28 Şubat 2009 Cumartesi

A Tribute to American Beauty: Revolutionary Road


Bundan yaklasik 2 yil kadar önce bir yurt odasinda gazetede okurken haberini gördügüm günden beri büyük bir istahla bekliyordum Revolutionary Road`un gösterimini. Bir süredir de aslinda elimde olmasina ragmen bir türlü kiyamadim izlemeye, sinemada izlemek istedim. Bugün de gösterime girisinin ilk gününde gittim, kocaman güzel bir salonda izledim. 

Her seyden önce filmin rüya gibi bir oyuncu kadrosu var. Kate Winslet, Kathy Bates ve Leonarda Di Caprio`yu anlatacak degilim. Michael Shannon`in ise acikcasi daha önce yaptigi islere pek asina olmasam da, bu filmde sergiledigi performansla oscari alamamasi icin tek bir senaryo islerdi ve öyle de oldu. Yönetmen Sam Mendes`in de benim icin American Beauty`yi yapan adam olarak önemli yeri vardir. Daha sonra cektigi 2 filmde bir düsüs yasadi tabi. Yalniz durup düsününce, bir yönetmen ilk sinema filminde (en iyi yönetmen oscarini da kaptigi) ortaya böyle bir sey cikardigi zaman arkasindan düsüs yasamasi kadar dogal bir sey olamaz. Mendes`i gectim, bugün bütün sinema dünyasinda her yil bu seviyede isler cikmiyor.

Her neyse filme dönersek. Film bir cok yönüyle American Beauty`yi andiriyor. En basta islemek icin nefis bir elestirel senaryo, performansi üst düzeyde tutacak cok seckin oyuncular, karakterlerin patlayici sahnelerini adeta yasayarak oynamalarini saglayan bir yönetmen. Filmin belki de en dikkat cekici yani bu. Karakterler gercekten varlar. Yönetmenin tüm bu karakterleri tamamen kontrolü altinda tuttugunu da düsünmüyorum. Oyunculara bu acidan sanki bir serbestlik taninmis. Böyle olunca da cok yetenekli oyunculardan bir resitale dönüsmüs film. Onun disinda "marvelous", "swell" gibi az kullanilan kelimelerin replik sahipleri tarafindan birden fazla kullanimi, karakterlerin islenmesi acisindan müthis bir detaydi. Yine karakterlerin siradan, orta siniftan insanlar olusu 2 film arasindaki benzerliklerden. Tüm bunlar da birlesince yukarida da belirttigim karakterlerin var olmasi noktasina da geliyoruz. Soundtrack de iki film arasindaki önemli benzerliklerden. Filmin icine cok müdahale etmeden, gerekli yerlerde dokunuslari yapiyor.

Filmi bu kadar begenmemin özel sebepleri de var tabi. Insan psikolojisi, davranislarini inceleme ve onlara anlam verme, üzerine kafa yorma sevdigim seyler. Kate Winslet ve Kathy Bates`in favori aktrislerimden olmasi da etkenlerdi tabi. Ayrica yönetmenler ve senaryo tarafindan; sinirlari net bicimde cizilmis karakterlerin performanslarindansa, bir bosluk icindeki, ne yapacagini bilemeyen ve belirgin bir özelligi olmayan karakterlerin canlandirildigi performanslari daha etkileyici buluyorum. Misal; Javier Bardem`in Anton Chigurh`undan Kevin Spacey`nin Lester Burnham`i, Helen Mirren`in Elizabeth`inden Kathy Bates`in Annie Wilkes`i (Misery) daha degerlidir gözümde.

Iyice uzattik, toplayalim. Sinemaya eglenmek icin gidecekseniz can sikintisi yasayabileceginiz bir film oldugunu da eklemek isterim. Bugün izledigim salonda yasli bir ciftin yasadigi gibi. Onun disinda, sinemanin kendisi zevk verense, hemen gidip görmeli. Filmin bitiminde Sam Mendes yazisini görünce yillar yili dilimize pelesenk olmus "Reggie for three, he does it again" diyen spikerin sesi kulagima calindi. Yilin yaygara koparan 2 büyük filmini de iyi kötü begenmis biri olarak benim icin yilin filmidir. Mickey Rourke`u da bilmem ama Sam Mendes yeniden dogmustur ve o benim kardesimdir.

Edit: Tersninja`da film ekibiyle yapilmis bir ropörtaj cevirisi var. Sam Mendes ile oyuncularin iliskileri konusunda da yanilmamisiz. Bu adami seviyorum.

25 Şubat 2009 Çarşamba

7 Fark




Üstte Miley Cyrus`u birkac gün önce geride biraktigimiz Oscar Ödül Töreni`nde giydigi Zuhair Murad imzali elbiseyle görüyoruz. Hemen altinda da Christian Dior`un 60 yil önce tasarladigi Junon Dress adli Haute Couture elbisesi.

Deger mi hic, deger mi hic, deger mi deger mi deger mi söyle Zuhair.

Not: Yazinin kaynagi Shrimpton Couture. Isin piri olarak daha detayli bilgi de orada mevcut zaten.

Hafta Sonu Bülteni

NumaraIkı'nin cefakar yazarı Sheed anlattığında pek bi heves etmiştim !f İstanbul 2009'a, İstanbul'da olsam da ben de gitsem keşke diye. Spicoli de hatta tam tatilin başlangıcı evdekiler de özlüyor olm dememiş olsa, biraz gaz verse atlayıp gidebilirdik ama olmadı. Güzel filmler vardı her ne kadar fiyatlar biraz okkalı olsa da.

Neyse efendim, bu güzide festivalimiz Ankara'ya da teşrif edecek hafta sonu itibariyle. Perşembe ve Pazar günleri arası Cepa Afm ve Odtü-Gisam'da (orası neresi ksp) gerçekleşecek gösterimler. Program şu şekilde ve fiyatlar sanırsam İstanbul'un çok az da olsa altında. Sheed'in de tavsiyelerini alarak bir program yaptım kendime, maddi imkanlar elverdikçe. Arada izlemek isteyip de kaçıracaklarımız olacak mutlaka ama önemli olan katılmak.

Bazı filmleri kaçırmamızın sebebi de Spicoli'nin öve öve bitiremediği 7 Pink Floydlar ve 2 Prenses konseri tabi. Cuma akşamı Dib Sahne'de sahne alacak grubu kaçırırsam Spicoli'den dayak bile yeme ihitmalim var. O yüzden Cuma günü !f'i pas geçicez mecburen. Yoksa öylesine ne cüzdan dayanır ne vakit yetişir.

Perşembe gününü Man on Wire ile açıp Oscar'ı domine eden Slumdog Millionaire ile bitiriyoruz. Cuma günü Mickey Rourke'dan affımızı isteyerek Wrestler'ı satıyoruz Pink Floyd uğruna. Üzgünüm Mickey, bir dahaki yeniden doğuşuna kısmetse. Cumartesi günü de Sonic Youth ile idare ediyoruz. Her ne kadar Sky Crawlers'ı merak etsem de malesef maddi imkanlar. Kriz teğet geçmedi. Pazar günü de The Good The Bad and The Weird ve akşamına da Sheed'in özel tavsiyesi Synecdoche. İmkanı olanlar Franklyn, Slingshot Hip Hop ve Religiluos'u kaçırmasa iyi eder.

