. "Bak bu adamlar eeh, bunlar cici" "Bak bir de böyle düşünceler böyle insanlar var, ama bunların konumuzla bir ilgisi yok!" Mahsun gerçekten de bu işi kıvıramıyor. Yani film bittikten sonra hiç baştan sona oturup izlememiş gibi. Çoğunluk'ta ise işte bu olayın tam tersini görmekteyiz.Biri insanın gözünü çıkarıyor, diğeri gözünü açıyor.

Ayrıca Amerika'da çekilen sahnelerin filmle ne ilgisi olduğunu anlayabilen beri gelsin.Yani "Bak biz büyüdük Amerikalarda bile film çekebiliyoruz, oluyo yani parayı verince!" demek içinse eyvallah! Ama filmde anlatmak istediğin birşeyi anlatmak istemişssen olmamış, yapamamışsın, kalsiyumu potasyumu eksik. " Acaba okyanus ötesinden birilerini mi anlatmak istiyor onu mu eleştiriyor ya da onu mu övüyor " demek istiyoruz ama diyemiyoruz. Çünkü elimizde hiç bir şey yok. (sadece saç şekli var :)

Filmin konusundan bahsetmek de istemiyorum ama radikal islami terörist bir grubun liderine bir kaç dini bilgi verererk başını öne eğdirten, bu terör örgütlerinin arkasındaki büyük silah pazarını ve bütün bir siyasi konjünktörü göz ardı etmemizi sağlayan ve sanki her şeyin bu kadar basit şeyleri bilmemekten kaynaklandığını ve cahillik olmasa herkes kardeş kardeş oynar ki gibi bir düşünceyi çocuk oyunu gibi anlatan Haluk Bilginer abimizin canlandırdığı Hacı karakterine ve bu sahneyi yazan ve yöneten "Lo Lo Mahsun" a teşekkürü bir borç bilirim.

Bir de işin oyunculuk kısmı var ki zaten eğreti Mahsun un yanında bir de Mustafa sandal'ı sanki kendisi hiç Mustafa Sandal olmamış hiç " bize gidelim beyler" hayatı yaşamamış gibi görmek hem garip oluyor hem komik oluyor.

Eleştirmediğim , itin götüne sokmadığım bir-iki yer kalmıştı o da görüntüleri ve filmin ismi. Onları da iki dakkada halledivereyim hemen. Görüntü konusunda Mahsun a pay çıkarmak ancak maddi bazda olabilir. Bastırmış parayı getirmiş adamı.Görüntü yönetmeni John de Borman ' a sevgiler.Filmin ismi ise en gereksiz ve izleyici en çok kandıran şey galiba. Bunu söyleyince büyüsü kaçıcak ama Mahsun ve Haluk Bilginer'in oynadığı karakterler Bitlis li. O yüzden filmin ismi beş minare. Başka da hiç bir geyiği metaforu cartı curtu yok.


Yani anlayacağınız kopuk,anlatmak istediğini komik ve göze batan bir şekilde anlatan, Amerika ve silah sahnelerine ve Amerikalı aktör kardeşlerimize gereksiz yere para akıtan,reklamı bol,kendisi dar,gömleği geniş bir filmle karşı karşıyayız. Sakın para falan vermeyin. İlla izlemek istiyorsanız , ya da kötü filme bir ölçüt arıyorsanız interneti bekleyin hatta DC ye bi düşssün ben size ulaştırırım.

Not: Zaten filmin kötü olduğunu Taha Akyol un milliyetteki yazısını okuyanlar hemen anlayacaktır. Zira kendileri beğenmiş! E daha fazla yoruma mahal vermiyor zat-ı alileri.

16 Eylül 2010 Perşembe

Nooooooooo!



RTE Anadolu'nun sen yüce bir dağısın!

Tayyip Tayyip üstüne kurdum Erdoğan'ı!

Re Teyli tala tula da tambırleyli Tayyip!

Ve son olarak:

Birruh! Birdem! nefdik ya Tayyip!

Dip not: Bu post taki olaylar ve kişiler tamamen
hayal ürünüdür. Ya da... nihahaha (kötü adam gülüşü ama çizgi filmlerde olanlarından)

Bütün bir post için( bkz. Eric Fromm- Sahip Olmak ya da Olmak - kavramlar: "Boş Zaman Pasivitesi" )

15 Eylül 2010 Çarşamba

One Ring to Rule Them All!



8 yılda 7 seçim kazanan başbakanın başarısının sırrı ortaya çıktı!

30 Ağustos 2010 Pazartesi

KPSS İstatistikleri!



Bu sene öğrenciler çok çalışmış yav! Baksana 115 net üstü 4000 den fazla kardeşimiz var! Su gibi ezberlemişler ,MAŞALLAH!

28 Ağustos 2010 Cumartesi

Sıçtın Be!


Türkiye'nin en güvenilir! kurumlarından biriydi ÖSYM sözde. Bu KPSS olayıyla tamamen dibi gördüler. Şimdi kimi kesim "Tekrar edilsin!" diyor haliyle. E diyelim edildi, kopya çekmeyen iyi puanlıların suçu ne? Ondan daha büyük skandalı ise Eylül'de okulların başlayacak olması fakat hala öğretmen atamalarının gerçekleşememesi! sadece öğretmenler değil tabi ki devletin bütün kurumlarında kadrolar boş kalacak işler aksayacak, tekrar sınav yapılacak onun maliyeti olacak külliyen zarar, çok büyük skandal!

