30 Aralık 2009 Çarşamba

Yeni YIl hediyesi!


Türkiye de pek tutmaz belki ama, ölülerini gömmek yerine yakmayı tercih eden tanıdıklarınız varsa yılbaşında alınacak en iyi hediye budur! : Kül Kavanozu. "Ölen kişinin vesikalık fotoğrafı 3 boyuta taşınarak bire bir ölçüsüne uygun bir kafa şeklinde kavanoz haline getirilmesiyle oluşan bu enfes hediye sayesinde hem sevdiğiniz insana hasret giderebilecek hem de ölen kişinin külleri sağa sola saçılmayacak, güvenle saklanacak! " Eğer sevdiğiniz kişi daha ölmediyse, kavanozu çiçek saksısı olarak kullanabilir ya da kişinin kafasını fiş ve faturayla de doldurabilirsiniz. Epey kullanışlı bir şey aslında .Hemen sipariş verenlere açılır kapanır baldır şeklinde makyaj kutusu da hediye!

28 Aralık 2009 Pazartesi

Yılbaşında Ntv Sendromu


Yılbaşları böyle geçmesin.

24 Aralık 2009 Perşembe

Twitter Diye Bir Şey Var Lan


Dostlarım; bundan birkaç ay önce bana twitter hakkındaki fikrimi sormuş olsaydınız, buraya öyle popüler kültür karşıtı, öyle "kendini ifade etme sıkıntısı çeken gençlik" tandanslı bir yazı döşerdim ki aklınız dururdu. Lakin artık ben de bu oluşuma dahil olduğum için atıp tutamayacağım çok fazla. Daha temkinli ve sakinim şuan. Bu yüzden daha önceleri bana twitter hakkındaki fikrimi sormadığınız için sizlere müteşekkirim. Kaypak ruhlu bir insan olduğum bizi izleyen 70milyon insan tarafından anlaşılacak(şaka lan 70 kişi sadece) ve insanlar tarafından kınanacaktım. Hoş bi senedir yazıyoruz daha herhangi bir konu hakkındaki fikrimi sormadınız ama olsun. Sahi lan niye bir şey sormuyonuz ki hiç?

Neyse dostlarım, twitter aslında beni baya bi eğlendiren bir şey son zamanlarda. Hepi topu 8 tane takip edenim var, hemen hepsi de baya yakından tanıdığım adamlar ama olsun. Orada geniş kitlelere ulaşamasam da eğleniyorum. Böyle küçük küçük komiklikler, şakalar, anlamsız cümleler arasıra, bazen dert yanmalar falan bişeyler yapıyorum. Yok lan dert yanamıyorum işte. Beni takip eden adamlar hep hayvan çocuğu gibi muhabbetler yaptığım adamlar. Nasıl yitip gidenlere dem vurayım orada. Gülürler adama. Yoksa ağlama duvarı olarak da kullanmak bir opsiyon twitter'ı. Neyse, bir süre vakit geçirdikten sonra anladım ki amaç şu twitter'da: "insanların hayatlarına zerre katkısı olmayacak ve 140 karakterden oluşacak bir şeyler yazmak". Elimden geldiğince iyi bir şekilde icra etmeye çalışıyorum bu sanatı. Hiçbir şekilde okuyan insanın hayatında değişiklik yaratmayacak kelimeleri özenle seçip bir araya getiriyorum. Sonra gönderiyorum. Ve hayat devam ediyor.

Eveet, giriş ve gelişme bölümlerimizden sonra geldik sonuç paragrafına. Demem o ki eğer anlamsız hayatınıza zerre anlam yüklemeden bir iş yapmak istiyorsanız lütfen twitter'a gelin. Tırt, anlamsız ve eğlenceli gibi bir yer. Memnunum şahsen.

Dipnot: Olur da beni takip etmek isteyen olursa reklam veriyorum, gelin beraber eğlenelim: http://twitter.com/sedurt (bizim blog yazarları da orda, linkini vermek isteyen yazarımız olursa edit yapsın buraya biyere)

21 Aralık 2009 Pazartesi

Yürüyedurun


Last fm'de "Iron Maiden Türkiye'ye Gelsin" grubundan şöyle bir etkinlik gelmiş mesaj kutuma. Türkiye'deki Iron Maiden sevenler Iron Maiden'ın Türkiye'ye konsere gelmesi için 10 Ocak'ta İstanbul'da İstikal Caddesi'nde bir yürüyüş yapacaklarmış. Ne yazık ki Ankara'da olacağım için katılmam mümkün değil. Fakat Sheed ve Spcioli başta olmak üzere tüm İstanbul'daki Iron Maiden severlerin bu yürüyüşe katılmalarını rica ediyorum. Elinizden geleni ardınıza komayın.

20 Aralık 2009 Pazar

Metallica Sen Bizim Her Şeyimizsin!


Güne Metallica'yla başlamak iyi oluyor. Sert ve net giriyorsun. Ben de bugüne öyle başladım ve dinlerken klişelerde boğulup "Adamlar iyi çalıyor yav!" a kadar geldim. Bu düşünce hezeyanımda aklıma şöyle bir soru takıldı : "bir gün karşıma 3-4 takım elbiseli, siyah güneş gözlüklü adam çıksa,'Arkadaşım, bu güne kadar açtın metalikaları cayır cayır dinledin, sna bir teklifimiz var al şu 1000 tl yi bundan sonra Metalika'nın sadece 5 şarkısını dinleyebileceksin. Şarkıları seçmekte özgürsün ama bu 5 inden başka dinledin miydi kafanı gözünü patlatırız 1000 tl yi de geri alırız.Tamam mı?' diye sorsa ne yapardım?"

Bu soru karşısında fazla düşünemezdim. Bu aralar epey sıkışık olduğumdan ve adamlar pek tekin tipler olmadığından hemen kabul ederdim teklifi(Olm, 1000 TL iyi para lan, değerlendirilirse... Bi de ben gizli gizli dinlerim ki gene, kim bilecek?!"

Fakat şimdi yeni bir soru belirdi karşımda:" Hangi 5 şarkı?" Gerçekten zor soru. Çok ayrıntılı düşünemedim o yüzden James affetsin. Ama "O 5 şarkı" şöyle olurdu herhalde :

*One

*Master of Puppets

*Fade to Black

*No Leaf Clover

*Unforgiven II (Tam listeyi hazırlarken çalıyodu , dayanamadım.)

Şimdi bu pek tekin olmayan adamlar size soruyor: "Hangi 5 şarkı?!"

14 Aralık 2009 Pazartesi

Ryan Giggs

"I grew up watching this programme. To see the people that have won it and to be here is unbelievable."

Ryan Giggs geçtiğimiz hafta 36 yaşına girdi, yaş gününde yine takımının galibiyete taşırken. Onu bizzat Manchester United'a getiren Ferguson bile "artık ayakları kanatta oynamak için yavaş" derken bile Manchester City maçının kaderini değiştirdiğini hatırlarım bu sezon. Gençliği ayrı, olgunluğu daha ayrı bir futbolculuk hikayesi Giggs'in.

Geçtiğimiz yıl giderayak belki de bir saygı duruşu manasında 11 şampiyonluğu bulunduğu ve kurulduğu günden bugüne her sezon forma giyip, her sezon gol atan tek oyuncu ünvanını elinde bulundurduğu premier ligin en iyi oyuncusu ödülünü almıştı. Geçtiğimiz hafta da Galler yılın sporcusu ödülünü kazanan Giggs bugünde BBC yılın sporcusu ödülünü kazandı. Oylamada ikinci sırayı F1 şampiyonu Jenson Button ve üçüncü sırayı da dünya heptatlon şampiyonu Jessica Enis kazanmış.

Giggs bu ödülü kazanan 5. futbolcu; Beckham, Owen, Gascoigne ve Bobby Moore ile birlikte. Uefa tarafından açıklanacak yılın takımında da yer almayı hak ediyor ve o kadroda olmasını bekliyorum.

Önümüzdeki günlerde de yeni bir kontrat imzalayacak Manchester United'la ve biraz daha izleyebilecez kendisini. Bu adam futbolu bırakmasın.

"I am playing for the greatest manager that has ever lived and I'm playing for the greatest club. Perhaps I've become more appreciated as I have got older.

It's unusual for a 36-year-old to be playing with a team like Manchester United for 20 years but I am enjoying it and long may it continue."

12 Aralık 2009 Cumartesi

Allaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaah!

2008 konser sezonu baya sağlamdı. İsteyip de katılamadığım baya konser olsa da gidebilenler için paranın yetiştirilemediği bir sezondu. Metallica, Judas Priest, Mark Knopfler, Dream Theater, Leonard Cohen ilk aklıma gelenler. Metallica'ya bilet alıp da konser gününe sınav denk gelince gidememiştim. Hala içimde bir yaradır bu konser.

2010 sezonu da 2008'den aşağı kalacak gibi değil daha şimdiden. Sonisphere Festival 2010 kapsamında üklemizde ilk kez gerçekleşecek festival kapsamında kesin olan Metallica'ya büyük ölçüde anlaşılan Slayer, Rammstein, Mastodon, Machine Head, Anthrax'ın katılması bekleniyor. Bunlar sadece bu festival için ismi geçen gruplar.

Bunların dışında geçen haftalarda açıklanan U2 konseri var Eylül'de, bir de Eric Clapton açıklandı 13 Haziran için. Fakat esas bomba bence şu an söylenti olarak adı geçen Iron Maiden ve AC DC'nin gelmesi olur. Iron Maiden gelsin başka bişey istemiyorum ben. Metallica, Maiden bi de Rammstein yeter artar bile ama para olursa AC DC de kaçmaz hani, kızla gidilir.


7 Aralık 2009 Pazartesi

Neden?

Oral diagnoz ve radyoloji çalışmaktan kafayı patlatmışım zaten. Her hastalık belirtisinde kusma, ateş, halsizlik, ishal var bi de anlamını bilmediğim bir sürü şey, birden aklıma lisedeki biyoloji derslerimiz geldi. Lisede işimiz gücümüz yokmuş gibi oturup bitkilerin üremesini öğreniyoduk lan resmen. Eşeyli-eşeysiz üreme, sırası vardı bi de bunun. Önce gametler sonra bişeyler falan, baya baya ezberliyoduk. Alt tarafı bi eğrelti otu çoğalınca nolucak sanki, niye yani? Neden? Eğrelti otuyla beraber bi bitki daha vardı da unuttum adını kara yosunları, su yosunları olabilir belki.

Hayır bugün bi yerde görsem eğrelti otu olup olmadığının anlayamam bitkinin ama üremesini bilirim. Bugün işte bunu düşündüm uzunca bir süre, kafayı neylerde doldurmuşuz zamanında diye. Neyse ki ben bu "yazılı"lardan düşük aldıydım hep, çalışmamıştım.

6 Aralık 2009 Pazar

It all began with a beatiful pass from Eric Cantona


Eric: "After we all forget 'you're just a man"
Cantona: "I'm not a man, I'm Cantona"

Eric Cantona'yı ve Manchester United'ı ayrı severim bilen bilir. Cantona dönemine aklımız başımızdayken yetişemedik orası ayrı fakat yine de Cantona sevgisini engelleyemez bu durum. Sırf bu sebepten dolayı Looking For Eric'e gittim açıkçası, Cantona için. Daha önce ne Ken Loach bilmişliğim vardır ne bişey. Fakat kendisinin burdan sağ elini ayrı sol elini ayrı öpüyorum. Daha önce de bu tarz futbol-hayat benzetmeli filmleri varmış zaten, bu film de çok çok güzel.

Bunalımdaki ve hayattan hiçbir tad almayan, öylesine yaşayan postacı Eric bir gün odasındaki Cantona posteriyle konuşurken Cantona'nın kendisi görünür. Ondan sonra olaylar gelişir. Cantona felsefesiyle birlikte hayattaki tüm sorunları çözülür Eric'in zamanla. Tabi bunlar olurken Cantona'nın problemleri çözerken kullandığı yöntemler futbolculuk dönemindekilerle aynı. Risk al, şaşırt gibi sıradan olmayan yöntemler çoğu kişiye göre.

Film boyunca endüstriyel futbola da sıkça giydirilmiştir ayrıca. Manchester United maçlarını barda izlemek zorunda kalan işçi sınıfından postacıların sitemi, stada artık parası olanları gidebilmesi ve 10 yıldır maça gidemiyor olmalarının yarattığı üzgünlük ve endüstriyol futbola olan öfkeleri...

Tüm bunlar Cantona'nın kariyerindeki önemli noktalar ve futbol üzerinden o kadar güzel anlatılmış ki film bitmese dedim izlerken. Tabi bir de inanılmaz gaza geldim, İngiltere'de olsak da otobüslere doluşup biralarla marşlar söyleyerek deplasmanlara aksak, barlarda toplanıp maç izlesek diye. Tabi bir de Cantona forması gerektiğine kesin kanaat getirdim. O yakaları ben de kaldırmalıyım yani.

had a friend we have in jesus
he's our saviour from afar
what a friend we have in jesus
and his name is cantona

ooh, ah, cantona
ooh, ah, cantona
ooh, ah, ooh, ah, ooh, ah
ooh, ah, cantona


Bir de son olarak filmdeki kadın izleyici kalabalığı dikkatimi çekti. Cantona'yı mı seviyorlar, yoksa Ken Loach'ı bilmem ama erkek sayısından fazlaydı kadın sayısı kesinlikle. Bence Cantona'yı seviyorlar hehe.

Film bittikten sonra da İngilizlerin ve belki de hiç kimsenin hala anlayamadığı, şu röportaj var. Cantona Crystal Palace maçında ırkçı söylemlerde bulunan rakibine tekmeyi attıktan sonra basın toplantısına çıkıyor ve herkes özür dilemesini falan beklerken onun söyledikleri ise; "when the seagulls follow the trawler, it is because they think sardines will be thrown into the sea. thank you very much."

5 Aralık 2009 Cumartesi

Parasıyla Değil mi Kardeşim?!




Haberimiz şöyle :

"

Çinli işçi Facebook'ta da ucuz

Facebook'un en popüler uygulamalarından biri olan Farmville'de işçi SANAL DÜNYA'DA BİLE UCUZ İŞ GÜCÜ


İş yoğunluğu nedeiyle oyundaki tarlalarıyla ilgilenemeyen oyuncular çiftliğe göz kulak olacak Çinli işçilerle oldukça ucuz fiyatlara anlaşabiliyorlar.Kiralama dönemi başladı. "


Bu ne lan! Biri bana açıklayabilir mi? Şimdi bir oyun oynuyorsun.Sanal çiftlikler kurup ,sanal ürünler üretiyor, sanal paralar kazanıyorsun. Ama bununla yetinmeyip gerçek dünyada kazandığın parayla gerçek bir adam tutup sanal çiftliğinde mi çalıştırıyorsun?! Bu mu yani teknolojinin geldiği son nokta!

Tüm bunlar bir yana "Çinli işçi burada da ucuz" diye haber yapılıyor. Ya ne olacaktı. Şu haberde şaşırmadığım tek nokta Çinli işçinin ucuz olması. Yani eğlenmek için oynadığın bir oyunun bile amacının nasıl değişip sisteme uyum sağladığının çok güzel örneği Farmville.

Tek amacın daha fazla kazanmak ve sadece sahip olmak olan Monopoly tarzı oyunlara alışmıştık.En nihayetinde kendin oynuyordun ve gerçek dünya'da sahip oldukların oralarda geçmiyordu. Yani Bill Gates de olsan şansın yaver gitmedi mi kaybedebilirdin. Ama bu Online oyun dünyası çok farklı bir yöne ilerliyor.

Biraz etrafa bakınınca bu işin aslında yeni olmadığını, online oyundan bir şekilde uzak durmayı başarabilmiş olan ben tarafından yeni farkedildiğini görünce daha bir moralim bozuldu. Meğer bazı online oyunlar için Çin gibi ülkelerde stüdyolar kurulup , "ucuz işçiler" sabahtan akşama bilgisayar başında oturtuluyormuş . Yaptıkları tek iş sanal canavarları öldürmek, para kazanıp sanal kılıçlar almak.

"Kıçınıza sokun o kılıçları" diycem ama sanal kılıcın nesini nereye sokucaksın be abi. Cümleten geçmiş olsun.

Dip not: Şu Marduk mudur nedir, gelse de kurtulsak.

2 Aralık 2009 Çarşamba

Haftanın Filmi 26 - RocknRolla

Haftanın filmi köşesi aslında amacından fazlaca sapmış bir köşe olup çıktı ama olsun. RocknRolla bu hafta "haftanın filmi" köşemizin konuğu.


"People ask the question... what's a RocknRolla? And I tell 'em - it's not about drums, drugs, and hospital drips, oh no. There's more there than that, my friend. We all like a bit of the good life - some the money, some the drugs, other the sex game, the glamour, or the fame. But a RocknRolla, oh, he's different. Why? Because a real RocknRolla wants the fucking lot."

Guy Ritchie sevenlerin fazlasıyla seveceği bir film zaten. Tipik bir Guy Ritchie filmi denilebilir hatta. Harika müzikler, güzel bir hikaye ve fantastik İngiliz aksanı. Tek eksiklik Jason Statham'ın eksikliği bana kalırsa, ki yerine gelen adam da Gerard Butler olunca Statham'ı daha bi saygıyla andım. Bir de bu filmde sinemalarda pek görmediğimiz ama Entourage'den Ari Gold olarak tanıdığımız Jeremy Piven var. Kendisini de sever sayarız. Filmde yine efsane olabilecek karakterler mevcut fakat, Johnny Quid'i ayrı bi yere koymak gerek. Kendisine özellikle dikkat lütfen, filmi izlerken.

Haftanın filmi bu haftalık bu kadar, haftanın müzik listesi olarak filmin soundtrack albümünü yazdım sayım.

Ey Bilişim Sektörü, Kafamı Karıştırıyorsun


Acaip param oldu bi anda, parayı da beraber harcayacak kimse olmayınca etrafımda, bu parayı olduğu gibi bilişim sektörüne yatırmaya karar verdim. Yıllardır kör topal idare ettiğim masa üstü bilgisayarım bir hurdaya dönüşünce laptop almaya karar verdim. Bir sürü internetten böyle bilişik araştırmalar yapıyorum bi kaç gündür beynimin içi ram'le, cigabaytla, megahertzle doldu dostlarım. Ve şunu açık yüreklilikle söyleyebilirim ki bu uçsuz bucaksız araştırmalarım sonucunda hiçbir neticeye varamadım.

Para biraz bok olduğu için Sony mağazasına gittim bugün. "Laptop alıcam" dedim. "Ne kadar bütçe ayırdınız bu iş için" dedi. "Para mühim değil" dedim ben de. Bunu duyan bayi yetkilisi bir ilgilendi benimle dostlarım anlatamam. Çaylar falan bişeyler sürekli. Kataloglar getirdiler bir sürü. Katalog da ne sikimsonik bi katalogsa fiyat yazmıyo içinde. "Abi niye fiyat yazmadınız" dedim, "ürkütüyor müşteriyi fiyatlar" dedi. "Ananı avradını" dedim. İçimden.

Orda bi laptop beğendim 5000 lira fiyat çekti adam. Ulan o kadar parayı laptopa yatırabilecek bi adam olsam kendime bi araba alırım, artan parayla da TOKİ'ye yazılırım. "Bunu alabilirim ya, babamdan kredi kartını alıp geleyim ben" deyip uzaklaştım oradan.

Dostlarım şimdi hepiniz bilişik adamlarsınız, bütün gün kukuman kuşu gibi internette takılıyorsunuz, o blog senin bu sözlük benim sürtüyorsunuz. Anlarsınız bu laptop işlerinden, hangi marka iyidir hangisi tırttır falan tavsiye lazım bilimum. Oyun oynamak için alıcam bi de ben bu laptopu. Ona göre.