Hafta sonu Ankara'da olanlar için ilaç gibi aktiviteler. Ha tabi İstanbul'da olup da Beyoğlu Emek Sineması'nda izlemek vardı festivali ama o kadar da olur artık. Kıymet de bilmek lazım dimi sedürt?
 --------------------
Olayi yerinde incelemis kisa öz degerlendirmenin yorumlarda kalmasina gönül el vermedi, ekleyiverdim yaziya. 

Sheed`s List: "synecdoche, NY" ve "man on wire" 10 numara tercihler.. slumdog zaten yakında vizyona girer, ben o kadar para saymazdım.. "sonic youth" belgeselini açıkçası, geçen seneki "control: joy division" sonrası çok büyük beklenti altında giderim, zevk alamam diye sattım.. ama güzelmiş sanırım, gençler iyi iş çıkarmış heheh.. "franklyn" ayarlayabilsen iyi olurdu, ama sana da söylemiştim, sonunda amırcık gibi kalıyorsun paralel hikayeler arasında.. jeff murdock :zen:

Eline saglik üstad.

24 Şubat 2009 Salı

23.614

Kobe dün geceki Minnesota maçında attığı 28 sayıyla kariyerindeki toplam 23.614 sayıya ulaşarak Nba tarihindeki en skorer oyuncular sıralamasında 20. sıraya yerleşti, bir başka Lakers efsanesi Elgin Baylor'u (23.149) geride bırakarak. Ben de bir yandan oscar ödül törenini bir yandan da bu maçı canlı izleyerek ilerde torunlarıma; bizim zamanımızda Kobe vardı, ne atardı diye başlayacağım hikayelere yeni bir hikaye eklemiş oldum.

Yarın gece de Oklahoma City'e 14 sayı atarak Adrian Dentley'i geride bırakır ve 19. sıraya yerleşir. Aferin Kobe Bryant.

23 Şubat 2009 Pazartesi

Haftanın Müzik Listesi - 24


  • Opeth - Face of Melinda
  • Tool - Schism
  • Pantera - Floods
  • Dream Theater - Finally Free
  • Radiohead - Fake Plastic Trees
Bu hafta listeyi hazırlarken değişik bir atraksiyona imza atayım dedim. O yüzden değişik bir liste çıktı ortaya. Hemen her hafta bir Pink Floyd'dur bir Deep Purple'dır listede banko yer buluyor. Şüphesiz ki efsanelere saygım sonsuz, hem severim hem sayarım. Lakin biraz değişiklik iyi olur arada. Yukarıdaki şarkıların seçilmesinin önemli bir sebebi var aslında. Beni bu aralar çok etkileyen farklı özellikleri var. Mesela Face of Melinda'nın muhteşem gitar riffi(4:35 sonrası inanılmaz), Schism'in inanılmaz bass'ları, Floods'un solosu, Finally Free'nin davulları, Fake Plastic Trees'in vokali. Sanılmasın ki sadece belirttiğim özellikleri iyi bu şarkıların. Bütün olarak hepsi çok iyi şarkılardır. Hepsi tarafımdan ayrı ayrı tavsiye olunur.

Bu arada yazıyı bitirirken değişik bir atraksiyona daha imza atmak istiyorum. Hani hep dönen bir geyik vardır :"abi neden şimdi Pink Floyd gibi Deep Purple gibi efsaneler yok 70lerde 80lerde yaşamak vardı anasını" tadında muhabbetler pek sık döner. Aslında çok tırt bir tartışmadır bu bana kalırsa. Bundan 15-20 yıl sonra da günümüz gruplarından şüphesiz ki efsaneler olacaktır. Hah işte soruyorum sizlere, sizin efsane adaylarınız kimlerdir? Yorumlarda tartışılsın masaya yatırılsın, hoş olur. (benim ilk aklıma gelen adaylarım: Radiohead, Dream Theater, Tool an itibariyle)

And The Oscar Goes To...


Tahminlerimizden ötürü öncelikle "Ben bu lafı yerim" diyen Spicoli'ye sonra da bizlere afiyet olsun.Ama bu ödülün Slumdog'a gitmesinin sebebi bizim de hesaba katmadığımız bir durum.Artık Obama'nın A.B.D sinin yeni sloganı bu : " Change we need".Aslında Perşembe'nin gelişi Altın Küre'den belliydi, fakat biz biraz duygusal davrandık ve Akademi'nin de kendi evladını koruyacağını düşündük.Yanılmışız.Slumdog'a hayırlı olsun "En İyi Film" oscarı.


En İyi Yönetmen'de de Fincher 'e sırf Dövüş Kulübü hatırına bile verirdim şu Oscar'ı.Fakat Slumdog alırken Danny Boyle'nin bakması ayıp olurdu.Trainspotting'e saysınlar. İlk oscarı Danny Boyle'nin.


Ya En İyi Erkek Oyuncu' ya ne demeli.Hadi sedürt'le svetlin duygusal davrandı diyelim . Brad Pitt'in almayacağı belliydi.Spicoli de politikti. "Bu tarz filmleri seviyolar olm" mantığında yaptı tahminini. Peki benim Mickey Rourke 'umun günahı neydi.Günahı filmiydi aslında.The Wrestler biraz kopuk bir filmdi.Senaryosu da hafifti .Fakat Rourke' un performansı üst düzeydi. Hepimizin kaçırdığı nokta ise , evet Akademi politik performansları seviyor doğru, ama politikanın üstüne hafif "Gay" serpiştir, al sana Oscar.Sean Penn 'i 2. oscarından dolayı kutlar,başarılarının devamını dileriz.


Kate Winslet ise hepimizin istediği ve tahmin ettiği gibi en sonunda kavuştu Oscar'ına.Alsın tabi hakkıdır.96 ve 2002 de En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu 'yu sırasıyla Mira Sorvino (Mighty Aphrodite) ve Jennifer Conelly' ye (A Beautiful Mind) kaptırmıştı. 1998 , 2005 ve 2007 de ise En İyi Kadın Oyuncu sırasıyla Helen Hunt(As Good As It Gets), Hilary Swank(Million Dolar Baby) ve Helen Mirren(The Queen) 'e gitmişti. 6. adaylığı ilk Oscar'ı Kate Winslet'in.


Özgün senaryoda ben ve sedürt Milk'le, Uyarlama Senaryoda sadece ben Slumdog Millionere ile, Yardımcı Kadın Oyuncu da sedürt ve spicoli Penolepe Cruz ile ucundan da olsa tutturduk diyebiliriz.


Adam gibi bildiğimiz Heath Ledger (En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu) ve Wall-e (En İyi Animasyon) oldu.Onlar da biraz bariz miydi ne?! En İyi Yabancı Film'e hiç girmiyorum. Hani savaştı şeydi. Kendi çıkartmadıkları savaşlarla pek ilgilenmiyorlar galiba.Japon filmine gitti ödül Yojiro Takita 'ya.