Bir de bu kopyayı çekenler var! Araştırılınca şüpheler hep aynı noktada çakışıyor. O kesimin ise hiç sesi soluğu çıkmıyor. Şaibe yoktur zaten diyemiyolar da çıt çıkarmıyorlar be abi! "Sus, sus çaktırma unutulur belki" mi diyorlar acaba? Gitsen sorsan kendilerine büyük ihtimal vicdanları rahattır. Çünkü bunlar o kadar iğrenç insanlar ki kendilerine o kadar iğrenç bir mantık kurmuşlar ki sözde "ulvi" amaçları için böyle "küçük" ayrımcılıkların gayet mübah olduklarını düşünüyorlardır varsan baksan.

Eskiden beri belirli cemaatler bu işleri yapar ya da yapmaya çalışırdı. Herkes adamını kayırırdı yani. Ama bu işler bayağı uğraştırırdı ve yine de gizli kapaklı yapılan işlerdi. Şimdi insanın gözünü çıkarıyorlar bir de üstüne tükürüyorlar! Bu ülkenin insanları yapıyor bunu! İşte o insanlar,sizden gerçekten iğreniyorum...

26 Haziran 2010 Cumartesi

Haziran Sayısının Kapak Kızı Gene BEN!


Aslında takipçi sayımız 100 e ulaşınca bir yazı yazayım, atayım tutayım diyordum ama uzun süre 99 giden sayı bugün 98'e düşünce , kapıldığım umutsuzluk hezeyanından bu satırlar çıktı ortaya...
Yok yok açıkçası 100 e 98 e pek bakmıyorum. Canım yazmak istedi sadece.

İlk gündem ; isner-mahut maçı .Rekor falan bunlar güzel şeyler de asıl üzüldüğüm nokta birisinin 1. turda isner in de bugün 2. turda set alamadan elenmesi. Ulan madem niye kastınız o kadar! İsner çiftler maçından da çekilmiş. Programı da bozdunuz. Ancak ileride Kim 500 Milyar İster 'de 16 Milyarlık soru olursunuz. Onu da Murat Bardakçı gibi bi herife denk gelirsiniz herifi 16 milyardan da edersiniz. En azından şu Dünya Kupası'na bir alternatif oldu bu Wimbledon yoksa durumlar çok kötü.

Gelelim Dünya Kupası'na: Maçlar çok sıkıcı geçse de izlemekten kendimi alamıyorum.Hele son maçlar iyice çığrından çıkarttı olayı. Kaleye gitmemeler üstüne gelmemeler... Ömer Üründül bile "enteresan" diyemedi o derece. Neyse ki Perşembe Aşk-ı Memnu vardı da ne Üründül gördüm ne vuvuzela.

"Oha lan Aşk-ı Memnu mu izledin!?" diyeni terlikle dövücem artık. Yüzde 73 oran çıkmış lan reytinglerde! Twitter da en meşhur ikinci konu olmuş. Muhafazakar demokrat ülkeme bak sen!

Muhafazakar deyince geçen gün yolda muhafazakar güvercin gördüm. İki tane güvercin telin üstünde "aşk yapıyordu". İktidar yanlısı ince bıyıklı(tam göremedim ama sanki var gibiydi lan ince bıyık, cidden bak) 3. bir güvercin hızlı hızlı gelip resmen bunları kovaladı. Bildiğin kovaladı ya garipleri... Ben adam toplayıp linç etmediklerine şükrettim gerçi.


Son olarak , 100. takipçiye sürpriz hediyeler olduğunu buradan açıklamak isterdim ama , maalesef ancak hurma veriyoruz. Kendisine afiyet olsun(Tabi günün birinde ulaşırsak o sayıya, bak bunu hiç düşünmemiştim)

15 Nisan 2010 Perşembe

Holy Mother of God!!

Sahipsiz aygır, 5 yarış atına tecavüz etti.



Çitler Kırdı ve 5 yarış atına tecavüz etti.

Polis, olaya el koydu ve aygırın sahibini bulmak için çalışma başlattı. İnciraltı Atlı Spor Tesisleri'nin sahibi Mustafa Akın, en az 100 bin lira zararı olduğunu belirterek, "Doğacak atlar safkan olmayacak. Kızımın doğacak taylarının babaların soyu beli olmayacağı için kimlik çıkaramayacağım" dedi.

5 AT İLE İLİŞKİYE GİRDİ

İlginç olay, İnciraltı semtinde, İnciraltı Atlı Spor Tesisleri'nde meydana geldi. Çiftçilik yapanların da bulunduğu bölgede, bağlı olduğu yerden ipini koparan binek atı bir aygır, Atlı Spor Tesisleri'ne gelip çiti yıkarak, dişi atların bulunduğu bölümü girdi. Çapkın aygır, aralarında Türkiye'deki yarışlarda koşan şampiyon İngiliz atı Dinyeper'in yavrusu olan Happy Girl'in de bulunduğu beş kısrakla çiftleşti. Sabah saatlerinde tesise gelen 33 yaşındaki Mustafa Akın, gördüğü manzara karşısında şok oldu. Akın'ın haber vermesi üzerine polis, çapkın aygırın sahibini bulmak için çalışma başlattı.

