28 Ağustos 2009 Cuma

Inglorious Basterds



İlk olarak filmi izlemeyenlerin de rahatlıkla okuyabileceğini belirteyim. Ömür Gedik ya da Hıncal Uluç gibi filmin sonundan bahsedecek değilim elbette. Hatta az da olsa ''spoiler'' denen sulara girmeyeceğim için rahat olabilirsiniz.


Nicedir heyecanla beklediğim Inglorious Basterds'dan bahsetmek için can atıyorum; ama nereden başlamak gerek, nereden ucunu tutmak gerek bilemiyorum. Bunda filmin de kabahati var sanırım biraz. Tarantino'nun karmaşık öykü anlatımının yanında, izlerken rahatsız etmese de sonradan kafada yer eden soru işaretleri var filmde. Pekala, Tarantino zaten karakterlerini derinlemesine işlemesinden çok, öykü anlatımıyla bilinen bir yönetmen; ama bu sefer biraz daha keskinleştirmiş bu konuda filmini sanki. Demem o ki, Tarantino'nun tarzına hakim olmayan izleyicileri biraz eksik bırakabilir bu konuda film. Bunu baştan cebe koymak lazım.

- Aldo the Apache rolünde Pitt

Film bilindiği gibi, Tarantino'nun 2. Dünya Savaşı'yla ilgili bir fantezisi. 10 yıldır bu film üzerinde çalıştığı biliniyor. Bu açıdan düşününce casting ve diyalogların son derece tatmin edici olması şaşırtıcı değil. Christoph Waltz kesinlikle harika bir seçim. Film çekilmeye başlanmadan önce, Col. Hans 'The Jew Hunter' Landa'yı Leonardo Di Caprio'nun canlandıracağı söylentileri vardı. Ancak Tarantino bu karakteri özellikle bir Almanın canlandırmasını istemiş ve iyi ki de istemiş. Daha iyi bir performans ortaya konamazdı herhalde. Filmde neredeyse konuşmadığı dil yok Waltz'ın. Hepsi bir kenara, Landa'yı ekranda gördüğünüzde, ne yapacağını kestiremediğiniz, kibar üslubu ve kocaman gülümsemesinin altında saklanmış, o kurnaz ve vahşi avcıyı iliklerinize kadar hissediyorsunuz. Zaten Cannes'da da bu performansıyla en iyi aktör dalında altın palmiyeyi kazanmıştı. Bugüne kadar sadece Alman sinemasında çalışmış Waltz'dan, sanırım tıpkı ben gibi çoğu kişinin haberi yoktu. Bundan sonra dikkat ermek gerek. Onun dışında Pitt'in canlandırdığı Aldo Raine de epey heyecan verici ve keyfine doyum olmayan bir karakter. Oyunculuğu konusunda da tescillenmiş bir adam zaten artık. Benjamin'den daha iyi bir performans bence. Diğer performanslar da gayet iyiydi.


- Christoph Waltz

Film Tarantino filmi olunca merak edilen çok şey oluyor tabi. Kurgu ve müzikler. Kurgu daha iyi olabilirdi. Zaten filmi mükemmelin yarım gömlek altına çeken en belirgin neden de o bence. Öykü yine klasik biçimde karşınıza bölümler halinde geliyor; fakat bu bölümler arasında çok önemli bağlantılar yaşanmıyor. Bölümler sırasıyla tek parçada gelmiş olsa da filmde çok önemli bir fark yaratmazdı nitekim. Müzikler ise bir harika. Açıkçası çok fazla bilgim yok filmin müzikleri hakkında ancak harikaydı. Sadece Ennio Morricone'nin birkaç eserinin kullanıldığını biliyorum, ki zaten ondan daha iyi seçim de olamazdı heralde. Kaldı ki yönetmen de daha çekimler sırasında filminin bir nevi spaghetti western tadında olacağını da söylemişti. Spaghetti bile olsa western deyince Ennio da demek lazım. Vahşi sahneler mevzuuna gelince. Konu da müsait olunca, daha sarsıcı sahneler bekliyordum ben Tarantino'dan. Her ne kadar yer yer vahşi sahneler görsek de benim tahminim daha fazla kan ve kemik göreceğimiz yönündeydi. Belki de ben iyice alıştım kana revana, bilemiyorum. Mekan seçimleri de gayet güzel. Bir kere çekimlerin Almanya'da yapılmış olması baştan artı. Çekimler sırasında yer yer Hitler'in bizzat yaptırdığı Nazi yapıları ve siperlerinin kullanılmış olması da görsellik açısından büyük güzellik vaad ediyor.