Son bir not: Açıkçası ben Brad Pitt'in " Benim için Oscar bitmiştir, daha da Oscar'a gelmem" deyip kalkıp gitmesini beklerdim.Yapmadı.Olsun be Brad.Başka baharlara.

20 Şubat 2009 Cuma

2009 Oscarları


Malumunuz pazar gecesi Oscar Ödül Töreni var. Sinema dünyasinin en saasali ödülleri olsa da en belirleyici ödülleri oldugu söylenemez aslinda. Bircok sinemasever popüler kültür sosuyla iyice yogrulmus bu törenden pek haz etmez. Belirleyiciligi ve adaletliligi de hep soru isareti olmustur. Bu yöndeki tepkisini en acik bicimde ortaya koyan, ayrica Oscar ödülünü ilk kez reddederek " The whole thing is a goddamn meat parade. I don`t want any part of it. " diyen Geroge C. Scott`tir herhalde. Bu fikir temali söyle güzel bir incelemeye yönlendirebilirim sizleri. Bunun yaninda bu töreni sevmeyen, hatta nefret edenler oldugu gibi altin standart olarak kabul edenler de var tabii. Bense izlemekten keyif alirim, zira kim ne derse desin güzel bir sov hazirliyorlar ve yapcak daha iyi bir isim olmuyor genelde. Tüm bunlarin yaninda aslinda olayi biraz da söyle düsünmek gerekir diye düsünüyorum. Ortada bir akademi var, adamlarin da kendilerine özgü bir tarzlari var- maceradan, giseden, yabancilardan ve elestirenler yapimlardan imtina etmek gibi - ve bu tarzlari dogrultusunda ödüller dagitiyorlar. Kimseye de biz sinemanin en dogru kararlarini veriyoruz, en önemli ödül töreni biziz güvencesini vermek gibi bir dertleri yok sanirim. Neyse lafi daha fazla uzatmadan Lordlar Kamarasi`nin 2009 Akademi Ödülleri tahminlerine geceyim.

En Iyi Film
  • The Curious Case of Benjamin Button ( Svetlin The Dark Knight apaciligini göstererek israrla hala onun adini verdi bu dalda. O gece Kodak Tiyatrosu önünde güvenlik önlemleri artsin derim. Adam tepkili)
En Iyi Yönetmen
  • David Fincher ( Oy Birligiyle )
Özgün Senaryo
  • ksp, Sedürt - Milk; Svetlin - Wall-E; Spicoli - Frozen River ( Paramparca olduk.)
Uyarlama Senaryo
  • The Curious Case of Benjamin Button ( ksp Slumdog Millionare dedi )
En Iyi Kadin Oyuncu
  • Kate Winslet ( Bayragimla flamamla geceye hazirim. Yine bir yanlis olursa Svetlin`in suikast timinde göreve talibim.)
En Iyi Erkek Oyuncu
  • Sedürt, Svetlin - Brad Pitt; ksp - Mickey Rourke; Spicoli - Frank Langella ( Brad avucunu yalar diyorum. )
Yardimci Kadin Oyuncu
  • Sedürt, Spicoli - Penelope Cruz; ksp - Amy Adams; Svetlin - Marisa Tomei ( Svetlin isme tav oldu, ben de akademi Woody Allen`i sever düsünceme. ksp`ninse sicak gündemi yakindan takip ettigi gözlerden kacmadi.)
Yardimci Erkek Oyuncu
  • Heath Ledger (  Peter Finch`in ölümünün ardindan Oscar kazanan ilk aktör oldugunu biliyor muydunuz. )
Yabanci Film
  • Vals Im Bashir ( Tam vaktinde patlattilar valla. )
Animasyon
  • WALL-E (Aksi durumda önce Allah, sonra ben carparim.)

Aslinda birkac dal daha oylamistik kendi aramizda; ama söyle bir baktim da liste uzayinca görüntü cok hos olmayacak. Üstelik bazi dallar loto doldurmaktan öteye de gitmedi. Unutmadan bir de internette kazananlarin oldugu iddia edilen bir kagit dolasiyor; ama inandirici bulmadigimdan koymaya tenezzül etmedim. Ne diyelim. Pazar gecesi umarim yine keyif alinan bir tören olur. Simultane Türkce tercümeyle Ntv`de, orijinal dilde Cnbc-e`de yayinlanacak. Iyi seyirler.

Not: Etrafta Slumdog beklentileri görüyorum. Sözüm size gencler: Slumdog`i yerler olm. Cidade de Deus`a zirnik koklatmamis adamlar bunlar. Haa, yemezlerse ben bu lafi afiyetle yemeye raziyim.

Edit: Sayin akademi üyeleri Cidade de Deus en iyi film dalinda aday dahi olamamisken neredeydiniz. Günah mi cikartiyorsunuz.

Müziğin Mucizesi: Pink Floyd



Roll Dergisi Subat sayisinda Uncut`in 2008`de Pink Floyd ile ilgili yaptigi derlemeye yer vermis. Haberim yoktu. Cem`in yazisini okuyana kadar. Okudugum andan itibaren ise buraya gelip bir seyler yazmaktan baska sey gecmiyor aklimdan. Hemen dün aksam sicagi sicagina oturdum basina; ama önce dergiyi edinip icerigin tamamini okuyayim deyip vazgectim. Zaten aklima epey uzun zamandir Floyd ile ilgili bir yazi yazmak var. Yaklasik 2 ay kadar önce 7 Pink Floydlar ve 2 Prenses konserini haber verdigim postta Olcay adli okuyucumuz yaptigi yorumdan beri. Bilmem hala burayi okuyor mu ama, daha genis olarak ele almak istememden ötürü orada cevap vermedim. Herhalde burda da istedigim ayarda bir yazi yazamayacagim; ama en kisa zamanda onu da yazmak istiyorum.

Neyse konumuza gelelim. Dergiyi edinip bir göz atmanizi öneririm. Icinde bircok kisiye mikrofon uzatilarak yapilmis bir en iyi 30 Pink Floyd sarkisi seckisi var. Onun disinda yine, Rick Wright, Dave Gilmour ve Roger Waters ile ve 7 Pink Floydlar 2 Prenses grubunun üyeleri ile yapilmis bir röportaj var. Acikcasi liste beni büyük hayal kirikligina ugratti. Röportajlar ise cok güzel. Kisa bir degerlendirmeyle bir seyler karalayayim: Wright her zamanki nazik ve icten üslubuyla konusmus. David`in Roger`a hala kirgin oldugu belli; ama beni en cok etkileyen kesinlikle Roger Waters söylesisi oldu. Hemen her Floydian gibi Roger`a, kelimeleri tam secemedim ama, biraz kirgin biraz sitemkarimdir ben de. Bu söyleside ise yillar önce yaptigi seylerden duydugu pismanligi yaptigi hatalari kabul etmesini, o müthis egosunun kirdigi döktügü seylere bugün üzülmesi beni hakikaten etkiledi. Tüm bunlarin ötesinde Roger`in kendi deyimiyle, bütün bu nahos yasanmisliklar sebebiyle Floydianlarin ona " su mendebur herif " gözüyle bakmasinin üzüntüsünü yasiyor olusu ve belki de daha önemlisi bu bakisin gölgesinde onun müzikal dehasinin da sekteye ugruyor olusu üzücü ve kesinlikle haksiz bir yaklasim. Listeye bakinca (Uzun olacagi icin yer vermedim, Cem`in yazisinda cok güzel bir analiz esliginde bulabilirsiniz) Barrett döneminden tam 10 sarkiya yer verilmis olmasinin anlamsizligini tartismaya bile gerek yok. Sanirim bu durum da yine "su mendebur herif "yaklasimindan kaynaklaniyor. Secimler icin mikrofon uzatilan insanlar da duygusal acidan diger Floydianlardan farkli degiller. Yoksa kimse bana Animals gibi bir hem konsept hem de müzikal acidan Pink Floyd`un en iyi birkac albümünden birinden tek bir sarki dahi olmamasini Echoes gibi bir sahesere 30. siranin bicilmesini izah edemez.



Simdi bir durup genel bir bakis atarsak, Pink Floyd`un 3 döneme ayrilir. Barrett, Waters ve Gilmour. Barrett Pink Floyd müzigi icin cok önemlidir, evet. Hemen hepsinin ilham aldigi isimdir ayrica. Büyük bir müzisyen oldugu da su götürmez gercek. A Saucerful of Secrets cok kaliteli sarkilar icerir örnegin. Onun döneminde Pink Floyd`un yaptigi sarkilari resimdeki izlenimcilige benzetirim ben. Anlatmak istedigini dogrudan algiladigi gibi anlatir. Elmayla portakallarsa (Cezanne`a selam olsun) elmayla portakallar, bisikletse bisiklettir yani. Ama Pink Floyd`u diger gruplardan ayirip onlari farkli kilan bu olmamistir. Onlari farkli yapan Roger`in dehasidir. Konsept albüm fikri, dis seslerin kusursuz kullanimi ve derinlikli sarkilar. Icine girdikce farkli duygular tattiran, heyecanlandiran yogun sarkilar. Bugün yüzlerce kez dinlemis olmama ragmen hala dinlerken titredigim sarkilar tam da bu dönemdendir. Zaten Pink Floyd`un yükselisi de bu döneme rast gelir. Yani aslina bakarsaniz, Roger kendisini adlandirdigi gibi " Pink Floyd`un yaratici dehasi" dir. Yanlis anlasilmasin, David Gilmour 10 kaplan gücündedir. Onun döneminde de müzikal acidan cok basarili isler yapmistir Pink Floyd. The Division Bell severek dinledigim bir albümdür, High Hopes candir mesela, Marooned keza. Yet Another Movie`yi de severim. Ama Roger Waters`in ayrilisindan itibaren Pink Floyd sarkilari da asla eskisi gibi olmamistir. Icinde o ruh eksiktir sanki. Gilmour`in yaptigiysa gercekten takdirlik. O sartlar halinde Pink Floyd`u devam ettirmek icin savasmasi ve bunu basarmasi; sanirim ne yaparsa yapsin onu Floydianlarin gönüllerinde hep en sevilen adam olarak kalmasina yetip de artacaktir bile. 

Aslinda bu yazida o begenmedigim ve elestirdigim listenin yerine bir altenatif yapmakti ayrica amacim. Ama malesef o sartlarda yazi iyice uzayacak. O hakkimi da bundan 1 hafta sonra Pink Floyd albümlerini, aralardaki baglantilari, hikayeleri ile ilgili yazmayi düsündügüm genel bir inceleme yazima sakladim. 


Son bir toparlamaya gireyim. Syd`e minnet duyulan ve tam olarak tanimaya firsat bile olmadan göcüp giden bir anne, Roger`a ölen annenin ardindan birlikte yasanilmaya baslanan koruyucu ailenin bir gün onu terkeden üvey babasi, David`e ise tüm kosullarda onu koruyup kollamaya calisan sefkatli üvey anne rolü biciyoruz. Evet, Roger ile David`in iliskisi belki Pink Floyd`u elimizden aldi; ama unutmamak gerekir ki onu bize veren de yine o ikisiydi. Onlari da zaten en iyi The Division Bell`in yukaridaki kapagi anlatir. Oysa bugün söylesileri de okuduktan sonra görüyorum ki, bugün Roger Waters, ne kendisine kollarini acarak kosan seyircinin yüzüne tüküren adam, ne seyirciyle arasina bir duvar ören adam ne de o mükemmeliyetci egosuyla kendine küstüren adam. Onun da dedigi gibi: "Pink Floyd`un altin yillari dördünün arasindaki etkilesimin eseri. Floyd`u Floyd yapan sey dört farkli yetenegin cok özel karisimiydi."

18 Şubat 2009 Çarşamba

Ebeveynlere Okutuyoruz


Sabah kantinde can sıkıntısından gazeteyi karıştırırken gördüm haberi ve resmen şok oldum üzülmekle birlikte. Eve gelince belki bizim Spicoli okumuştur da konuya değinmiştir diye baktım ama nerde. Benimle çiçekçi diye alay ede dursun postu sermiş yatıyor adam evde. Bu haberi de sürekli dersler nasıl gidiyor, çalışıyor musunuz, sık dişleri ehe mehe diye öğüt veren ebeveynlerimize okutuyoruz.

Konunun çok dışına çıktım farkındayım ama haberi ilk okuduğumda çok şaşırdığım 3 şey oldu. Birincisi bir insan evladı nasıl olur da 11 saat boyunca ara vermeden, dur durak bilmeden ders çalışabilir? İkincisi böyle birşeyin olma ihtimali nedir, yani ben de oturup denesem başıma böyle bişey gelme riski nedir? Ve üçüncüsü nasıl olur da bir doktor bunu düşünemez, böyle bir hataya düşer?

Ölüm şeklini düşündüğümüzde trajikomik mi dersiniz (ben adını koyamadım) ne dersiniz bilemem ama gerçekten çok garip bir ölüm. Bunun bir doktorun başına gelmiş olması da çok çok ayrı bir gariplik. Üzülmekten öte duygulara sürükledi bu haber beni şaşkınlık da dahil olmak üzere.

Şimdi Spicoli'ye tavsiyede bulunuyorum huzurlarınızda sakın ola ki böyle şeylere kalkışma oğlum. Bırak uzarsa uzasın, sen bize lazımsın.

Haftanın Filmine Kısa Bir Bakış - 23


Söyle bir dönüp geriye bakinca, uzun zamandir sirtimizi Hollywood`a yaslamisiz. Hal böyle olunca bir Türk filmine yer verdim bu hafta da. Gemide, Yeni Sinemacilar olarak bilinen ve daha sonra yine bircok film yapacak ekibin de ilk filmi. 98 yapimi film, ayni yil Antalya Altin Portakal Film Festivali`nde en iyi film de dahil 4 dalda ödül almakla birlikte, bana göre Türk Sinemasi`nin en harikulade eserlerinden.

Gemide bana hep Tarantino`nun Reservoir Dogs`unu animsatmistir. Senaryo olarak olmasa da, sabit bir mekanin kullanilmasi, diyaloglarin müthis yazilmis olmasi ve karmasik iliski örgüsüyle Serdar Akar Tarantino`ya göz kirpmis. Hatta filmin basindaki ot cekme sahnesi yine Reservoir Dogs`daki efsane kahvalti sahnesini cok andirir. Aslinda bu fikrimi birkac yil önce Yeni Sinemacilar`in bir paneline katildigimda sormamis olmam icimde uktedir. Ama hakkimi sakli tutuyorum, birgün o soruyu Serdar Akar`a yöneltecegim muhakkak.

Dedigim gibi, filmde diyaloglar nefis yazilmis. Diyaloglardaki agir küfürler, argo kelimeler o kadar dogal, yerli yerinde ve gercekci ki filmin en etkileyici yönü bu aslinda. Oyunculuklara da ayrica deginmek gerek. Haldun Boysan`dan ve özellikle de Erkan Can`dan kesinlikle laf olsun diye söylemiyorum, siradisi ve esine az rastlanir performanslar. Erkan Can Altin Portakalla da taclandirmistir zaten bu performansini ve zaten herkes dillendirir ne muhtesem oynadigini; ama Haldun Boysan`dan biraz esirgendigini görüsündeyim övgülerin. Bastirilmis cinselligi, yer yer yine bastirilmis ürkekligi nefis vermis. Arkadas ortamlarinda da geyigi hep yapilir " Adam ne ot cekiyor arkadas" diye Erkan Can icin; ama hakikaten de müthis. Kafasi güzelken, sigaraya gösterdigi o spontan özen beni cok etkilemistir mesela. 2 ihtimal var, ya tüttüren insanlari cok gözlemledi, ya da cekimler sirasinda gercekci olmak adina, gercekten uctular. Sanirim bu da Erkan Can`a bire bir sorulmasi gereken bir soru. Onun disinda filmde yer yer sondaj calismalari gibi bogan sahneler olsa da aslinda onlarla da Kaptan`in anilarinin canlanmasini nefis baglamis yönetmen.

Bir de Laleli`de Bir Azize`yi de izlemek lazim bu filmin ardindan. Aralarinda baglantilar var. Anlatilacak daha cok sey var daha aslinda bu filmle ilgili. Ama en sagliklisi herkesin izleyerek kendi yargilariyla cözümlemesi sanirim. Izlemeyenler muhakkak, izleyenler de bir kez daha.

17 Şubat 2009 Salı

İki Süper Film Birden

Gecen gün Benjamin Button`dan bahsederken deginmistim tatilde sinema keyfi konusuna. Blogun yazarlarindan Cicekci Svetlin hazir Bursa`dayken biz de vizyondaki güzel filmlere bir göz attik. 


Benjamin`in ardindan izledigimiz ilk film Changeling. Film bir gercek hikaye öyküsü ve 1920`lerin Los Angeles`inda geciyor. Hal böyle olunca bizim cicekci film boyunca karakterlerin yaptigi iyi kötü seyleri Los Angeles camiasinin bir ferdi olarak benimsedi ve yargiladi, agir küfürler esliginde izledim filmi kisacasi. Bir kere hikaye pek orijinal degil, en basta onu söylemek lazim. Hani gercek hikayeden alinmis filmlerde genelde mevzu biraz hikayenin orijinalligindedir, onca senaryo arasinda onu cekilir kilan özelligi yani. Bunda öyle bir sey pek yok. Anjelina Jolie filmde beklemedigim bir performans göstermis. Zaten film boyunca Svetlin`in kulagina "Anjelina`dan beklenmedik performans" diye diye bir hal oldum. Onun ötesinde filmde John Malkovich var zaten, daha ne olsun. Yalniz diger seyleri bir kenara birakirsak filmde müthis bir sanat havasi var. Yönetim nefis kotarilmis. Ben siradan bir hikayenin müthis anlatimiyim diyor kisacasi. Bu Eastwood sinema icin dogmus kesinlikle. Sanat yönetmeni de James Murakami`ymis, tanimam etmem ama onun da hakkini teslim etmek lazim. Siradan hikaye, takdir edilesi oyunculuklar, cok basarili bir yönetim.


Diger filmimiz Valkyrie. Bryan Singer`in kalbimizdeki yeri ayridir. The Usual Suspects`ten ötürü sinirsiz da kredisi var acikcasi. Yoksa Tom Cruise`un oynadigi herhangi bir film gözüyle baksam gitmeyebilirdim bile filme. Bu film de Changeling gibi bir gercek hikaye filmi. 2. Dünya Savasi sürerken, Adolf Hitler`in politikalarindan haz etmeyen bir grup Alman subayinin ona suikast düzenleyerek daha sonra soykirim ve insanlik sucu olarak kabul edilecek onursuzluklara ortak olmayislarini konu aliyor film. Konu cok iyi bir kere. Oyunculuklar ise vasat. Tom Cruise Albay Claus von Stauffenberg`i sanki epik bir tarihi filmde degilmis de bir aksiyon filmindeymis gibi canlandirmis. Yani cikar Stauuffenberg`i Mission: Impossible`a falan koy, gider. Onun disinda yönetim fena degil. Sonlara dogru epik hava iyiden iyiye kendini gösteriyor. Filmin en keyif veren yeri bu kisim sanirim, güzel olmus.


Kisacasi 2 filmimiz de bir Benjamin Button degil. Eger hala onu görmeyen varsa ilk elden ona gitsin. Changeling`i de ben baya begendim aslinda. Onu da görmek lazim. Valkyrie ise orta seviyede bir film. Digerlerini görmüsseniz bir sans verilebilir. Hepsi bir kenara bu Recep Ivedik belasini basimiza nerden cikardilarsa. Bütün sinemalarda o var istisnasiz. Vizyonu kapladi resmen. Burda Frost/Nixon bekliyoruz sesimizi duyan yok. 3 hafta olacak vizyona gireli, koca Bursa`da gösterim yok. Olacak is degil, hevesli hevesli bekliyorum.

15 Şubat 2009 Pazar

Haftanın Müzik Listesi - 23


  • Gloria Gaynor - I will Survive
  • Janis Joplin - Piece of my Heart
  • ZZ Top - Rough Boy
  • Robert Johnson - The Sky is Crying
  • Eric Clapton - Tears in Heaven
Bu hafta biraz alternatife kacip bir blues listesi hazirladim. I will Survive`i zaten herkes bilir herhalde, en olmadi Ajda Pekkan versiyonunu. Janis Joplin icin söyleyecek tek kelimem yok, mükemmel. Hala dinlemeyen varsa, ilk is derim. ZZ Top da iyidir, hostur. Robert Johnson olmadan blues listesi olmaz elbet. Eric Clapton da keza. Öyle aman aman blues dinlemem, yalniz arada bir göz atmak iyidir. O kadar yildir müzigi tüketiyoruz. Bu cocuk da birden yürümedi ya. 

