Dün koymak istediğim yazıyı tembellikten erteleyince ksp benden önce davranmış. Beşiktaş'ın şampiyonluğunu kutlamış; ama hafif de bir dokundurmuş. Ben biraz farklı düşündüğüm için ayrıca yazayım dedim. Haa hepimiz böyle ayrı ayrı post yapsak halimiz nice olurdu, en pisinden Bursasporlu Svetlin var aramızda neticede. Ksp de ben de Galatasaraylıyız; ama ben duruma pek onun gibi kör şaşı tadında bakmıyorum. Belki de onun kadar futbolla ilgili olmadığımdan. Takımımın koca sezonda sadece 1 maçını stadda izledim. En fazla 3-5 maçı da naklen izlemişimdir. Yine de topu görse bomba diye karakola götürecek adam da değilim hani. Dost meclislerinde Baresi'den Eusebio'ya bir şeyler geveleyebilirim.
31 Mayıs 2009 Pazar
Özlemişiz Bu Renkleri
Dün koymak istediğim yazıyı tembellikten erteleyince ksp benden önce davranmış. Beşiktaş'ın şampiyonluğunu kutlamış; ama hafif de bir dokundurmuş. Ben biraz farklı düşündüğüm için ayrıca yazayım dedim. Haa hepimiz böyle ayrı ayrı post yapsak halimiz nice olurdu, en pisinden Bursasporlu Svetlin var aramızda neticede. Ksp de ben de Galatasaraylıyız; ama ben duruma pek onun gibi kör şaşı tadında bakmıyorum. Belki de onun kadar futbolla ilgili olmadığımdan. Takımımın koca sezonda sadece 1 maçını stadda izledim. En fazla 3-5 maçı da naklen izlemişimdir. Yine de topu görse bomba diye karakola götürecek adam da değilim hani. Dost meclislerinde Baresi'den Eusebio'ya bir şeyler geveleyebilirim.
29 Mayıs 2009 Cuma
Paylaşmak İstedim - 9
Geçen gün pek muhterem kadim dostum Svetlin ile bir Telekom maçında da ha bir araya geldik. rakip bir önceki sene finalde karşılaştığı(mız) Fener- Ülker idi. Geçen sene seri 3-1 bitmişti biz de şanslı olarak TT nin kazandığı maçta bulunmuştuk. İşte o maç bizim için sadece bir maç değildi. Sosyal sınıf farkını gözlemlediğimiz, farklı bir habitatta ne kadar hayatta kalabileceğimiz konusunda fikir teatisinde bulunduğumuz, birbirimize zaman zaman destek olup, zaman zaman da birbirimizi (ağır) hakaretlerle eleştirdiğimiz, yıllarca anlatılacak,nesilden nesile aktarılacak 4 saatlik bir süreç, maratondu.
Öncelikle size biraz bilet sisteminden bahsedeyim. Biletler maçtan önce biletix ten satışa sunuluyor. Fakat biletler son derece az sayıda sunulduğundan bu tip Final maçlarında ulaşamadan bitiveriyor. Geriye iki seçenek kalıyor. İlki maçtan saatler(6 ila 8 saat) öncesinde salonun önüne gidip bilet kuyruğuna girmek ve (eğer) kalırsa bilet almak. İkinci seçenek ise "karaborsa". Türk Telekom'un doğal olarak genel bir taraftar kitlesi yok .Ankaralı basketbolsever de biraz seçici davranıyor. E yönetim de Ankaralı basketbolseverin keyfini bekleyecek değil ya. Zaten varolan bir taraftar kitlesine yöneliyor ki o da :Ankaragücü. Şimdi basketbol Dünya'da bir çok farklı sınıftan insanın takip ettiği,gönül verdiği bir spor olabilir.Fakat ülkemizde bu durum böyle değil.Genelde basketbol izleyicisi orta sınıf ağırlıklıdır. Varoşlarda ise tek gerçek spor futboldur. Ötesi ile ilgilenil(e)mez. Mazallah bir adam çıkıp Jimnastiğe falan gönül vermiş olsa, mahallede 5 dakikalık yol olan bakkala bile insan gibi gidemez. Türlü hakaretler ve aşağılanmalar eşliğinde geldiği bakkalda da pek hoş bir karşılama bulamaz. Hatta ticaret özgürlüğü kapsamında satıcı bu kişiye mal satmak istemediğini (ağır bir üslupla) beyan edebilir.
Peki TT yönetimi Ankaragücü taraftar kitlesini nasıl salona çekebilir : Yem atarak. Bu kitlenin başında duran amigo lakaplı adamlar genelde toplumda işsiz güçsüz diye tabir edilen asalak görünümlü kimselerdir. Halbuki işin aslı öyle değil. Bu adamların işi var : Bu. Rantçılık. TT yönetimi davetiye şeklinde bastırdığı ,hemen hemen bilet sayısının yüzde 50 sine karşılık gelen bir kısmı, her maç Ankaragücü kitlesinin belirli adamlarına maça adam getirmeleri karşılığında veriyor. Tabi bu biletlerin KDV! si bile olmadığı için fiyat konusu epey esnek. Koparabildiğine veriyor bileti.
Biz de bu final maçına ilk gittiğimizde karaborsayı bir yokladık. 10 liralık biletler kapılarını bize 30 dan açtılar. Bu olay şevkimizi kırsa da , o sırada kadim dostum Svetlin'in arkadaşının (o da bizle maça gelmişti) aklına çok parlak! bir fikir geldi :Ankaragücü taraftar kitlesinin bir neferi olmak. Şimdi yıllarca yüzüne bakmadığımız, yolda görünce yönümüzü değiştirdiğimiz, birazcık entellektüel gibi ortam yakaladığımız anda "Proletarya, Asalak" gibi sıfatlarla yaftaladığımız bu güruhun bir üyesi olma çabasına girmiştik. Her ne kadar bu adamların "eğitimsiz ve cahil" olduğu düşünülse de iş kendinden olanı tanımaya geldi mi kör olmadıkları aşikar. Ki kör olsalar bile koklayarak dahi bizim nasıl bir işin peşinde olduğumuzu anlayacak kapasitedeler.
Bizim gibi "iş peşinde" olan yüzlercesi de Ankaragücü nün hakiki taraftar kitlesinin arkasına yanına ve önüne katılarak arka kapıya yönelince büyük hayal kırıklığıyla karşılaştı. Çünkü kapılar kapalıydı. Maçın başlamasına yaklaşık 1 saat vardı ve kapılar kapalıydı. Çünkü normalde sayıları 100 ila 150 arasında değişen Ankaragüçlüler şimdi en az 500 600 e yükselmişti ve haklı olarak kapılar açılmıyordu. O esnada Svetlin'in arkadaşının aklına bir parlak! fikir daha geldi : Amigo ayarlamak. Şöyle gözüne kestirdiği bir adama gitti ve : "Böyleyken Böyle" dedi. Adam halden anlar gibi oldu ve "10 liraya sokarım" dedi. Sevindik."Tamam abi ne yapıcaz?" deyince “Siz şimdi burada bekleyin , içeri girerken ben sizi bulucam, biri sorarsa Gökhen Abi(Kesinlikle Gökhan değil) 'nin adamıyız biz deyin” dedi.Bizim gibi bekleyen yüzlercesi de galiba Namık, Hasen, Memet abilerinin adamlarıydı.
Dakikalar geçtikçe hakiki Ankaragücü taraftarlarından "Ulan normal sezonda nerdesiniz? Final maçı olunca yığılmışsınız, pez...ler" şeklinde tepkiler alınmaya başlandı. Tepkilerin şiddeti artarken hakiki Ankaragüçlülerin sayılarında gözle görünür bir azalış yaşanıyordu.Fakat bizim gibi Abi'lerin adamları sabit denebilecek boyutta idi.Bizim sınıftan bir kaç kişi öne yığılıp arada kaynamaya çalıştı.O esnada tespit edilen bir kaçı fiziksel şiddet uygulanılarak (Sırta sağlam bir tokat eşliğinde) sıradan uzaklaştırıldı. Bunun ardından bizde bir şaşkınlık ifadesi oldu.Öne yığılan bazı basketbol izleyicileri de kemerler ve atkılar eşliğinde(bkz. Kemerle Dövmek) geriye doğru itildiler. Eğer bir iki sıra önde olsaydık şu an hem bende hem de kadim dostum Svetlin de tarif edilemez kemer izleri kalmış olacaktı. Ara ara "Mavi - Beyaz Türk Telekom" "Akif, Akif ,Akif Üstündağ"(Rant sağlayan Türk Telekom yöneticisi), "P.ç, P.ç, P.ç Mirsad" şeklinde bir çok tezahürat yapsak da bir türlü Ankaragücü amigolarının kalplerine giden yolu yakalayamıyorduk.Ayrıca bizim Gökhen de ortalarda gözükmüyordu. Galiba bizim seçtiğimiz amigo tırt ve yancı bir amigoydu. Maçın başlamasına dakikalar kalmıştı ve ben daha fazla dayanamadım. Çok sevgili Svetlin' e dönerek "Ulan burada rezil olacağımıza bastırırım parayı karaborsaya, yürü lan " deyince o da ikna oldu ve öne doğru yöneldik.Svetlin'in parlak fikirli arkadaşı ise "Yok olum, ya ben burayı alırım, ya da burası beni" diyerek bir Fatih edasıyla orada kaldı.