"YORGUN DÜŞÜNCE DIŞARIYA ÇIKARDIK"

Çapkın aygırın gece yarısı atlarımın bulunduğu arazideki çiftleri yıkırak içeriye girip, 5 atımla da ilişkiye girdiğini belirten Mustafa Akın, "Sabah geldiğimde çiftleşmeye devam ediyordu. Güçlükle ayırmaya çalıştım ama bana karşı koydu. Ancak öğlen saatlerinde yorgun düşünce üç arkadaşla birlikte dışarıya çıkarmayı başardık" dedi.

"YAVRULARA KİMLİK ÇIKARTAMAYACAĞIM"

İncirlatı Atlı Spor Kulubü'nün açılışını yapmayı büyük bir heyecanla beklerken, sorumsuz bir at sahibinin bunu kendisine zehir ettiğini dile getiren Mustafa Akın, atın sahibinin bulunması durumunda kendisinde şikayetçi olacağını ve 300 bin lira tazminat davası açacağını belirtti. Bu aygırın bütün hayallerini alt üst ettiğini belirten Akın, "Aygırın çiftleştiği atlar arasında önümüzdeki günlerde yarışlarda koşturmaya hazırladığımız ve büyük umutlar beslediğimiz Happy Girl de bulunuyordu. Bu attın soyunun safkanlığını da bozdu. Çiftleşmeden dolayı doğacak tayların hiçbirine kimlik çıkatamayacağım. Çünkü doğacak tayların babaların soyu beli olamayacak" dedi. Hipodromdan veterinerler gelip DNA testi yapacaklarını belirten Mustafa Akın, "Olumsuz rapor verilmesi halinde atımın yarış hayatı bitirebilir" dedi.

TEK ÇİFTLEŞMEDE AT GEBE KALABİLİR

Veteriner Hekim Kadir Keser, atların tek çiftleşmede hamile kalabileceğini belirterek, "Bunun garantisi yok. Ancak bir çiftleşmede atlar hamile kalabileceği gibi 10 çiftleşme sonucunda da hamile kalmayabilir. Bunun için bir sey söylemek zor" dedi.


Dip Not: Üzülerek belirtmeliyim ki zaytung haberi değil.


Dip Not 2: Atlardan birinin adı "Happy Girl" imiş. Yorum Cüneyt Özdemir'den geldi: " Acaba hala öyle mi?"



30 Aralık 2009 Çarşamba

Yeni YIl hediyesi!


Türkiye de pek tutmaz belki ama, ölülerini gömmek yerine yakmayı tercih eden tanıdıklarınız varsa yılbaşında alınacak en iyi hediye budur! : Kül Kavanozu. "Ölen kişinin vesikalık fotoğrafı 3 boyuta taşınarak bire bir ölçüsüne uygun bir kafa şeklinde kavanoz haline getirilmesiyle oluşan bu enfes hediye sayesinde hem sevdiğiniz insana hasret giderebilecek hem de ölen kişinin külleri sağa sola saçılmayacak, güvenle saklanacak! " Eğer sevdiğiniz kişi daha ölmediyse, kavanozu çiçek saksısı olarak kullanabilir ya da kişinin kafasını fiş ve faturayla de doldurabilirsiniz. Epey kullanışlı bir şey aslında .Hemen sipariş verenlere açılır kapanır baldır şeklinde makyaj kutusu da hediye!

5 Aralık 2009 Cumartesi

Parasıyla Değil mi Kardeşim?!




Haberimiz şöyle :

"

Çinli işçi Facebook'ta da ucuz

Facebook'un en popüler uygulamalarından biri olan Farmville'de işçi SANAL DÜNYA'DA BİLE UCUZ İŞ GÜCÜ


İş yoğunluğu nedeiyle oyundaki tarlalarıyla ilgilenemeyen oyuncular çiftliğe göz kulak olacak Çinli işçilerle oldukça ucuz fiyatlara anlaşabiliyorlar.Kiralama dönemi başladı. "


Bu ne lan! Biri bana açıklayabilir mi? Şimdi bir oyun oynuyorsun.Sanal çiftlikler kurup ,sanal ürünler üretiyor, sanal paralar kazanıyorsun. Ama bununla yetinmeyip gerçek dünyada kazandığın parayla gerçek bir adam tutup sanal çiftliğinde mi çalıştırıyorsun?! Bu mu yani teknolojinin geldiği son nokta!

Tüm bunlar bir yana "Çinli işçi burada da ucuz" diye haber yapılıyor. Ya ne olacaktı. Şu haberde şaşırmadığım tek nokta Çinli işçinin ucuz olması. Yani eğlenmek için oynadığın bir oyunun bile amacının nasıl değişip sisteme uyum sağladığının çok güzel örneği Farmville.

Tek amacın daha fazla kazanmak ve sadece sahip olmak olan Monopoly tarzı oyunlara alışmıştık.En nihayetinde kendin oynuyordun ve gerçek dünya'da sahip oldukların oralarda geçmiyordu. Yani Bill Gates de olsan şansın yaver gitmedi mi kaybedebilirdin. Ama bu Online oyun dünyası çok farklı bir yöne ilerliyor.

