Buraya ilk geldiğinde her şey onun için çok net ve berraktı. Burada yeni bir dünya kuracak, seçtiği bu yolu anlamlandıracaktı. Çok uzun ve zorlu bir yoldu geliş yolu. Yorulmuştu. Dinlenmesi gerekiyordu. O yüzden hemen çalışmaya başlamadı. Yerlilerle biraz zaman geçirip dillerini öğrenmek istiyordu. Fakat kalacak bir yere ihtiyacı vardı. Kendine geçici bir baraka yaptı. Derme çatma… Nasıl olsa geçiciydi o yüzden çok uğraşmadı bu iş için. Fakat bu, tembelliğinin ve ataletinin başlangıcı oldu. Burada geçireceği yılların ve umutlarının da sonu.
Önce yerlileri küçümsedi. Dilleri çok zor değildi. Kolay öğrendi. Ama bu küçümseme üstündeki ataleti daha da artırdı. Kendisinin her şeyi,ama her şeyi, kendisi istediği sürece başarabileceğine inanıyordu. Tıpkı “Düşüş” teki Jean Baptiste Clamence gibi, eğer eğitimini alırsa en iyi tenis oyuncularını bile yenebileceğini, hatta daha da ileri giderek istediği her enstrümanı çalabileceğini düşünüyordu. Fakat o zamanlar henüz Camus yla tanışmamıştı. Olric de yoktu hayatında. Sadece elinde bir belge ve boş umutları vardı. “Burası senin” “Hak ettin” demişlerdi. O da gerçekten hak ettiğini sanmış ve bu hak edişin değerli olduğunu düşünmüştü. Hatta her şeyden daha değerli…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder