30 Nisan 2009 Perşembe
Bir Zamanlar 1 Mayıs
Haftanın Müzik Listesi - 32
- Oi Va Voi - Yesterday's Mistakes
- Keane - Bedshaped
- Mark Knopfler - Punish the Monkey
- Gogol Bordello - Start Wearing Purple
- Foo Fighters - Best of You
Aboneyim Abone
Nuri Bilge Ceylan Cannes'da yerini yapmış dostlar. Adeta abone olmuş durumda. Ya ödül alıyor ya ödül veriyor, boşu yok. Şaka bir kenara Fatih Akın ve Orhan Pamuk'un ardından Cannes Film Festivali'nde jüri üyeliği yapacak 3. Türk oldu Ceylan. Aslında hem yarışma filmleri hem de jüri açıklanalı 1 hafta kadar oldu; fakat şu sıralar değil bir şeyler yazmak interneti bile pek kullanamadığımdan epey geriden geliyoruz. Yavaştan toparlarız. Neyse, bu yıl yarışacak filmlere bakınca özellikle Avrupalıların sayıca ağır üstünlüğü ortada. Avrupalılar arasında Almodovar, Bellocchio, Loach, Resnais, Haneke, Campion, Trier gibi tanınmış yönetmenler var. Asyalılar arasındaki en dikkat çekici isimse Oldboy ile hem gönüllerin sultanı olmuş hem de 2004'te jüri özel ödülünü kazanmış Chan Wook Park. O da son filmi Thirst ile adaylar arasında. O yılın jüri başkanı ve Park'ın Old Boy ile ödülü almasında ısrarcı tavrı ile önemli yeri olan Quentin Tarantino ise Inglourious Basterds ile bu kez Park'ın rakibi. 2006'da Brokeback Mountain ile oscarı kucaklamış Ang Lee de adaylar arasında. Neyse uzatmadan bu yıl Altın Palmiye için yarışacak adayların listesi şöyle:
Fish Tank, Andrea Arnold (Britanya)
A Prophet, Jacques Audiard (France)
To Conquer, Marco Bellocchio (İtalya)
Bright Star, Jane Campion (Yeni Zelanda)
Map of the Sounds of Tokyo, Isabel Coixet (İspanya)
In the Beginning, Xavier Giannoli (Fransa)
The White Ribbon, Michael Haneke (Avusturya)
Taking Woodstock, Ang Lee (Tayvan)
Looking for Eric, Ken Loach (Britanya)
Spring Fever, Lou Ye (Çin)
Kinatay, Brillante Mendoza (Filipinler)
Enter the Void, Gaspar Noe (Fransa)
Thirst, Park Chan-wook (Güney Kore)
Wild Grasses, Alain Resnais (Fransa)
The Time That Remains, Elia Süleyman (Filistin)
Inglourious Basterds, Quentin Tarantino (ABD)
Vengeance, Johnnie To (Hong Kong)
Face, Tsai Ming-Liang (Malezya)
Antichrist, Lars von Trier (Danimarka)
27 Nisan 2009 Pazartesi
NBA Playoffs 2009
26 Nisan 2009 Pazar
Güle Güle Geocities
Ne günlerdi. İlk bilgisayarım eve geldiği gün Dünya tamamen değişmiş zannetmiştim. Eğer o zamanlar küresel ısınmanın ve küreselleşmenin ne demek olduğunu bilseydim onların bile bittiğini , insanların artık el ele tutuşup kırlarda barış şarkıları söylediğini sanırdım. Yıl 1998 idi. Gelen Beko Bilgisayarı heyecanla açtık bilgisayarcıyla.O bir şeyler anlattı şöyle yap böyle yap gibisinden ama dinleyen kim. O zamanın parasıyla çok yüklü miktarda nakdi gömmüşlerdi annemle babam bu bilgisayar için. Fakat benim için bunun da hiç önemi yoktu.Zira nispeten rahat bir çocukluk geçirmiştim ve paranın nasıl kazanıldığı hakkında hiç bir fikrim yoktu. Benim için o anda en önemli ve tek gerçek şey 2 hafta önce bir arkadaşımda görmüş olduğum FIFA 99 u alıp oynamaktı. O zamanlar internetin varlığından bile haberim yoktu.Var deseler bile tahayyül bile edemezdim o çocuk aklımla. Fakat babamlar başvurmuşlardı bile Superonline a. İnternetin nelere kadir olduğunu yavaş yavaş çözmeye başlıyordum artık.Daha google bile yeni kurulmuştu. İşte o zamanlar en çok duyduğum adreslerden biri Yahoo diğeri de Geocities idi. O zamanlar tam olarak işlevini kavrayamamıştım fakat girip" Game" e falan bastım mıydı oyun falan çıkartıyordu.İyi bir şey olmalıydı. Çok sonra Yahoo Geocities i almış dediler. Bugün okuduğuma göre o tarih 2001 imiş. Tam 3.6 milyar dolar saymış Yahoo Geocities için. Yine bugün okuduğum bir haber diyor ki Yahoo Geocities i kapatıyor. İlk kişisel web alanı sağlayıcısı olan Geocities gelişen blog dünyasına ayak uyduramadı ve kapanıyor. Yani Google yine yaptı yapacağını. (Zaten şu yahoo ne çektiyse google dan çekti ya ,neyse) Ama etme bulma dünyası.Gün olur Blogger'ı da Google 'ı da birileri kapanmaya zorlar belki.
Geocities ile hiç bir zaman doğru dürüst bir yakınlaşmam olmadı dediğim gibi. Fakat insan yine de hüzünleniyor, sanki çocukluğunda top oynadığın arsaya apartman dikilmiş gibi hissediyor kendini.Ne diyelim hayırlısı olsun.Huzur içinde yat geocities bu internet çöplüğünde.
23 Nisan 2009 Perşembe
Mr. Mojo Risin
Fotoğraf The Doors'un 9 Aralık 1967'de New Haven Arena'da verdiği konserden. Bu Jim Morrison'ın ne ilk ne de son tutuklanışı olsa da, bir müzisyenin sahnede tutuklanması açısından bir ilktir. Daha sonrasında herhangi birinin başına benzeri bir vaka gelip gelmediği konusunda ise bir bilgim yok. Hikayesine gelince;
Kadınlara ve zevkine çokça düşkün olduğu yedi düvel tarafından bilinen Jim Morrison, konser öncesinde soyunma odasında bir kızla tanışır. İşler biraz ilerler. Jim'in deyişine göre kızla henüz sadece konuşurlarken bir polis içeri girer ve ayrılmalarını söyler. Jim de grubun üyesi olduğunu ve basıp gitmesini buyurur polise. Biraz itiş kakışın ardından polis Morrison'ı coplar ve tutuklamak ister; ancak kalabalığı verebileceği tepkiden çekinir. Daha sonra grubun diğer elemanları gelir ve Jim'in grubun lideri olduğunu anlatırlar. Polis de özür dileyerek orayı terk der. Konserin son şarkısını söylerken Morrison kalabalığa konser öncesi yaşananlardan bahseder. Bunun üzerine polisler sahneye çıkar ve müzik tarihinde bir ilk olacak şekilde Morrison'ı fotoğrafta da görüldüğü gibi sahneden indirir, tutuklamaya direnmek ve ahlakı bozmaktan alıkoyarlar. Ertesi gün suçlamalar düşer ve Morrison serbest kalır.
23 Nisan'lar Artık 'Bayram' Olsun
22 Nisan 2009 Çarşamba
Haftanın Müzik Listesi - 31
- Janis Joplin - Mercedes Benz
- Emerson&Lake and Pulmer - Lucky Man
- Yavuz Çetin - Cherokee
- The Doors - Break on Through
- Johnny Cash - Ring of Fire
21 Nisan 2009 Salı
Festivalden Notlar-5
20 Nisan 2009 Pazartesi
Teknolojiye Tepkiliyim
Festivalden Notlar-4
17 Nisan 2009 Cuma
D'argent, D'argent, Beaucoup D'argent*
15 Nisan 2009 Çarşamba
Haftanın Müzik Listesi - 30
- Elvis Presley - You Will Never Walk Alone
- Travis - Selfish Jean
- Lynyrd Skynrd - Tuesday's Gone
- The Beatles - While My Guitar Gently Weeps
- Placebo - Protege Moi
12 Nisan 2009 Pazar
Google'a Kapatma Talebi
"Atatürkçü düşünceyi benimsemiş kişiler" dendiği zaman normal şartlar altında aklıma yenilikçi, modern, çağdaş, okuyan, araştıran insanlar gelmesi gerekir. Ama bazılarını hatta çoğunu görünce ürküyorum gördüğüm manzaradan. Bugün gazetede okuduğum bir haber iyice perçinledi bu hislerimi. Atatürkçü Düşünce Derneği oturmuş girmiş Google'a. Yazmışlar "Kemalizm'in karın ağrısı" diye. Üst sıralarda çıkan sitelerde bir de ne görsünler!! Atatürk'e hakaret içerikli siteler. O zaman müthiş akıl yürütmelerin ve estirilen beyin fırtınalarının akabinde demişler ki "bu böyle olmucak arkadaş biz küçük sitelerle uğraşacağımıza Google'ı kapatalım bitsin gitsin". An itibariyle Google'ı kapatma talebinde bulunulmuş durumda. Talep kabul edilir mi edilir burası Türkiye. Görmedik değil daha önce böyle şeyler. Ama bence Atatürkçü Düşünce Derneği yanlış yapıyorsunuz. Siz internetin kapatılması için başvurun direkt. MSN'de falan mazallah hakaret etseler Atatürk'e sorarım size nasıl göreceksiniz onu? Benzer bi sebepten GSM operatörlerinin de kapatılması talebi de bence Atatürk'ün büyük bir insan olduğunu göstermek için oldukça hayırlı bir girişim olacaktır. SMS'le falan yazmasınlar "Kemalizm'in karın ağrısı" diye.
11 Nisan 2009 Cumartesi
Junko
Yaz sezonu kapıda. Ben genel anlamda çok beğenmesem de artık rahatlığından mıdır nedir, kadınların yazın en çok tercih ettiği modellerden biri babetler. Yine de her üründe olduğu gibi babetlerde de şık modeller var. Aldo Junko da onlardan biri. Farklı bir model. Aldo da zaten farklı isteklere yönelik ürettiği modellerle ön plana çıkan bir firma. Geçen yılın ürünü olan Junko'yu rahatlığı ve çok yönlü kullanılabilirliğiyle tanıtmış Aldo. İstiklal Caddesi'ndeki mağazlarını yakın zamanda kapatmış olsalar da Ankara ve İstanbul'da hali hazırda mağazaları bulunuyor. Klasik tercih edenler için aranan kan. Kadın olsam havada kapardım, ekose bir kere.
10 Nisan 2009 Cuma
Festivalden Notlar-3
Salı Günü'nünden sonra Çarşamba'yı boş geçtim. 1 gün aranın üardından da Perşembe 11 seansında Atlas'ta Nord'u izledim. Daha önce Berlin Film Festival'inde gösterilen film, izleyicilerden büyük ilgi görmüş. Bu ilginin neticesinde de 20 kadar ülkeye şimdiden pazarlanmış durumda. Gösterime gireceği festivaller arasında Robert De Niro'nun başı çektiği New York'taki Tribeca Film Festivali de var. Norveç Yapımı film, yönetmeni Rune Denstad Langlo'nun ilk uzun metraj işi. Aslına bakarsanız çok da uzamamış, 78 dakika film. Başrolde de Norveç'in en başarılı aktörlerinden biri, Anders Baasmo Christiansen var.
Borçlu Doğanlar
Ben borçlu doğdum. Hem de çok kutsal(!) bir borçla. Aynı zamanda öyle bir borç ki ülkemde her iki insandan birisi sırtında bu borçla doğuyor. Bu borca sahip olmak için gereken şey ise bir adet penis. Adını vatan borcu koymuşlar.
Hayatımın birkaç ayını adam adam öldürme ve savaş sanatını öğrenerek geçireceğim. Aynı zamanda emir almayı, emre koşulsuz itaati öğreneceğim. Üstelik statü olarak da benden altta olan birinden emir alacağım. Gündüzleri koşacağım, atış talimi yapacağım, sürüneceğim. Geceleri kalkıp nöbet tutacağım. Herhangi bir şekilde saçımı sakalımı da uzatamayacağım tabi ki. Emir öyle çünkü. Her erkek bunu yapacak elbet bir gün.
Şimdi bu vatan borcu denilen şeyi anlamıyorum ben bir türlü. Ülkemde yaşamamın bedeli olarak sürekli vergi veriyorum zaten. Hatta sigara falan da içiyorum inanılmaz vergiler veriyorum ben öyle böyle değil. Böylesine vergi ödediğim bir memlekette, ödediğim vergilerden en büyük payı alan kurumun askeriye olduğu bir memlekette gidip bir de zorunlu olarak askerlik yapmak aklıma bir türlü yatmıyor. Ha diyelim eşek yüküyle verdiğim vergiler karşılamıyor benim penisimin sebep olduğu bu borcu. Desinler ki kamu hizmeti yap ama o da yok. Bu borcu ödeyebilmemin tek yolu komuta altına girip insan öldürmenin temel bilgilerini almak.
Hepimiz sen de askersin sen de mehmetsin diye yetiştirildik. Hepimize önce nasıl savaşçı ve kahraman bir millet olduğumuz anlatıldı. Kazandığımız savaşları saatlerce dinledik, uyguladığımız yanlış politikaları, verdiğimiz yanlış kararları ise dış mihraklara bağlayıp oldukça kısa süren dakikalar içinde geçtik. Almanya yenilince yenildik, ülke içinde ayaklanma olunca kışkırtma dedik üzüldük. Ama her tarih bilgisinin alt metni aynıydı. Sen de askersin sen de mehmetsin.
Ben asker değilim. Bu ülkeye olan borcumu da silah kullanmayı öğrenerek ödemek istemiyorum. Askeriye gayet profesyonel ve maaşlı askerler yetiştirebilir. Tamamen meslekleri bu olan. Vergiyi bunun için veriyoruz neticede. Vatan borcu denen bir şey varsa da bu tüm ülke vatandaşlarından -sadece penisi olanlardan değil- kamu hizmeti olarak alınabilir gayet. Herkes kendi eğitimini aldığı işte ülkesine çok daha iyi hizmet verebilir varsa eğer bir borcu bunu çok daha işe yarar bir biçimde ödeyebilir.
Bir dipnot: işine gelmeyen noktalarda beliren, kadın erkek eşitliği diyen feminist arkadaşlarıma sesleniyorum buradan. Azıcık da “neden bizim vatan borcumuz yok? Hani eşitlik?” deseniz mesela? Alsanız şu yükü sırtımızdan, hafifletseniz biraz? Orta sahada sıkışmış oyunu kanatlara açsanız? Ne dersiniz hoş olmaz mı?
9 Nisan 2009 Perşembe
Haftanın Müzik Listesi - 29
- Blackmore's Night - Fires at Midnight
- King Crimson - Epitaph
- Chris Garneu - Back & Blue
- Duman - Helal Olsun
- Müslüm Gürses - Tutamıyorum Zamanı
8 Nisan 2009 Çarşamba
Festivalden Notlar-2
Pazar gününün ardından Pazartesiyi boş geçtiğim festivale, Salı günü 2 filmle devam ettim. 11 seansında Yeni Rüya'da Fin yapımı Üç Bilge Adam'ı izledim. Finlandiya'da bir Noel gecesinde geçen film erkekler üzerine çarpıcı bir hikaye. Henüz birkaç saat içinde birbirinden travmatik olaylar yaşamış çok eski 3 arkadaşın yolları tesadüf eseri kesişir. Bu Noel'de yapacak daha iyi bir şeyi ya da Noel'i birlikte geçirecek kimseleri olmayan bu 3 eski arkadaş birbirlerine sığınırlar ve bir karaoke barına zoraki de olsa girerler. Gece boyunca burada birçok olay yaşanır. Etkileyici bir konusu olan film epey de sarsıcı. Film daha açılış sahnesinde insanı etkilemeye başlıyor ve kahramanlarımızın travmalarına bir bir şahit oluyoruz. Birbirlerini bulmalarından sonra barda geçen bölümde ise yaşamlarında birer yol ayrımına gelmiş karakterlerimiz yaşadıkları ve hayattan çıkardıkları üzerine yaptıkları konuşmalarda etkileyici bir bölüm sunuyorlar. Bu esnada sırasıyla bomboş barda sahneye çıkıp karaoke yapmaları ise filme ayrıca tat veren unsurlardan. Bu sahnelerden birinde süpriz biçimde bara giren kadını oynayan Irina Björklund ise Finlandiya'nın en ünlü aktrislerinden. Sahne gereği bara beklenmedik bir kadın girmesine şaşıran oyuncular çekimler sırasında gerçekten şaşırmışlar çünkü yönetmen dışında kimsenin Irina'nın filmde rol alacağından haberi yokmuş. Oyunculuklar gayet başarılı. Irina da ayrıca çok güzel belirtmeden geçmeyelim. Baştan sona erkeklerin hataları, başarısızlıkları ve duyguları hakkında etkileyici şeyler söyleyen film gayet başarılıydı. Filmde tek zayıf bulduğum yan ise film boyunca sarsıcı biçimde ilerleyen öykünün sonunda aynı ölçüde sarsıcı bir sona ulaşması beklentisini karşılamıyor oluşu. Yine de toplamda çok beğendiğim, iyi ki görmüşüm dediğim bir film oldu. İzlemeyenlere muhakkak tavsiye ederim.
7 Nisan 2009 Salı
Doktorum Geliyor
Bir Bünyede Müziğin Evrimi ve Ergen
Winampta güzel bir dalga var. Hangi şarkıyı kaç kere dinlediğini gösteriyor. Son günlerde en çok dinlediğim beş şarkının listesi şöyle: Dio – Don't Talk To Strangers, The Doors – The End, Katy Perry – Hot'n cold, Müslüm Gürses – Tutamıyorum Zamanı, Nil Karaibrahimgil – Seviyorum Sevmiyorum.
Heavy metalin tanrısı Dio ile Nil Karaibrahimgil'i, The Doors ile Katy Perry'i ve tüm bu insanlarla arabeskin babası Müslüm Gürses'i aynı potada nasıl eritebildiğim hakkında en ufak bir fikrim yok açıkcası. Ama "seviyorum abi." Dinlerim hepsini.
Lise yıllarında hararetli bir metalciydim ben. Hazırlık yıllarında Linkin Park'la başlayan serüvenim Metallica, Pentagram, Megadeth , Slayer ile devam etmiş idi. Hep böyle daha sert müzik arayışları içerisindeydim zira lisenin verdiği hararet beni buna teşvik ediyordu. Ben liseliydim artık büyük bir adamdım ve çok sert müzik dinlemeliydim. Beklenen oldu ve Cradle of Filth ile Marduk denen iki grubun albümlerini buldum. Oldukça sertti müzik, enstrümanlar başını almış gidiyor, vokaller bağrış çağrış, rıpıdı rıpıdı rıpıdı diye bir ritm arkada. Bildiğiniz gibi değil. Belki de biliyorsunuzdur bilmiyorum.Bir ay işkence ettim kendime. “Olm adamlar çok sağlam müzik yapıyo ehe ehe” diye dolaştım ortalarda. Bir gece ansızın canıma tak etti ve “bu ne lan, böyle müzik mi olur, anca kafa skiyolar” deyip attım albümleri. Bana kalırsa o gün benim ergenliği terk ettiğim gündü. Hep buna inanırım.
O günden sonra baya bi rahatladım. Böyle görüntü birazcık daha netleşmişti. O hararet önemli nebzede azalmıştı. Beşinci günün şafağında tepenin arkasında beliren Gandalf'ın yüzündeki özgüven, adaya geri dönmüş John Locke'un yüzündeki dingin ve sakin ifade ve Big Lebowski'nin o umarsız bakışları... Hepsi tek bir bünyede vücut bulmuş aynı potada erimişti. Bende.
Geçenlerde bir arkadaşımla rock bar'da oturuyorduk. Böyle her zamanki muhabbetler falan işte. Birbirimize gece klüplerini sevmediğimizden, cıstık cıstık müzikten hiç hazzetmediğimizden bahsediyor, diskolarda sabaha kadar dans eden insanlara anlam veremeyişimizden söz ediyorduk. Kah clubber şarkıların çok kötü olduğundan konuşuyor kah disko ışıklarının çok yorucu olduğundan dem vuruyorduk. Aynı gecenin devamında aynı kişiyle bir gece klubünde Ferhat Göçer'in “Biri Bana Gelsin” şarkısının club mix versiyonunda çılgınlar gibi dans ederken buldum kendimi. O an bir şey daha farkettim. Eğlenmek için nerede olduğunun ne yaptığının pek de önemi yoktu aslında. Asıl faktör kiminle olduğun bana kalırsa. İşte bu da post ergenlik dönemini atlattığım gündü bence(post ergenlik kavramını açıcam başka bi yazıda literatüre kazandırıcam bunu). Geçen sene haftalarca Anathema konseri için gün saydığımı konserin ise bana adeta eziyet gibi geldiğini de bilirim.
Anathema da çok garip bir grup. Grup vitaminden ya da ne bileyim Hepsi'den falan bile garip baya bence. Tanıdığım her insanın yaklaşık 1-1.5 senesine damga vurmuş sonrasında sıkılınıp bırakılmış bi grup. Hep şaşırırım bu olaya. Herkese mi oluyordur nedir?
6 Nisan 2009 Pazartesi
Toplanın Gidiyoruz
Festivalden Notlar-1
4 Nisan 2009 Cumartesi
Aziz David
Eski Spurlerden Amiral David Robinson, San Antonio tarihinde George ''The Iceman'' Georvin'den sonra Hall of Fame'e seçilen 2. oyuncu olmuş. Müthiş atletizmi, çevikliği, blok yeteneği ile akıllara kazınmış NBA tarihinin en değerli uzunlarından biri Robinson. Onun ötesinde saha dışındaki beyefendiliği ve yardımseverliğiyle her zaman örnek bir sporcu imajı çizmiştir. Lige geldiği günden -yolu da az gözlenmiş adam değildir hani - kariyerinin son maçına kadar kelimenin tam anlamıyla bir ''Franchise'' oyuncu olmuş, takımına ilk şampiyonluğunu kazandırmış ve kariyerini de yine bir şampiyonlukla noktalamıştır. Hiçbir zaman unutulmayacak bir oyuncu sözün özü.
3 Nisan 2009 Cuma
"Days Before You Came"
2 Nisan 2009 Perşembe
Bir Kutu Çikolata - 2
Bugün okulda garip bir diyaloğa şahit oldum. Sınıfımdaki iki eski sevgili öylesine konuşmaktaydılar. Kızın gözü iltihap kapmıştı. Erkek ise eski sevgili ile tekrar bişeyler olur mu ki acaba diye yol yapma çabaları içerisindeydi. Kızın gözündeki iltihaptan yola çıkarak ekmek yemeğe çalışacaktı. Ne yaptı etti muhabbeti iltihaba getirdi ve şöyle dedi: “öpeyim de geçsin”, kız şöyle bir baktı ve cevapladı: “umarım ürolog olursun da aynı lafı hastalarına söylersin”. Hayat bir kutu çikolata gibi. İçinden ne çıkacağı hiç belli olmuyor.
Haftanın Müzik Listesi - 27
- Era - Ameno
- Dio - Rainbow in the Dark
- Massive Attack - Angel
- Pain of Salvation - Undertow
- Led Zeppelin - Babe I'm Gonna Leave You