21 Kasım 2010 Pazar

The Man Who Wasn't There


Eski yazılara bakarken, 7 ay önce yazmaya çalışıp sonunu getiremediğim, tozlu raflarda kalıp vitrin yüzü görememiş bu tırmalayışımı fark ettim. Hemen hemen 1,5 ( yazıyla bir buçuk) senedir tek satır yazmadığım göz önüne alınırsa koyayım amına koyayım ne olacak dedim. Yok, bir şeyden değil de kaydı yayınla tuşuna basmayı özlemişim. Bunu nicedir dinlemediğim güzelim şarkıları dinlerken yapmamın bilinçaltımla, geçmişe özlemle hiç bir alakası yok. Ben aslında siki tutmadım.

20.04.2010

Bundan bi 6 ay kadar önce Svetlin 'yazsana olm arada' dediğinde ona şöyle cevap vermiştim: ''Sevişmeyi unutmuş bir hayat kadını gibiyim, elimi kolumu nereye atacağımı bilemiyorum.'' Epey zaman oldu kamaraya uğramayalı. Aslında uğruyorum da, okuyucu olarak yani. Bu süreçte 'Spicoli diye bi ibne vardı önceden lan' diye taciz edildim sık sık. Özellikle ksp tarafından. Kendisinin beni her 'minnet'le anışında yüzümde bi gülümseme belirmiştir, bilgisine. Neyse hacılar ön bilgiyi geçiyorum artık. Ne halt etmeye geri döndün de bize bu boktan satırları okutuyosun diyosanız, festival hakkında bişeyler söylemek geldi içimden, ondandır size bu eziyetim.

Bildiğiniz, ya da bilmediğiniz, gibi 29. Uluslararası İstanbul Film Festivali dün itibariyle sona erdi. Biz de bir kez daha sebeplendik kendisinden. Bu yıl nispeten tantanalı, protestolu, üstelik biraz da öksüz geçti festival denilebilir özetle. Emek Sineması'nın yokluğunun ruhen bir şeyler eksilttiğine katılıyorum, ancak eksilttiği tek şey de bu değildi. Emek Sineması'nın yanılmıyorsam 875 kişilik devasa ve diğer festival sinemalarına oranla çok daha iyi diyebileceğimiz salonu olmayınca, festivalin hem toplam seyirci kapasitesi, hem de efektif seyirci kapasitesi düştü. Efektif derken şöyle ki, Emek olmayınca insanlar mümkün olduğunca Atlas'a yoğunlaşmış. Hak vermemek de mümkün değil. Aynı filmin hem Atlas'ta, hem Beyoğlu'nda (sabote edicem lan bu Beyoğlu Sineması'nı artık. Her yer kapanıyor, bi bunlar kapanmadı.) gösterimi varsa haliyle kim olsa Atlas'ı seçer.

Bu yıl en önemli değişikliklerden biri de izleyici profiliydi. Çevrede okuduğum kadarıyla da herkes bu durumdan şikayetçi. Hakları da var. Bu yıl festival izleyicisi resmen bok gibiydi. İzleyici de nasıl bok gibi olabilir derseniz şöyle anlatayım. Ben 'Na Putu' filmini yan koltuğumda
sürekli ''Aa, hayret bişey ya'', '' Kaç kızım kaç'' gibi canlı yorumlarla izledim. Yanımdaki insan filme tek başına gelmişti. yani arkadaşıyla konuşsa yine bir elle tutulur yanı var derim. Üstelik 20li yaşlarda gayet de genç bir insandı. Bütün film keyfimin içine etti. Kimse kimseyi uyarmak zorunda değil kardeşim, kocaman insansın, ben mi söyliyim sana sessiz olun diye. Dahası da var, ben şahit olmasam da filmde telefonunu açıp konuşan teyzeler. Kahkaha atan hanım kızlarımız. Bir festival klasiği olan, ki en masumu onlar bence, yiyişen ergenler. Gayet alışık olduğumuz ve artık sindirdiğimiz, canı sıkılınca salonu terk ederek bütün salonun konsantrasyonuna tecavüz edenler. daha bu liste uzar da uzar. Güzel tarafı bu yıl filmleri epey beğendim ben. Unutmadan bir de Sinepop, Kadıköy ve City's eklendi festivale salon olarak. City's e gitmedim; fakat Kadıköy ve Sinepop'a ilk kez bu festival minvalinde gittim. İkisi de vasatın altı. Sinepop'un tuvaletleri güzel ve temizdi en azından. Üstelik eminim tüm festival izleyicilerinin gözleri yaşarmıştır ama bedavaydı tuvalet. Yine de ekranı ufak, salon çok uzundu. Yeni Rüya tadındaydı yani o da. Kadıköy Sineması'nın ise 40 yıl düşünsem aklıma gelmeyecek bir özelliği var. Salonun içindeki duvarlar beyaza boyanmış! Aydınlıkta izledik resmen filmi.

2 yorum:

Svetlin dedi ki...

allah allah spicoli geri dönmüş lan.

ksp dedi ki...

"aa spicoli! spicoli de kaçmış! spicoli allah allah! "