- İşte o 'Piçler'

Daha fazla dağıtmadan toparlarsak, Nazilerle Yahudiler arasındaki mevzuya değişik bir bakış ve kesinlikle bir 'Schindler's List' değil. Göze göz. Harika müzikler, çok başarılı cast ve oyunculuklar, keyifli bir hikaye, 'kesinlikle kötü falan değil ama keşke daha iyi olsaydı' dediğim bir kurgu, harika bir öykü anlatımı ve harika çekimler. Film yapı olarak diğer filmlerine kıyasla Tarantino'nun baş yapıtı Pulp Fiction'a daha yakın. Kıyaslarsak, onun yarım gömlek altı denebilir. Ondan daha az güldüren, o muhteşem kurgusundan daha zayıf, ancak içinde drama da bulunduruyor ve daha hassas konulara değinmekte. Sonuç itibariyle son zamanlarda izlediğim en iyi filmlerden biri. Beklediğime değdi. İlla ki izlemek lazım. İyi seyirler.

25 Ağustos 2009 Salı

Üzgün Kediler Gazeli


Şu sıralar büyük bir keyifle Üzgün Kediler Gazeli'ni okuyorum. Haydar Ergülen'in bu son şiir kitabı, şairin 1992 ile 2007 yılları arası yazıp da biriktirdiği şiirlerinin toplanmasıyla oluşmuş. Edinmekte epey zorlandım, bulması nispeten zor; ama fazlasıyla değdi açıkçası, kitap bir harika. Haydar Ergülen kim derseniz; Nar'ın babası. Sen kimsin lan derseniz; geri geldim, hatırlatıcam.


o bir çay istemişti, trenin içinde
biz tren yolcusuyduk, çölün içinde
ben yalnız kalmıştım senin içinde
oysa kaç kişinin yerine sevmiştim seni!

aşkı geçtik, gözlerini açabilirsin


o bir dile sığınmıştı, sözü içinde
yolu yoluma çıkmıştı, çölü içinde
ben eski kalmıştım, senin içinde
oysa kaç çocuğun yerine övmüştüm seni!

düşü geçtik, kendine bakabilirsin


o bir bende kırılmıştı, hayli içimde
ıssız otağ kurulmuştu, canım içinde
ben kime kalmıştım, senin içinde
oysa kaç bahçe yerine açmıştım seni!

kimi geçtik, kimseye sorabilirsin

23 Ağustos 2009 Pazar

Ev Taşıyan Bir Öğrencinin Yaşadığı İnsanlık Dramı - Part II - Mutlu Son


Birkaç ay önce ev taşıdığımı anlatmıştım sizlere. İşte biz o zaman sinsi gibi bi plan yapmıştık ev arkadaşımla. Yazın eşyaları başka bir arkadaşın evinin deposuna yığıp yazın kira vermemek niyetindeydik. Tatil dönüşü de kira vermeyerek biriktirdiğimiz parayla eve çıkacaktık. Dediğimizi pek çok açıdan yaptık. Tek bir eksik vardı. O da vermediğimiz kira paralarını biriktirmek yerine göt gezdirme sevdasına harcadık.

Dostlarım; ben geçtiğimiz haftanın başında kiralık ev bulmak için gittim. Aklımda da ev ararken yaşayacağım türlü türlü maceraları, ev sahipleriyle gireceğim komik gibi diyalogları biraz süsleyip buraya yazarak üniversiteye yeni başlayacak ya da ilk defa eve çıkacak arkadaşlara tavsiyelerde bulunmak aynı zamanda da eğlenceli anlatımımla blogumuzu okuyan tüm genç kızlarımızın aklını almak vardı. Mamafih olmadı, olamadı.

Hemen anlatayım. Eve çıkacağım arkadaşla Salı günü buluşmak üzere sözleştik. Bir de başka bir arkadaşımızı da bir süre evinde misafir olarak birkaç gün kalmak için ikna ettik. Çünkü ev aramak, bulmak ve tutmak uzun, zorlu ve sancılı bir süreçti. Salı günü geldi çattı. Ben gittim hemen. Lakin birazcık eğleneyim, gezeyim tozayım diye ev arkadaşım yerine başka birisiyle buluştum. Eve çıkacağım eleman da birazcık ağırdan aldı işi onunla geç buluştuk. Güya ev arayacaktık ama "yeaa kim uğraşcak şimdi yarın sabah erken kalkar öyle ararız" dedik ve vazgeçtik o gün ev aramaktan. Misafir olarak kalacağımız eve yanımıza biraları da alıp gittik. Aklımızda o gün alem yapmak vardı. Karşı dairenin boş olduğunu gördük. Emlakçıyı aradık. "Öğrenciye veriyoruz" dedi ve daireyi tuttuk.

İşte bütün hikaye bu. Burada "götün kısmeti açılırsa" şeklinde başlayan atasözünü saygıyla anıyorum, atasözünün devamını bilmeyenlere ise google amcaya sığınmalarını tavsiye ediyorum. Benim terbiyem elvermez gerisini yazmaya. Yok aslında verir de gerek yok. Blogun adı Lordlar Kamarası bir kere. Elit gibi böyle, asil gibi.

Neyse pek muhterem dostlarım. Eve falan çıkacak olursanız tek söyleyeceğim şey şu olur: Eşya taşınacağı zaman bir kaç adet erkek gücü bulundurun yanınızda. Diyebileceğim tek şey budur. Biz erkekler eşya taşımak için doğmuşuz. Devasa çekyatlara, buzdolaplarına yön veriyoruz adeta. Bir erkeği hiçbir zaman eşya taşırkenki kadar konsantre olmuş, o kadar inanmış göremezsiniz.

Ha bir de nakliyeci adam anlattı, bizden önce bi kız öğrencinin evini taşımışlar, kızın "yardıma geliriz tabi güzelim" diyen bütün erkek arkadaşları kızı satmış ne biçim, bi başına kalmış kızcağız, kaç saatte taşınmış o eşyalar, heder olmuş nakliyeci de kız da. O yüzden aman diyim kızlar dikkat edin. Bu kadar.

21 Ağustos 2009 Cuma

Anılar by Çoşkun Sabah

Bu blogun oluşumunda en büyük paya sahip binanın son hallerini yukarıdaki fotoğraflar. Yıllar önce bu binada buluşup kaynaşmış, arkadaş olmuştuk. Biz gelmeden önce Cumhuriyet Lisesi'ymiş, sonra Fen Lisesi olmuş. Mahalle halkı kabul edene kadar çok kavgalar yaşanmış. Bizim son senemize yetişemedi burası, Nafi Güral yeni okul yapıvericem deyince apar topar oraya taşındık. Ama bu binanın yeri hep ayrıydı. Spor Salonu, küçük etüd odası, tek kişik duşu, etüd odasındaki geyikleri, 10 kişilik koğuşları... Başka yerde koğuş diye anlatınca zaten direk "hapiste misiniz olm, koğuş ne?" tepkisi alıyorduk. Ama koğuş diyoduk işte ne diyelim. Bu fotoğraflar beni üzdü açıkçası. Keşke yıkılmasa da hep aşağıdaki Türk Telekom binası olarak kalsaydı. Rest in Peace Kütahya Fen Lisesi aka Türk Telekom Binası.


Ne Desem Bilemedim ki?

"I can definitely say I didn't expect that because I was a little bit tired.

I said let's try because people are really looking out for this, I said it won't hurt to try. So I tried really hard and now I'm really tired.

Maybe next time I should just run the 200m or the 100m alone. My form was going backwards. I wasn't running upright. It wasn't a good race but it was a fast one."

I definitely showed people that my world records in Beijing were not a joke."

***

Bolt'un rekorlarını 'insan değilsin' diye yorumlamak yasaklanmış. Gece Bülteni'nde geçtiler az önce. Duyanlar duymayanlara haber versin.

20 Ağustos 2009 Perşembe

Tehlikenin Farkında Mısınız?

Dest-i İzdivac bugüne kadar hayatımda çok kişiyi esir aldı, kendine bağladı ve benden uzaklaştırdı. Babaannem, dedem, annem ve hatta zaman zaman babam. Kış akşamlarında erken yenilen yemek sonrası sıcak çayla birlikte en çok izlenilen program oldu mutlu yuvamızda. O zamandan beri kızgındım bu programa ama son darbeyi çok ağır vurdu Esra Erol. Bunu yapmayacaktın. Bu programın hayatımdan çaldığı son insan ne yazık ki sıkıcı yaz tatillerindeki yoldaşım Spicoli oldu. Evet. Uzun süren bu sessizliğinin sebebini Foça dönüşü otobüs yolculuğunda fark ettim. Nilüfer Turizm'in mis gibi koltuklarındaki televizyonlarında tüm programı nefessiz izledi. Şaşkınlık içindeki bana ise, dönüp; "napıyım abi çok fena sarıyor" deyip geçti.

Evet bugüne kadar hayatımızdan genelde yaşlı kesim olmak üzere çok insanı çaldın Esra Erol ama gençlere gücün yetmeyecek. Bu ülkenin aydınlık geleceğine ulaşamayacaksın. Pırıl pırıl bir genç eriyip gitmeyecek gözlerimizin önünde.

Aylardır ortalıkta gözükmeyen Spicoli arkadaşımızın sebebi ne dersler ne başka bişey arkadaşlar. Sadece bu program. Gereken her şeyi yapıp gençlerimiz kurtaralım, buna Spicoli ile başlayalım.

16 Ağustos 2009 Pazar

Acayip Hayvanlara Benziyirsen


Naptın sen yiğen yav!!

Haftanın Müzik Listesi - 41


Takipçilerimizden çok "sevgili" mavi nin (evet bunu da yaptım :D ) tavsiyesiyle bir şarkı dinlemek üzere surrealismus.blogspot.com'a girmiş bulundum.Blogun altında bulunan şarkı listesinden tavsiye edilen şarkıyı( ki listedeki 'Traure' isimli şarkıdır) dinledim, gayet güzeldi. Daha sonra şöyle listenin devamına bir bakayım derken, aralıksız 1 saattir kendimi listeyi dinliyor halde bulunca yiğide hakkını vereyim istedim. Teşekkürler andrebreton25 Listeden benim seçtiğim 5 şarkı ise şöyle :

  • Claudia Bettinaglio - Swordfishtrombones
  • The Cure - Apart
  • Tom Waits - Eggs and Sausage
  • Secret Garden - Appassionata
  • Francoise Hardy - Traure

Şarkıları dinlemek için linke buyrun

15 Ağustos 2009 Cumartesi

Merak Ne Güzel Şey, Güzel Şey Merak


Sevgili takipçilerimizin zihinlerinde "Bu adamlara ne oldu?, Öldüler mi kaldılar mı? , Toplu halde intihara mı kalkıştılar? ya da Yedikleri bir şey mi dokundu? da ondan mı yazmıyorlar?" şeklinde soru işaretleri belirmiş olabilir. Öncelikle şunu belirteyim ki şükürler olsun TURP gibiyiz.

Bazılarımız mecazi anlamda TURP a benzerken bazılarımız ise fiziki olarak da o malum sebzeye doğru dönüşmekteler. Çünkü o bazıları FOÇA dalar. Evet sevgili Spicoli ve Svetlin Foça'da. İlk duyumlara göre çadırları uçma tehlikesi geçiriyormuş. (Hoş, içinde Spicoli gibi bir şahsı barındıran bir çadırın böyle bir tehlike atlatması düşündürücü ya , neyse) İzlenimlerini geldiklerinde daha iyi ve kapsamlı anlatırlar herhalde,ben şimdi büyüyü bozmiym. (Büyü mü!?)

Sedürt ise bir yazı yazdı ve ortadan yokoldu. En son Kütahya'nın önde gelen şahıslarından biriyle bir barda görülmüş ve ondan beri haber yok. Acaba görüştüğü kişiye karşı bir yanlışı oldu da , bu yüzden alı mı koyuldu(umarım doğru bir kullanımdır) diye endişelenmiyor değilim hani.

Gelelim bana. Ben Stajdayım. Evet yanlış duymadınız. Tam 20 İŞ Günü boyunca -elleri toprak kokan, gözleri Anadolu bakan işçiler - işçilerimizin yanında bir fabrikada stajdayım. Çok ağır çalışma koşulları çok şükür ki bana vurmuyor. Çünkü bir stajyer olarak tek görevim: Oturmak. Önce sabah gidip öğle arasını bekliyorum. Öğle arasından sonra da akşam çıkışını bekliyorum. Bu süreç boyunca sürekli,aralıksız,mütemadiyen çalışan işçiler de bana karşı ne kadar içten ve samimi olmaya çalışsalar da içten içe benim böyle MAL gibi ortalarda gezinmemden kıllanmıyor değiller.Staj ile ilgili izlenimlerimi kapsamlı olarak aktaracağım inşallah. Bu yazıdaki amacım ise sağ olduğumuzu bildirmekti MERAK eden takipçilerimize. ( Ulan niye merak etmiyonuz ya. İnsan bir sorar, öldünüz mü kaldınız mı diye? ) Saygılar...

11 Ağustos 2009 Salı

Hayat Üzerine


Bazen insan hiç girmek istemediği ortamlara girebiliyor. Geçenlerde ortak bir arkadaşımızdan mütevellit, normalde muhatap dahi olmayacağım bir adamla aynı masada oturmak zorunda kaldım.

Yemek yemek için güzel gibi bir kebapçıya oturmuştuk. Aklımda havadan, sudan, okuldan falan bahsedip günü kurtarmak vardı. Lakin hesaba katmadığım bir şey vardı. Bu adam çok fazla konuşuyordu ve hiçbir şey anlatmıyordu. Tanrım biliyorum farklılık olsun diye çeşit çeşit insan yarattın, ama bazıları çok baştan savma olmuş, söyleyeyim dedim.

Şimdi size tam olarak ortamın ambiyansını aktaracağım. Oturduğumuz yer çalışan klimaya rağmen oldukça sıcaktı, arkaplanda Serdar Ortaç çalıyordu, televizyonda akıllı tivi açıktı, karnım açtı, yemeğim gelmemişti ve karşımdaki adam konuşup duruyordu. Böyle bir durumda masamdan doğrulup adamın ağzına elimin tersiyle bir tane vursam bence kimse “neden yaptın” demezdi.

Adam Türkmen kökenli oluşundan girdi, en son hatırladığım Türkmen köylerinden bahsediyordu. Bana deseler “sed, 21 yıllık ömrünü en ince ayrıntısna kadar anlat” diye, yine de bu kadar uzatamazdım heralde. Sonra zaten hepten kopmuşum ben olaydan. Bilincim kafatasımı terketmiş.

Tüm bunlar cereyan ederken bir mahalle maçında çocuklar şutun gol olup olmadığını tartışıyor, bir üniversite öğrencisi “abi yeter artık bu sene piç takılıcam, bir sürü kızla takılıcam” şeklindeki kararını insanlığın kaderini değiştiricek bir icat yapmışcasına coşkuyla arkadaşına açıklıyor, bir kız ise “benim aradığım insanda tip önemli değil, güvenebileceğim ve aynı zamanda eğlenebileceğim birini arıyorum” şeklinde haybeden sallıyordu. Mahalle maçındaki kavga, golü yediği iddia edilen takımdan bir oyuncunun “tamam len gol olsun” demesinin hemen akabinde karşı takım oyuncularının “adamın diyo olm” teziyle sona erecek, üniversite öğrencisi çocuk hiçbir zaman piç takılamayacak ve gene sap gezecek, kız ise hem güvenip hem eğlendiği yakışıklı olmayan erkeği “ben seni arkadaş olarak görüyorum” diyerek reddecekti.

Ben ise tam bu anda, adamın Türkmenler üzerine yaptığı sıkıcılığın son haddindeki konuşma esnasında, çok uzaklardaki bir grup insanı düşünüyordum. 18 kişilik kadrosu ve teknik heyetiyle beraber Galatasaray kafilesine konsantre olmuştum. Yapacağımız ver kaçları, atacağımız golleri, kaldıracağımız kupaları düşünürken masadaki ortak arkadaşımız bana seslendi: “sed neden konuşmuyorsun, ne düşünüyorsun?”, “Hiç” dedim, “Hayat üzerine”.

9 Ağustos 2009 Pazar

Geçen Sene Partisi


Tabi ki Umut Sarıkaya'dan...

7 Ağustos 2009 Cuma

Tatilcinin El Kitabı - Zeytinli Rock Fest

Önümüzdeki hafta geleneksel Zeytinli Rock Festivali'nin kaçıncısı bilmiyorum ama bir yenisi daha gerçekleşecek. Geçen yıl bu tecrübeyi yaşamış biri olarak bu yıl ilk kez gidecek olanlar varsa ve burayı da okurlarsa rezil rüsva olmasınlar diye deneyimlerimi aktarıcam inşallah.

Bu yıl festival Foça'da yapılacakmış. Festival ilanı fotoğraflarına baktım güzel bi yere benziyor. Her tarafı deniz falan, umarım gölgelik alanlar da artırılır. Böylece yer kapmak için sabah 5'te kalkıp gölgelik yere kaçmak zorunda kalmayız. Neyse bu sefer alan güzel gibi, her taraf deniz.

Müzik dinlemek istemediğinizde kafa dinlemek için sakin kuytular olacak sanırım. Bir de fotoğraf meraklıları için böyle acayip sanatsal fotoğraflar çekilebilecek manzaralar oluşuyomuş, gün
batımında. Belki bi kaç tane de ben çekerim telefonla.

Ders çalışırken en çok çalışmayı sevdiğim notlar böyle madde madde olanlar. Böyle kitap gibi uzun uzun paragraflarca yazılmış notları sevmiyorum. İlk paragraftan sonra kopuyorum genelde. O yüzden bu yazıyı da böyle madde madde yazmak istedim, okurken benim gibi insanlar sıkılmasın diye.
  • Öncelikle festivale gitmeniz için gerekli şartlar var. Bunlar bilet, kızlar için genelde kızıl ve mayi boyanmış saçlar, erkekler içinse top sakal ve her iki cins için de siyah tişörtler. Kelime esprili olursa daha güzel. Yanınızda olmaması gerekenlerse deodorant ve parfüm gibi maddeler.
  • İkinci olarak festivale gitmek için hem ucuz hem eğlenceli olur diye dandik trenle gitmeyin. Hele ki uzak yerden geliyorsanız asla. Geçen yıl o gaflete düştük, 15 saat sürdü tren. Gerçi ben büyük kısmını uyuyarak geçirdim ama Spicoli'ye bunun güzel bişey olup olmadığını sorabilirsiniz. Güzel değilmiş.