14 Şubat 2009 Cumartesi

Taksi Sürücüsü

Yiğit Özgür ' den

"Sevgililer Günü Klişedir" Klişesinin Klişesi


Sevgililer günü başlı başına klişedir. Çünkü kutlamanın yanında sevgililer gününü eleştirmek de klişenin dibidir aslında. Sevgililer gününde “kapitalizmin bilmemnesi diye hediye almamak” ve bu konuda geyik yapmak da klişedir.”Sevgililer gününü kutlamayan ilişkiler daha uzun sürüyormuş” veya “Sevgililer gününe sevgilisiz girmek daha iyidir” gibi yorum yapmak ,yapanı desteklemek ya da eleştirmek, ya da sevgililer günüyle ilgili bir haber görünce hemen geçmek, hediye almak,sürpriz yapmak, fizandan gelmek,fizana gitmek, hiç gitmemek,habersizmiş gibi davranmak,habersiz olmak,unutmak,hatırlamak…. Hepsi ama hepsi klişedir. Yani bugün ne yaparsan yap aynı kefedesin.Bugün dışarı çıkmasan da, çılgınlar gibi partilere gitsen de, sevgilinle lüks bir restoranda kazıklansan da, bize her gün sevgililer günü deyip hediye almasan da,alsan da aynı doğrultudasın.Vektörünün yönünü belirleyebiliyorsun sadece.Yazının sonunda sevgililer gününü kutlasam mı ,yoksa eleştirsem mi, krizden mi dem vursam, ya da all-star dan mı bahsetsem bilemedim.Geçsin gitsin işimize bakalım demekle yetineyim bari…

13 Şubat 2009 Cuma

One Pair of Shoes to Rule Them All


Bunu giyen kadin tarikat kursa, müridi olurum. Nefis bir vintage, üstelik deri. Ucuza da gidiyormus.

Link Vintage Biscuit`ten. Oradaki süper seylerden sadece biri.

12 Şubat 2009 Perşembe

Reklam Kuşağı #3

The most exciting photography show...

Seçim 2009 # 1


Yerel seçimler malumunuz üzere 29 Mart'ta yapılacak.Yerel seçimler hem nitelik hem de netice olarak genel seçimlerden çok farklılık gösterebilirler.Parti desteği mutlaka önemli olsa da, adayların parti üstü konumlarının da etkisi epey fazla .Mesela memleketim olan Kütahya buna örnek olabilir.En AKP karşıtı insanlar bile çalışmalarından dolayı AKP nin adayı şimdiki başkan Mustafa İça'ya oy atmayı düşünüyorlar.İşte bu parti dışı konumları bazen de aleyhte çalışabiliyor.

Nitekim dün gece Abbas Güçlü ile Genç Bakış programı Bilkent Üniversitesi'ndeydi ve konuk da CHP'nin Ankara BB Başkanlığı adayı Murat Karayalçın'dı.Karayalçın bildiğiniz üzere 89-93 yılları arasında da Ankara BB Başkanlığı yapmıştır.Sonra SHP nin genel başkanı olup hükümete girmiş,Dış İşleri Bakanlığı ve Başbakan yardımcılığı yapmış, ardından SHP ile CHP nin birleşmesiyle parti başkanlığından istifa edip 1999 daki CHP genel başkanlığına adaylığını koymuştur.Bu seçimleri kazanamayınca da partiden istifa edip Sosyaldemokrat Halk partisi adında yeni bir parti kurmuştur.İşte dün Karayalçın'ı en çok sıkıştıran sorular da o döneminde yapmış olduğu icraatlardan geldi.2004 seçimlerinde SHP ÖDP EMEP SDP ÖP ve DEHAP 'ın katılımıyla oluşan "Demokratik Güç Birliği" Karayalçın'ın önündeki en büyük problem denebilir.Gerçi bu oluşumun öncesinde de bazı DEHAP'lı (o zamanki adı HEP de olabilir) milletvekilleri SHP listelerinden meclise girmişlerdi.(bkz. Sırrı Sakık) Bunların en önemlisi ve de dün bir öğrencinin Karayalçın'ı sıkıştırdığı gibi Karayalçın'ı en fazla sıkıntıya düşürecek olanı ise meclise sözde PKK bayraklarıyla giren,bildiği yabancı dile Türkçe yazan Leyla Zana'dır.2004 teki oluşuma gelirsek Karayalçın ısrarla ben o oluşuma ulusal birliği korumak amaçlı katıldım dese de Diyarbakır BB Başkanı Osman Baydemir'le beraber yapmış oldukları Diyarbakır mitingi Karayalçın'ı zor durumda bırakıyor.O mitingde açılan Apo posterlerinin,sözde PKK bayraklarının önünde, TRT Şeş'in açılmasından sonra "Bu toprakların dilini kabul ettiler,yakında adını da kabul edecekler" diyen Osman Baydemir ile elele ne kadar ulusal birlik mesajı verebilirsin!, tartışılır.(bkz : youtube)


Ayrıca Deniz Baykal'la aralarının CHP Genel Başkanlığı seçimlerinden beri kötü olduğu da malum.Sonuçta hem Karayalçın'ın hem de Baykal'ın birbirleri hakkında çok sert iddiaları ve açıklamaları vardı zamanında.Dün gece de bir öğrencinin "Deniz Baykal 2004 'te sizin listeleriniz için 'İmralı'dan geliyor' demişti. Buna ne diyeceksiniz?" sorusuna Demirelvari bir şekilde "Siyasette zamanın şartlarına göre farklı açıklamalar yapılabiliyor" gibi bir "Dün dündür, bugün bugündür" anlayışıyla geçiştirmeye çalıştı.Şimdi yapmış oldukları birlik de açıkçası epey samimiyetsiz geliyor bu açıklamalardan sonra. Konunun bu çerçevede kilitlenmesi de , doğal olarak kısır bir tartışmaya yol açtı,Gerçekten somut bir şeyler öğrenmek isteyen öğrenciler yerine daha çok birbirlerine laf yetiştirmeye çalışan bir kalabalık görünce soğudum ve bunaldım izlerken.