Biraz etrafa bakınınca bu işin aslında yeni olmadığını, online oyundan bir şekilde uzak durmayı başarabilmiş olan ben tarafından yeni farkedildiğini görünce daha bir moralim bozuldu. Meğer bazı online oyunlar için Çin gibi ülkelerde stüdyolar kurulup , "ucuz işçiler" sabahtan akşama bilgisayar başında oturtuluyormuş . Yaptıkları tek iş sanal canavarları öldürmek, para kazanıp sanal kılıçlar almak.

"Kıçınıza sokun o kılıçları" diycem ama sanal kılıcın nesini nereye sokucaksın be abi. Cümleten geçmiş olsun.

Dip not: Şu Marduk mudur nedir, gelse de kurtulsak.

24 Eylül 2009 Perşembe

Oscar'ı Gördüm

Mahsun Kırmızıgül'e daha çok küçükken Seda Sayan'la aşk yaşadıkları zamanlarda televizyondaki canlı yayınlanan bir programda "Bir daha söyle, seviyorum! Bir daha, seviyorum! Ben de seni sevgilim" şarkısını söylediklerinden beri soğuğum. Sonrasında Galatasaray için şampiyonlar ligi şarkısı, sarı sarı kimin yari şarkısı falan da besteledi. Ama sinemacı yönünü hiç bilmiyordum.

Önce Beyaz Melek çıktı, Mahsun Kırmızıgül'ün yazıp yönettiği, sonra da Güneşi Gördüm. O şarkıların ben de bıraktığı etkiyle "Mahsun Kırmızıgül film yapsa noolur" diye yüzeysel bir yaklaşımla izlemedim hiç birini. Aslında Güneşi Gördüm çıktığında oyuncu kadrosu ve sağdan soldan edindiğim izlenimler sonrası gitmek ister gibi oldum ama bu sefer gidecek kimse olmayınca kaldı işte öyle. Aslında Mahsun Kırmızıgül sinema eğitimi almışmış meğer. Hala oturup araştırmıştım değilim ama öyleymiş sanırım.

Neyse efendim o Seda Sayan'a bağıra bağıra ben de diyen Mahsun Kırmızıgül'ün filmi Oscar'a aday adayı oldu. Geçmişteki yaptıkları filmi etkilemez ama sanırım filmleri izleyene kadar ben etkisinde kalıcam ne yazık ki. Yine de böyle bir başarı önemli gerçekten sinemamız adına. Mahsun Kırmızıgül'ün daha ikinci filminde böyle bir başarıyla ödüllendirilmesi de ayrıca takdir edilmesi gereken bir durum. Bi daha film yaparsa ilk gün izlicem artık.

not: blog yazarları nerdesiniz lan uyanın artık.

20 Eylül 2009 Pazar

12 Dev Adamlı Bayram Mesajı

Milli takım sağ olsun yine beni yanıltmadı. Daha önce de söyledim bu takıma beklenti yaramıyor diye. İlk tur ve ikinci tur gruplarında Sırplar ve İspanyolları yenince bu takım madalya alır beklentisi oluştu hemen hemen herkeste. Hele ki bir çok takımın yıldız oyuncularının gelmediği bu turnuva 2001'den sonraki ilk madalya için inanılmaz bir fırsattı. Ama ne oldu? Beklentilerle izlediğimiz tüm maçlardan boynu bükük ayrıldık. Sakatlıklar olmasaydı dedik, çok yorulduk dedik, hakemlere salladık ve en sonunda rezalet iki klasman maçı sonrası çok iyi mücadele ettik ama şanssızdık diye kendimizi avutarak geri döndük. 2010'u bekliyoruz. Bakalım yıllardır dillerden düşmeyen 2010'da neler olacak? Ama fotoğraftaki gibi Barış Hersek'le falan gidersek yine ne olacağını söyleyeyim, bi bok olmayacak. Bayram bayram ağır konuştum ama kimse kusura bakmasın. Böyle yani.

Başından beri iyi hücum bi takım olmadık, hatta bana göre ortalama bi hücum takımı bile ancaydık ama savunmada iyiydik şimdi. Fakat karşımıza biraz iyi savunma yapan biraz da iyi hücum eden ve adam akıllı yıldızları olan takımlar gelince afalladık ne yazık ki. Bugün bi takım turnuvanın en önemli maçlarında son topları 20 sn bekleyip başı kesik tavuk gibi dolanan bi guardla rastgele kullanıyorsa olacağı budur. İyi mücadele ettik ama. Şanssızdık.

Turnuva sonrası 2010 için ümit veren; Ersan'ın oyunu, Ömer Aşık'ın faulleri düzeltmesi şartıyla oyunu ve başka da bişey yok ne yazık ki. Bi ara kaptırmıştım kendimi hakkaten madalya diye ama şabuk uyandık malesef. Ne Hidayet bekleneni verebildi, ne guardlarımız önemli maçlarda oyuna ağırlık koyabildi. Tanjevic'e girmiyorum zaten hiç, oyuncu kadrosu açıklandığından beri tepkiliyim kendisine. Ama işin en üzücü yanıysa ilk maçlarda alınan tırt galibiyetler sonrası iyi mücadele ettik yalanına inanıp Tanjevic'le kendi evimizdeki dünya şampiyonasını da harcayacak olmamız. Keşke gruptan bile çıkamasaydık da kovulsaydı böyle olacağına. En çok koyan da sıralama maçlarında oynasın diye taa Polonya'lara adam götürüyoruz, Nba yıldızlarımız evinde otururken. Mehmet Okur'u sevmem ama bi Amerika olmadığımıza göre, Mehmet'i seçmeyip Dwight Howard'ı seçemeyeceğimize göre bu adamı bi şekilde kadrona monte edeceksin arkadaş. Yoksa nerde kaldı senin koçluğun, hadi koçum hadi aslanım demekle olsa keşke bu işler. Bu takımın en iyi oyuncuları kimlerse sistemini ona göre kuracaksın. Mili takım oyuncu yetiştirmek için kullanılan bi altyapı takımı değildir.

Tanjevic kadar sinir olduğum bir başka şeyse nerde o eski bayramlar, şimdi ki bayramlar da bayram mı? diye ortalıktan dolananlar. Hepsi değil tabi de "şimdi kriz var bayram bişeye benzemiyo" falan diyenler özellikle. Napalım abicim oturup ağlayalım mı şimdi. Bayram bu işte zamanla herşey gibi değişiyor bu da. Biz de küçükken para toplayıp torpil patlatırdık, güzeldi. Ama artık böyle. Her sene aynı muhabbeti yapmayalım lütfen.

Herkese iyi bayramlar. Yine de eski bayramlar güzeldi be abi.

10 Eylül 2009 Perşembe

Hayat Basketbolda

Futbolda üzüldük, hem de çok üzüldük. Neyse ki 12 Dev Adam'ımız var. Polonya'yı da kendi seyircisi önünde düzleyip grubu kayıpsız bitirdik. 12 Dev Adam'ın da önceki yazımda belirttiğim gibi beklenti altına girmediği turnuvalardaki başarılı performansı teorisi devam ediyor, en azından kendi adıma. Bu takımdan çok fazla bişey beklemiyordum, şimdilik yanılttılar. İşin doğrusu grubumuzda baya tırttı ama yine de ortaya konan oyun bu işin bu kadarla kalmayacağının göstergesi. Şu maçları kazanmamızın tek üzücü yönü ise Tanjevic'le yine devam edicek olmamız. Her zaman yanındayız.

16 Ağustos 2009 Pazar

Acayip Hayvanlara Benziyirsen


Naptın sen yiğen yav!!

31 Temmuz 2009 Cuma

Ekşi Sözlük ve Yeniçeri Ocağı'nın Tarihsel Süreçlerinin Benzerlikleri veya kısaca Ekşi Sözlük


Çok sıkı bir Ekşi Sözlük takipçisi olmadığımı baştan belirteyim." sedürt "bu konuda çok çok daha tecrübelidir benden. Fakat gene de bakıyorum arada sırada.

Bana göre Ekşi Sözlük tam anlamıyla bir Yeniçeri Ocağı. İki kurumun da tarihsel yapıları birbirine çok benziyor bence.

Yeniçeriler devşirmelerden oluşurdu ve sadece devşirmeler bu ocağa girebilirdi. Ekşi Sözlük'ü kuran ilk yazarlara da bulundukları konum itibariyle bu gözle bakabiliriz

İlk kurulduğu yıllarda Yeniçerilerin sayıları belli ve azdı.Gerçekten her bir yeniçeri iyi eğitilmiş birer savaş makinasıydı.Düşmana çok etkili ve hızlı bir şekilde saldırıyor ve onları bozguna uğratıyorlardı.İlk sözlük yazarları için de gerek düşünce yapıları gerek yazma stilleriyle ,birer " entry makinası" diyebiliriz.

Fakat 16. yy ve ilerleyen yıllarda Yeniçeri Ocağı rüşvet veren herkesin yazılabildiği ,bir bozuluş sürecine girdi. Ocağın sayısı bir anda 4-5 binlerden 45 binlere çıkmıştı. Bunların çoğu asker değildi ,fakat ortada askerim diye dolaşan disiplinsiz zorbalardı. İşte bu olay Ekşi Sözlük'te 6.nesil yazar alımına tekabül ediyor bence.O zamana kadar normal seyreden yazar sayısı bir anda 6000-7000 kişilik bir alımla karşılaşmış ve sözlük bir afallama sürecine girmiştir.

Tekrar Yeniçerilere dönersek; 17. yy ile birlikte Ocakta epey önlem alınmış ve bu sayı epey düşürülmüştür. Fakat 18. ve 19. yy da sayı tekrar giderek artmış ve önce 70-80 bine daha sonra 140 binlere ulaşmıştır. Aynı şekilde EkşiSözlük'te de uzun süre yazar alınmamış, daha sonra alınan 7. ve 8. nesil yazarlarda kısıtlamaya gidilmeye çalışılsa da 9. nesille birlikte yazar sayısı tavan yapmıştır.

Kalabalıklaşan Yeniçeriler, bir çok bölgede ,özellikle İstanbul ve çevresinde, zorbalıklar yapmaya başlamış ve isyanlar çıkarmışlardır. Sarayın sözü çoğu zaman geçmez olmuş ve çıkan bir çok isyanda Saray'da vezirler öldürülmüş, Padişahlar tahttan indirilmiştir.

Ekşi Sözük'te ise bu zorbalığı şöyle açıklamak istiyorum .Bugün sayılarının çoğalmasıyla başlı başına bir etki unsuru haline gelmiş olan Ekşi Sözlük yazarları, yerli yersiz çevredeki herkese ve her şeye saldırıyorlar . Ünlü olan bir kimseyi veya bir şeyi çok sert şekilde eleştirebilen Ekşi Sözlük yazarları, Bu ünlülerden biri çıkıp da Ekşi Sözlük hakkında olumsuz bir görüş beyan etti mi , tam anlamıyla birlik olup "kelle isteme" olayına girişiyorlar. Son örneği de ; Burcu Esmersoy. Kadını bir spor spikeri olarak ya da bir insan olarak eleştirebilirsin, Fakat Twitter da yaptığı 28 Temmuz tarihli "nicklerinin arkasına saklanıp yorum yapmaya çalışan ödlekler topluluğu "ekşi sözlük"ün dünyanın en gereksiz şeyi olduğunu düşünüyorum" açıklamasına kadar Burcu Esmersoy hakkında Ekşi Sözlük'te 253 entry bulunurken, bu açıklamadan sonra sadece 2 günde 154 tane daha yazmak da neyin nesi? Bu tam anlamıyla "kazan kaldırıp kelle istemek" gibi geliyor bana.

Bildiğiniz gibi Yeniçeri Ocağı, II. Mahmud zamanında halkın da desteğiyle topa tutularak yıkıldı ve kaldırıldı. Yeniçerilerden hiç bir iz kalmaması için bütün eserleri mezar taşlarına kadar yıktırıldı. Ve bu olay halk arasında Vaka-i Hayriye olarak adlandırıldı. Umarım Ekşi Sözlük'ün sonu da böyle olmaz.

(Buradan bu isyanlara/olaylara karışmayan yeniçerileri/yazarları tenzih ederim. Bizi izleyen okuyan yazar varsa onları da tenzih ederim. Neme lazım, biraz ünlü olursak ileride ,bu yazılanları gösterip bizim de kellemizi isterler belki.)

25 Temmuz 2009 Cumartesi

Damacana Naci


Bir süre önce sıkı takipçilerimizden daywalker0007 den aldığım bir mesaj sayesinde bir habere aralıksız gülme rekoruma epey yaklaştım.(Haberin linki burada. ) Haber şöyle idi :

"Böyle sapıklık görülmedi
Asansörde boş damacanayla mastürbasyon yaparken yakalandı!

Bursa’da, bir siteye su götüren 27 yaşındaki su dağıtıcısı Naci K.’nin asansörde boş damacanayla mastürbasyon yaptığı tespit edildi."








Şimdi neresinden tutsan elinde kalacak ama ben bir kaç yere değinmek istiyorum gene de.

İlk olarak ; haberin devamında anlatıldığı üzere olay Bursa'nın Nilüfer ilçesinde 10 katlı bir apartmanın asansöründe gerçekleşmiş. Buradan "o kendini biliyor" a soruyorum : "Sizin apartman kaç katlıydı lan?"

İkincisi ; Adamın asıl olayı yanlış anlaşılmış olabilir bence. Belki de adamın fantezisi "damacana"dan ziyade "asansör" den ibarettir. Çünkü haberde okuduğumuz üzere aynı gün içerisinde 2 defa görüntülenmiş.Adam asansör fantezisini gerçekleştirmek istemiş ve en yakınındaki nesneyi buna alet etmiş olabilir. Tabi bunun ne önemi var, orasını ben de bilmiyorum.

Son olarak ; haber "Böyle sapıklık görülmedi" şeklinde verilmiş fakat buradan üzülerek belirtmek istiyorum ki : " Maalesef bu bünyeler 'Böyle Sapıklığı' daha önce gördü.

14 Temmuz 2009 Salı

Zıkkım Yiyin!!!

''Sonuçlar açıklandığının ertesi günü Ardahanlılar, hiçbir şey olmamış gibi beni kuzu yemeye davet ettiler. Dedim ki 'Zıkkım yiyin. Yani kuzu yemeseniz ne olur. Yani bugün siz yas tutmanız lazım, bugün siyah kurdele takmanız lazım, bugün gazeteler siyah çıkmalıydı.' Bu toplum, bu insanlar, bu kanıksanmış öğretilmiş çaresizliğin farkına varmalı. Bu çocuklar her yıl sonuncu olmuşlar diye aşağılanıyorlar. Bu durum kader değildir. Onun için 'Bugün yas tutalım' dedim. Bunun altını çizmek istiyorum.''

***

Ardahan'ın Öss'deki başarısızlığı üzerine Ardahan Üniversitesi rektörü Ramazan Korkmaz biraz üzülmüş sonuçlara. Demiş ki "Ardahan üzerindeki bu kara lekeyi temizleyelim hep beraber, bir şeyler yapalım." Buraya kadar güzel söylemiş de gazeteler siyah çıksın, yas tutalım falan biraz abartılı olmuş. O kadar abartılacak bi durum mu yani Öss'de başarısız olmak. Üzülmek ve bunun için bir şeyler yapmak istemek güzel de ötesi biraz fazla olmuş bence. Ama yine de banane lan Ardahan'ı ben mi kurtaracam deyip bişey de yapmayabilirdi rektör. Fakat Ardahanlıların rektörlerinin bu kadar hassas olduğu bir konuda bu kadar gevşek olması komik biraz. Adam orda kendini paralıyor, bizimkiler toplanıp gelmiş "abi çok güzel kuzu çevirme var, yanında da rakı cızz" diye davet ediyolar adamı. E adamın da tepesi atmış tabi. O da haklı. Ama bu Öss davası ülkemizde biraz fazla abartılıyor. Sınav filmi aklıma geldi de kanser bir anne çocuğu sınava girecek diye ameliyatını erteliyodu resmen filmde. Neyse umarız Ardahan daha başarılı olur ilerleyen yıllarda. Rektörümüzü üzmeyelim.

13 Temmuz 2009 Pazartesi

Ölüme Gidiyorsun Blogspot!


Dün blog a girdiğimde kötü bir sürprizle (evet kötü sürpriz lafını kullandım) karşılaştım. Blogspot motorları bizim blogun spam blog olabileceğini düşündükleri için kitlemişler blogu. "Resmen başımdan aşağı kaynar sular döküldü bir titreme geldi. Sonra bir anda sarsıla sarsıla ağlamaya başladım.Annem içeriden koşarak geldiğinde durumun vehametini anlatabilecek söz bulamıyordum.Dile kolay 'tam 10 aydır üzerine titrediğiniz blogunuz 20 gün içinde silinecektir ' diyor.Bunu gören annem de daha fazla dayanamadı ve kendini koyverdi" Tamam sıkıcı boyutta cıvıttım farkındayım.Evet böyle olmadı ama ayıptır be kardeşim. Dün motorlara biraz attık tuttuk diye hemen gelmiş kitlemiş adiler. Motorsunuz lan işte! Bir de "Eğer değilseniz bizim arkadaşlar bir hata yapmış olabilir şimdiden özür diliyoruz" yazmış. Kılıf da hazır!

Neyse ki kurtardık blogumuzu. Buradan blogspot yetkililerini esefle kınıyorum.yanlış yaptın blogspot! Raconu bozdun.Bu olaylar yaşanırken sedürt le yaptığımız msn konuşmasında resmen "wordpress" e geçmeyi teklif ettiğimi de belirteyim. Fakat sedürt'ün "olm wordpress ezik gibi lan" demesiyle teklifimin arkasında da çok fazla duramadım.Ama çok kızarsak "vallahi taşıram blogu haa!"

Bir de çok alakasız olarak gündemden bir haber veresim var. Nabucco'da imza günü bugün. Bu haberi de sırf şu sözü söyleyebilmek için yazdım : "Asya'dan Avrupa'ya bir kısrak başı gibi (evet kısrak) uzanan bu topraklar en sonunda acayip değerlendi." Boru değil 5 milyar dolarlık proce.(Çok kötü bir espri olacak ama aslında boru!.) Hayırlı olsun

8 Temmuz 2009 Çarşamba

Yazıklar Olsun Ramazan G.


Haber dün düşmüş internetteki haber sitelerine. Arkadaş linki göndermiş sağ olsun ama görünce şok olmanın ne demek olduğunu adam akıllı öğrendim. Bu adam lisede 4 sene boyunca ahlak polisi gibi dolaşmıştı resmen, ensemizde boza pişirmişti. Bahçede bi kızla yalnız dolaş, odasına çağırır fırçalardı, ailelere haber verirdi hemen yalan yanlış anlatıp. Dışardan bakan adam doğruluk dürüstlük, namus timsali sanardı. Buz dağının görünmeyen kısmında neler varmış demek ki.
Hele ki o son senemizde müdür yardımcısı olduğunda canımıza okumuştu. Sınıfta yiyecek yemeyi yasaklamıştı manyak, başkalarının da canı çekerse diye. Sınıfa mont astırmazdı sınıfın simetrisi bozuluyo diye falan filan. Böyle manyak bi adamdı işte.

Şimdi düşününce hala irkiliyorum, garip oluyorum resmen haber aklıma geldikçe. Bu adam 4 sene boyunca dersimize girdi, hocalık yaptı, kimi zaman geldi yatakhanede kaldı nöbetçi öğretmen olarak. Vay anasını arkadaş. Tüylerim ürperiyo yeminle. Şu dakikadan sonra insan içine çıkıp da nasıl biz Kütahya Fen Lisesi mezunuyuz dicez bilmiyorum.

Şu an için sadece kanıtlanmamış bi haber gibi duruyor ama açığa alınması ve savcılığın soruşturma başlatması küçümsenecek şeyler değil tabi. Ama yine de Hüseyin Üzmez gibi fazla hırpalanmadan salıverilecek gibi geliyor bana. Olayı gören polislerin biraz üzerine gidildiği takdirde ifadeleri değişebilir. Bu haberin çıkmasına ne kadar üzlüyosam bi yandan da bu adamın başına gelmesine o kadar seviniyorum inanın ki. Allah'ın sopası dedikleri buymuş demek ki. Hak ettiği cezayı fazlasıyla alır umarım. En azından bu olaydan sonra lavabodan çıkınca fermuarlarını kontrol etmeyi öğrenir. O da bişey.

Not: Fotoğraf da kendisi Pirelli kızı sanaraktan heveslenip okulu arka plana alarak çektirdiği 2007 ngfl takvimleri kataloğundandır.

31 Mayıs 2009 Pazar

Özlemişiz Bu Renkleri


Dün koymak istediğim yazıyı tembellikten erteleyince ksp benden önce davranmış. Beşiktaş'ın şampiyonluğunu kutlamış; ama hafif de bir dokundurmuş. Ben biraz farklı düşündüğüm için ayrıca yazayım dedim. Haa hepimiz böyle ayrı ayrı post yapsak halimiz nice olurdu, en pisinden Bursasporlu Svetlin var aramızda neticede. Ksp de ben de Galatasaraylıyız; ama ben duruma pek onun gibi kör şaşı tadında bakmıyorum. Belki de onun kadar futbolla ilgili olmadığımdan. Takımımın koca sezonda sadece 1 maçını stadda izledim. En fazla 3-5 maçı da naklen izlemişimdir. Yine de topu görse bomba diye karakola götürecek adam da değilim hani. Dost meclislerinde Baresi'den Eusebio'ya bir şeyler geveleyebilirim.

Her neyse konumuz ne Eusebio'nun direkleri sallayan şutları ne Baresi'nin delikanlılığı. Dün gece kornalar ötmeye başlayınca anladım Beşiktaş'ın şampiyon olduğunu. Ne asker uğurlamalarını ne de düğünüm var diye sokağı kapatıp karşılıklı göbecik atanları severim işin aslı. Orta düzeyde birkaç küfür bile ederim hatta. Oysa dün gece eve dönerken Paşa meydanındaki Beşiktaşlı gençlerin eğlencesi, tüm o neşeleri, yolu kapatıp arabaları sallamaları, siyah-beyaz diye atışmaları çok hoşuma gitti. Şaşırdım, ne Beşiktaş severim ne kutlama ama yüzümde koca bir gülümsemeyle geçtim aralarından. Keyfim yerindeydi diye belki kim bilir. Bana kalırsa hak eden de almış oldu. Hem onu bunu siktir edin de özlemişiz bu renkleri. Tebrikler Beşiktaş. Tebrikler bloggerın en ateşli Beşiktaşlısı, totemlerin kralını yaparak şampiyonlukta herhangi bir yedekten çok daha fazla payı olan VooDoo Girl. Tebrikler yağmur çamur demeden bizi yalnız bırakmayan sürekli okuyan sevgili dostumuz Feri. Tebrikler 2003 şampiyonluğunda tribünlerde derin anılar, unutulmayacak yaşanmışlıklar bırakmış sevgili dostumuz Sheed. Tebrikler özel videoları ve haberleriyle taraftarın sevgisini kazanmış içerideki adam Erbo. Tebrikler bütün sezon Beşiktaş'ın aldığı her galibiyette ''sen niye seviniyosun olm sanki Beşiktaş şampiyon olacak'' diyerek dalga geçtiğim evimin direği Bay Ö. Taraflı tarafsız herkesin takdirini kazanmış tüm Beşiktaş taraftarına tebrikler. Hepinizin yüreğinize sağlık.

22 Mayıs 2009 Cuma

Ateş Su Toprak Tahta




Hastası olduğumuz çizgi dizi Avatar The Last Airbender, bilindiği gibi M. Shyamalan tarafından sinemaya aktarılacak. Filmin şu an için 2010 yazında gösterime girmesi planlanıyor ve ilk fotolar da yayınlandı. Yukarıda gördüğünüz 12 yaşındaki Noah Ringer adlı Teksaslı vatandaş Avatar Aang'i canlandıracakmış. Fiziksel açıdan çizgi dizideki karaktere bir hayli benzediği ortada. Günlük hayatında da kafası traşlı gezen küçük aktörümüze  arkadaşları avatara benzerliğinden ötürü zaten çoktan Aang lakabını takmışlar bile. Genç avatar aynı zamanda tekvandoda siyah kuşak sahibiymiş. İlk filmi. Açıkçası bana çok yerinde bir seçim gibi geldi. Tabi oyunculuk konusunda da problem olmadığı sürece.


Ateş Krallığı varisi Prince Zuko'yu ise Slumdog Millionare ile artık tüm dünyanın tanıdığı Dev Patel canlandıracak. O da zaten siyah kuşaklı bir tekvandocuymuş. Noah Ringer için ise ' her ne kadar aramızda yaş farkı olsa da olası bir dövüşte beni yere serer' diyor. Serer tabi, avatar lan adam boru mu. Patel da gayet şık bir seçim gibi duruyor. Her neyse çizgi dizinin severlerinin büyük bir merakla filmi beklediği gerçek. En azından ben öyleyim. Eşek kadar oluşuma bakmadan Avatarı görünce sevindim. Beklemedeyiz. 


Edit: Hint fakirine attık tuttuk madem. Şu son fotoyu da ekleyelim.