  • İzmir üzerinden Foça'ya gidecekseniz İzmir'de inince "festivalciyiz, asiyiz, maceracı takılalım" diye otostop falan yapmaya kalkışmayın. Onu da denedik o da güzel bişey değil. Herşeyden önce o bavullarla bi aşağı yukarı dolaşınca omuzlar falan mahvolduğu gibi sizin gibi otostop peşinde koşan çakallar olduğu için güzel bi yer bulacaz diye heba oluyorsunuz. Bunların en kötüsü de araba beklerken oluşan amele yanıkları. Sonra festival alanında birbirinizi ararken "abi bizim arkadaşı gördün mü üstünde kalıptan çıkmış gibi amele yanıkları var" diye aramayın. Ki tüm bunları yapsanız bile otostopta başarılı olma şansınız az. Biz 2 saat amele gibi bekledikten sonra başarılı olamayınca sinirlenrip parayı bastık ve öyle gittik yine. Otostop güzel değil.
  • Festival'e "erken gidelim abi eğleniriz" demeyin. Nice koç yiğitleri kızgın güneş altında heder eden düşüncenin temeli bu arkadaşlar bu gibi durumlarda. Erken gidecekseniz de kapı açılış saatinden sonra orda olacak şekilde gidin. "Kapıları erken açarlar kalabalık olunca demeyin", açmadılar. Sonra güneşin altında amele yanıklarınıza yeni güzel desenler eklenir.
  • Mutlaka güneş kremi alın ve kullanın. Gerçi bunu aklı başında çok insan yapar ama biz niye yapmadık bilmiyorum. Her tarafımız patlıcan gibi kızarınca gidip güneş kremi aldık "yandık lan biz galiba" diye ama fayda etmedi. İlk gün sendromu önemli, güneşe yenik düşmeyin.
  • El feneri alın yanınıza, sonra gece "aa pardon yanlış gelmişim" diye ters bi çadıra girip de çıkamamak var. Neyse ki bunu akıl etmişiz biz.
  • Sabah erken kalkıp gölgelik alandan yer kapın. Sonra güneşin altında bütün gün yanmak var. Ya da en güzeli sabah kalkıp gezmeye gitmek etrafı, 4 gibi gelip denize girmek. Sonra da konserlere devam etmek.
  • Sulu şakalar yapmazsanız sevinirim, bişey olacağından değil de sevmiyorum ben.
  • Konserler sırasında ön sıralardan uzak durun. Zira yukarda bahsettiğimiz siyah tişörtlü ve tezcanlı arkadaşlar "eğleniyoruz eeaabi" diye birbirlerini öldürmeye çalışıyolar. O işlerin adamı değilseniz sakatlık yüksek ihtimal. Wall of death.

  • Bu yılki festivale Lordi geliyomuş. Eurovision'da izlemedim ama maskeli falan değişik bi grup. Finlandiyalılarmış. O konser sırasında -eğer ki sevmiyorsanız- uzak durun sahneye bence. Çünkü grup böyle olunca dozu kaçıran fanatikleri olacağını tahmin etmek pek zor değil. Herşey olabilir. Çeşit çeşit insan var.
  • Bu tavsiyem de sadece erkekler için; oraya gidince; "ortam güzel, deniz kum güneş üçlüsüne müzik de eklenince kız tavlarız kesin" diye düşünmeyin. Bu gibi düşünen popülasyon, katılımcıların %90'unu oluşturduğundan tavlanılcak kızlar yerine çılgın Hayko Cepkin Fan'ları sizi bekliyor olacak. Buna dikkat edelim, beklentiyi minimum seviyede tutalım.
  • Hayko Cepkin Fan'ları ve punkçılar gibi extreme topluluklardan uzak durun. Yanlış anlaşılmasın kimseyi kötülemiyorum ama geçen yıl "ben punkçıyım Ankara benim anam, Ankara'ya söven bana sövmüş sayılır" diyerek kavga çıkaran tipler görünce bu kararı aldık biz. Yine de siz bilirsiniz.
  • Son olarak giderken dönüş biletinizi alın kafanız rahat olsun. Sonra bilet bulunmuyor falan bir sürü zahmet.
İyi eğlenceler.