Elle tutulur 3 projesinden bahsedebildi Karayalçın.Birincisi Metro yu bitireceğini ve 4 farklı metro hattı olacağını söyledi.Bunun için hesaplamalarıma göre 2 milyar dolar gerekiyor diye de ekledi. (Melih Gökçek'in metro konusunda gerçeklik payı bulunabilecek tehditler 'i için tıklayın)
Sonra Kızılırmak suyunun pis olduğundan ve buraya üstün arıtma teknikleri içeren bir tesis kurulmasından bahsetti ve Gerede havzasındaki Işıklı barajından su getireceğini, bu projenin zaten 2003 itibariyle bitmiş olması gerektiğinden bahsetti.Son olarak da doğalgazın tekrar belediyenin eline geçmesi, kamulaştırılması, yönünde çalışmalar yapacağını söyledi. Geçmiş dönemindeki başkanlığı sırasında başlatmış olduğu metro ve başkanlığından önce başlatmış(Konutkent başkanı olarak) ve gerçekleştirmiş olduğu Batıkent konutları projelerini savundu ve “geçmişte yaptıklarımız geleceğimizin teminatıdır” a getirmek istedi.Fakat bunu her denediğinde karşısına DEHAP ittifakıyla çıktılar.Genel olarak Bilkentli öğrencilerin büyük desteğine rağmen, dün gece bence bu konuda sınıfta kaldı Karayalçın ve geçiştirmek zorunda kaldı. Kendisi bu oluşumda iyi niyetli de olabilir.Fakat bunu halkın çoğu kesimine açıklayamayacak ve eğer kazanamazsa en büyük neden de DEHAP'la yapmış olduğu ittifak olacaktır. Ankara'da ortam sıcak.Karayalçın'ın kaybettiği seçimdeki gibi (orada Melih Gökçek sadece 6500 oy farkla kazanmıştı) çok küçük farklar neticeyi belirleyebilir

Dip not olarak : Abbas Güçlü yakında sabahları kadın programı sunarsa şaşmayın.İnsanlar saçma sapan mikrofon kavgası yaparken adam resmen körükçü gibi davranıyor ve beğenmediğini geçiştirmeye çalışıyor.Haydi Abbas, vakit tamam.

10 Şubat 2009 Salı

Benjamin Button Olmak


Malum geride biraktigimiz 2 hafta güzel filmler girdi gösterime. O hususta her hafta Murat Ersahin`i okuyoruz Tersninja`da zaten. Hal böyle olunca; tatile de yeni girmis biri olarak, sinemaya vermeye karar verdik kendimizi, Svetlin ile birlikte. Her neyse, merakla beklenen The Curious Case of Benjamin Button ile actik sezonu.

Acikcasi filme cok büyük beklentilerle gitmedim. Hatta Svetlin cok hevesli olmasa Changeling ile acabilirdim sezonu gayet.  David Fincher hayrani degilim (ya da degildim).  Söyle ki; Seven`i tüm zamanlarin en overrated (malesef tam olarak yerini tutacak kelime yok Türkce`de) filmlerinden biri olarak görürüm. Benzer bicimde, Fight Club`in da büyük bir hayrani oldugum söylenemez. Yine de 13 daldaki Oscar adayligi ister istemez bir heves bir merak hissi olusturuyor.

Hikayesinin özgünlügüyle, filmin maca 1-0 önde basladigini söylemek lazim. Eric Roth Forrest Gump ile rüstünü ispatlamis bir adamdi zaten. Oyunculuklar da gayet yerinde. Pitt zaten sinemanin David Beckham`i gibidir, yakisikliligi ve popülerliginin gölgesinde kaliyor yaptigi isler hep. Benjamin Button`in ic dünyasinda yasadigi karmasayi nefis vermis. Cate Blanchett de begendigim oyunculardan, yine Tilda Swinton keza. Zaten onu filmde görünce bir sasirdim, filmde kimlerin oynadigina iyiden iyiye bakmamistim daha önce. Hikaye acele edilmeden, yavas yavas ama izleyiciyi de sikmayacak bicimde, yani tam dozunda islenmis. Icinde bir filmi iyi bir filmden yillara meydan okuyacak film kategorisine tasiyacak güzel saptamalar, metaforlar, filmdeki karakterlerin durumlarindan yola cikarak hayat üzerine göndermeler var. Bütünüyle kaliteli bir sanat eseri oldugunu hissettiriyor film. David Fincher`dan usta isi bir film kisacasi.

Eger henüz görmemis olanlariniz varsa, birkac saati ayirmaya fazlasiyla deger diyebilirim.

9 Şubat 2009 Pazartesi

Haftanın Filmine Kısa Bir Bakış - 22

Yönetmeninin adına baktığımızda “David Lynch” ismini görsek de Fil Adam herhangi bir David Lynch filminden tamamen farklı bir sınıftadır. Gerçek bir öyküden esinlelenilen filmde genetik bir problem nedeniyle kafasında ve vücudunda bazı sorunlarla doğan ve kafası normalden çok büyük olduğu için Fil Adam sıfatıyla sirklerde ucube olarak gösterilen John Merrick’in yaşamı anlatılmaktadır. Filmi izlerken insan ırkının ne kadar basit,aşağılık ve iki yüzlü olduğuna bir kez daha tanık olacaksınız.Açıkçası filmden sonra Fil Adam’ın “I’m not an elephant,I am not an animal, I am a human-being” sözleri uzun süre kulaklarımda çınladı.John Hurt (John Merrick) ve Antonhy Hopkins( Dr. Frederick Treves) de üst düzey performanslarıyla filmi çok daha çarpıcı bir hale getirmişler.Antonhy Hopkins’i de siyah saçlı görmek epey ilginçti.(Bkz. Bazı insanların her zaman yaşlıymış gibi algılanması Örn.Morgan Freeman ) 8 dalda Oscar’a aday gösterilen film 1980 yapımı. David Lynch ‘in tarzının dışında olması onun yönetmenlik yeteneklerini kullanamamasını gerektirmiyor tabi ki.Oldukça başarılı çekimlere rağmen En İyi Yönetmeni Robert Redford’a kaptırmış.Fil Adam için “insanlıktan uzaklaştığımızı hissettiğimiz anlarda açıp tekrar tekrar izlenmesi gereken ibret verici bir film” diyerek filmi şiddetle tavsiye ederim.

8 Şubat 2009 Pazar

Haftanın Müzik Listesi - 22 / Cem Karaca


  • Şeyh Bedrettin Destanı
  • 33 Kurşun
  • Deniz Üstü Köpürür
  • Kendim Ettim Kendim Buldum
  • Resimdeki Gözyaşları
Gecen hafta rahmetli Baris Manco`nun anisina bir liste yapmistik. Malumunuz bugün de Türkiye`nin en büyük müzisyenlerinden Cem Karaca`nin ölümünün 5. yil dönümü. O vesileyle bu hafta da listeyi onun sarkilarindan olusturmak istedim. Cem Karaca Türkiye`de rock müzigin en önemli figürlerinden biri hakikaten. Bu ülkede, müzikal anlamda dönemini global acidan yakalamayi basarmis ender insanlardandir Karaca. 80`lerin bu ülkeye 90`larda geldigini düsünürsek ne kadar önemli is yaptigi daha acik secik ortaya cikiyor sanirim. Haa, birilerinden etkilenmis midir? Sahsi izlenmilerime göre etkilenmistir, fikrime göre en cok da Deep Purple`dan; fakat bu tarzi buraya tasiyip Anadolu ezgileriyle nefis bütünlestirmistir. Hic unutulmayacak isler birakmistir arkasinda, huzur icinde yatsin.

Back in Black


Birkac gündür epey aksattik buralari. Herkes is güc pesinde kosuyor bu ara zannederim. Ben de agir bir 1 aylik final dönemini bu cuma itibariyle yeni geride biraktim. O sebeple; birakin yazi yazmayi, bazi günler internetin basina bile gecemedim. Nihayet bitirdik. 2 yil sonra bütsüz bir dönemi tamamladim gibi duruyor. Kolay olmadi elbet, cok kan döküldü. Evet onlarin hepsi bir dönemlik derslerimin notlari, üstelik neredeyse yarisi. Elbet sinav dönemi yazacak cok sey geldi aklima, hepsini not ettim. Bu yariyil tatilinde İ. Melih gibi tek tek patlaticam bombalari. Sedürtle paslastigimiz top 10 projelerimiz de hali hazirda üzerinde calisilir durumdalar. Kisacasi yarindan tezi yok eski güncellenme hizimiza kavusuruz. Hadi bakalim.

Not: Baslik düsünürken aniden aklima geldi, harici hard disci üsenmeden fise taktirdi, ne sarki be.

4 Şubat 2009 Çarşamba

Öğrenci Evi Manifestosu


Bu pek değerli manifestoyu öğrenci evine misafir olarak giden ve de gidecek olan arkadaşlar için hazırladım. Lütfen okuyun güzelce anlayın ve bu kurallara daha sonra gittiğiniz öğrenci evlerinde uyunuz sevgili arkadaşlar. Özellikle yurtta kalan arkadaşlara sesleniyorum bak. Sizi tek tek tespit ettim.

1- Öğrenci evi manifestosunun birinci kuralı; misafirliğe gidilen evin temizlik derecesi hakkında konuşmamaktır.

2- Öğrenci evi manifestosunun ikinci kuralı tekrar ediyorum bak; evin temizlik derecesi hakkında asla konuşmamaktır. Ev temiz olmayabilir. Sakın "ev ne kadar pis?" "bi silin şurları" "yaşanır mı ya burada" falan gibi cümleler kurmayın. Orası kirli kalmışsa mutlaka mantıklı bir açıklaması vardır. Özellikle kızlar size söylüyorum bak. Annenizin evi mi len burası.

3- Yemek hazırlanırken yardım edilcek birşey varsa yardım edin ama bu seçenek opsiyonel. Asıl yapılması şart olan yemek bittikten sonra ortalığın toplanmasına yardım etmek ve tabak çanağı şöyle bi sudan geçirip yıkanmaya hazır konumda bırakmaktır. Yemek bitince camış gibi çekyata uzanıp sigara yakmayın hemen.

3'e ek madde: Bulaşığı yıkarsanız çok sevaba girersiniz bak. Ama bu seçenek de opsiyonel tabi.

4- Eve giderken şöyle yanınızda içecek bir şeyler ya da abur cubur götürmeniz de çok makbule geçecektir. Sevinsin garibanlar.

5- Coşkulu bir gecenin ardından sağa sola kusmuş iseniz kusmuğunuzu kendiniz temizlemek zorundasınızdır. Ev sahibinden en ufak bi yardım beklenmemelidir. Mümkün olduğunca kısa sürede kusmuk temizlenmelidir. Herkes kendi kusmuğundan sorumludur.

6- Yatacak yerinizi kendiniz hazırlarsınız. Ev sahibi sadece yer gösterir. "abi sen şurda yatarsın, yastık yorgan da şurada" şeklinde bir beyanat ev sahibinin tüm görevini yerine getirdiğinin göstergesidir. Sağda solda "gittik adama misafirliğe hiç ilgilenmedi bizimle" şeklinde beyanatlar verilmemelidir.

7- Evden ayrılırken ise "atılacak çöp var mı" diye sorulmalı, varsa atılmalıdır. Eliniz aşınmaz ya.

Dipnot: gözden kaçırdığım kural varsa lütfen ekleyiniz, çekinmeyiniz.

Daha bi dipnot: Buradan sevgili ve bir o kadar dingil mynet haber yöneticilerine sesleniyorum. Sağda solda işte öğrenci evlerinin gerçek halleri başlıklı, bazı bir kaç istisnai öğrencilerin çektiği sefil, pis, rezil görüntü tandanslı fotoğraflar yayımlayarak prim yapmaya çalışıyor bu işten ekmek yiyorsunuz. Hiç mi utanma yok sizde densiz adamlar, canımız çıkıyor ev bulucaz diye ondan sonra. Öğrencinin sırtından ekmek yinir mi lan, vicdansızlar.  Sayın ev sahipleri bunlar münferit olaylardır. Çirkin oyunlara gelmeyiniz.

2 Şubat 2009 Pazartesi

Haftanın Filmine Kısa Bir Bakış - 21


Bu film çıktığında 9-10 yaşlarındaydım. İnanılmaz ses getirmişti film. Biz de kuzenim ve kardeşimle bu filme gidebilmek için anne ve babalarımızdan izin istemiş, lakin "o film size göre değil" cevabıyla karşılaşıp gidemememiştik. Bu laf nasıl bilinç altıma işlediyse artık geçen haftaya kadar izlemedim filmi. Lakin geçen hafta izlediğimde ise "nasıl bu zamana kadar izlemedim bu filmi" dedim.

1997 yapımı bir Mustafa Altıoklar filmi Ağır Roman. Metin Kaçan'ın romanından uyarlanmış bir film. Başrollerde Okan Bayülgen, Müjde Ar ve Mustafa Uğurlu var. Film bir roman mahallesinde -kolera mahallesi- geçen olayları konu alıyor. Mahallenin delikanlıları ile mahalleye sonradan gelen "Reis ve adamları"nın mücadelesi işleniyor filmde. Ve tabi ki aşk da var. Filmin esas karakteri ise Okan Bayülgen'in canlandırdığı "Salih" karakteri. Okan Bayülgen gerçekten inanılmaz oynamış bu karakteri. Keşke daha çok filmde oynasa dedirtti bana. Gerek Salih'in o toy hallerini gerekse mahalle delikanlısı hallerini öylesine oynamış ki... Bir de diğer bir çok üst düzey oyunculuk ise Mustafa Uğurlu'nun canlandırdığı "Reis" karakteri. Gerçekten şapka çıkarılacak performanslar.

Film bana kalırsa Türk sinemasının en ağır dramalarından birisi. Hatta neden bilmiyorum ama bende bir "requiem for a dream" etkisi yarattı. Filmin ilk yarısındaki yükseliş, ikinci yarıda sert bir şekilde dibe vuruş. Film bittiğinde ben de çökmüş ve bitmiş durumdaydım gerçekten. Mustafa Altıoklar gibi bir adam böyle bir filmi nasıl çekmiş diye önce şaşırıyor sonra kendisini tebrik ediyoruz.

1 Şubat 2009 Pazar

Haftanın Müzik Listesi - 21 / Barış Manço

Malumunuz bugün Barış Abi'mizi kaybedeli tam 10 yıl oluyor. Ben de bu yüzden Barış Abi'den bir liste oluşturmak istedim bu hafta. Hem şarkılarını hem de kendisini anmış olalım bu vesileyle diye. En sevdiğim 5 Barış Manço şarkısından oluşan bir liste hazırladım, afiyet olsun. Barış Manço Abi'mizin de toprağı bol olsun, nur içinde yatsın tekrar.

  • Unutamadım
  • Gül Pembe
  • Kol Düğmeleri
  • Can Bedenden Çıkmayınca
  • Dönence