4 Ağustos 2009 Salı

Ah Be Güzelim


Yanlış hatırlamıyorsam ATV'de dönen bir yarışma programı var şu günlerde. "Ah be güzelim" diye bir program. Hale Caneroğlu denen, isminden muhtemelen çıkartamadığınız, resmini görünce "haa" diyeceğiniz birisi sunuyor bu yarışmayı.

Hatırlar mısınız bilmem bir zamanlar Berna Laçin'in sunduğu bir yarışma programı vardı. Küçük çocuklara sorular sorarlardı, stüdyodaki büyük yarışmacılara da "çocuk bu soruyu bilmiş midir bilememiş midir?" diye sorup bir takım eğlenceler, küçük küçük komiklikler çıkartırlardı. Severdim o yarışmayı. Güzeldi yani.

Bu ATV'deki yarışma ise aynı bu Berna Laçin'in sunduğu çocuk programının formatında. Çok ufak bir fark var yalnız o da şu: "burada soruları küçük çocuklar yerine yaşça büyük ve aynı zamanda güzel kızlara soruyorlar". Yarışmanın olayı oradaki çok inanılmaz aptal olan ya da inanılmaz aptal rolü oynayan kızları seyircinin önüne atarak bir takım eğlenceler çıkarmaya çalışmak olsa gerek. Stüdyoda kızların soruyu bilip bilemeyeceğini tahmin edenler ise yarışma formatının akıllı adamı rolündeki erkekler tabi ki. Kızlar sorulan sorulara çok saçma cevaplar veriyor, yarışmacı erkekler, stüdyodakiler falan "ahahaha ne salak yaaa" tadında gülüyorlar böyle bir eğlence anlayışı işte.

Garip bir şekilde televizyonda kadınları oldukça aptal, dünyadan bihaber, genel kültürü oldukça zayıf göstermeye çalışıyorlar. Bununla beraber seyirci önüne çıkardıkları bu kalıptaki kadınların aynı zamanda oldukça bakımlı, güzel, bacak ve göğüs dekolteli olmasına da özenle dikkat ediyorlar. Bence söylenmek istenen şey çok açık: "kadınları toplum düzeninde sadece birer et parçası, birer seks objesi olarak görmenizi istiyoruz"

Hele ki bu programı sunan insanın da yine bir kadın olması bence durumu iyice vahim bir hale getiriyor. Tamam kapitalist dünya, para iyi güzel hoş ama yine de bazı şeylerin karşısında olabilmeli insan. "Hayır arkadaşım, bana verdiğiniz paraya rağmen kadınların bu şekilde aşağılanmasına ben bir kadın olarak karşıyım" diyebilmeliydi en azından.

Hayatım boyunca çok inanılmaz sayıda olmasa da yine de biraz insan tanımışımdır. Son derecede akıllı ve birikim sahibi kızlar da, çok aptal erkekler de tanıdım. Bildiğim bir şey varsa o da bu işin cinsiyetle zerre alakası olmadığıdır. Yine çok iyi bildiğim bir şey varsa o da birilerinin erkeğin istediğini aldığı, kadınların birer seks objesi olduğu bir dünya için yoğun bir çaba içerisinde olduğudur.