Taraftar sıfatından müşteri sıfatına geçince kendimi rahatlamış hissettim.Artık ipler benim elimdeydi.Çünkü taraftar gömleği bana ne kadar bol gelse de müşteri gömleği ile bir harika gözüküyordum.Çünkü daha önce çok denemiştim bu gömleği.Hemen karaborsacıya yöneldik. Bilet fiyatlarında, son dakikalar olduğundan mütevellit, 5 tl düşüş yaşanmıştı."Abi öğrenciyiz abii, valla abii, hadi be abii," şeklinde biletleri 20 şer tl ye aldık ve karaborsacının yönlendirmesiyle sıranın en önüne geçip( daha doğrusu geçirilip) salondaki yerimizi aldık. Salon tıklım tıklım idi. Fakat nasıl bir şanssa bir amcanın yanında çok da iyi bir yerde 2 kişilik yer bize bakıyordu.Amcaya çaktığımız "boş mu" işaretine amcanın "olumlu" anlamındaki karşı işareti bizi sevince boğdu ve koşarak koltuklarımıza kavuştuk.
İlk periyot bittikten sonra Svetlin'in parlak fikirli arkadaşını Ankaragüçlülerin arasında tezahürat yaparken gördük.Maç sonu "nasıl girdin lan" şeklindeki sorumuza "Almıyorlardı, Demir parmaklıklara tırmanıp salladık, aldılar" şeklinde bir asker edasıyla cevap vermesi açıkçası gözlerimizi nemlendirmeye yetti.
Peki bu macera bize ne kazandırdı, bizden ne götürdü. Apple şirketinin Ceo su Steve Jobs, Stanford mezuniyet töreninde öğrencilere yaptığı konuşmada "Noktaları ileriye bakıp birleştiremezsiniz, ancak geriye dönüp baktığınızda bira anlam ifade eder" der. Yani bu olayın etkilerini hala çözümleyebilmiş değilim aslında. Belki bundan 10 yıl sonra, orada yaşananların analizini ve bana kattıklarını daha iyi anlamlandırabilirim. Şu an için sadece bir "anı".(Sonunda herkes gibi ben de hikayeden güzel çıkarımlar bekliyordum, ama bu kadar bağlayabildim, idare edin artık…)
26 Mayıs 2009 Salı
25 Mayıs 2009 Pazartesi
Scrubs ve Haftanın Listesi-35
Takip edenler için üzücü bir haber oldu ama bir süre önce Scrubs ekranlara veda etti.(Gerçi Scrubs Interns adında başka bir projeyle devam edeceklermiş ama birçokları gibi benim gözümde de bitti) Genel anlamda (bazen yaşanacaklar çok tahmin edilebilir olsa da) gerçekten de iyi akan bir diziydi. Ailecek olmasa da severek izlerdik. Bu güzel 8 sezon için J.D den Cox'a Turk'ten The Janitor'a herkese tekrar teşekkürler bu blogu takip ediyorlarsa!? (A bi de bi zahmet Türkçe bilsinler) Yazının sonunu sezon boyunca dizide kullanılan en beğendiğim 5 şarkıdan oluşan bir listeyle kapatayım.Hatta haftanın da listesi olsun.
- Lazlo Bane - I'm No Superman (Dizi Soundtrack)
- Ted Buckland ve Grubu - Somewhere Over The Rainbow (5. Sezon 7. Bölüm)
- Boston - More Than a Feeling (5.Sezon 9. Bölüm)
- Fountains of Wayne -Hey Julie (5. Sezon 9. Bölüm)
- Red Hot Chili Peppers - Snow (Hey Oh) (8. sezon 18.Bölüm)
23 Mayıs 2009 Cumartesi
Mr. Fourth Quarter
22 Mayıs 2009 Cuma
Ateş Su Toprak Tahta
Hastası olduğumuz çizgi dizi Avatar The Last Airbender, bilindiği gibi M. Shyamalan tarafından sinemaya aktarılacak. Filmin şu an için 2010 yazında gösterime girmesi planlanıyor ve ilk fotolar da yayınlandı. Yukarıda gördüğünüz 12 yaşındaki Noah Ringer adlı Teksaslı vatandaş Avatar Aang'i canlandıracakmış. Fiziksel açıdan çizgi dizideki karaktere bir hayli benzediği ortada. Günlük hayatında da kafası traşlı gezen küçük aktörümüze arkadaşları avatara benzerliğinden ötürü zaten çoktan Aang lakabını takmışlar bile. Genç avatar aynı zamanda tekvandoda siyah kuşak sahibiymiş. İlk filmi. Açıkçası bana çok yerinde bir seçim gibi geldi. Tabi oyunculuk konusunda da problem olmadığı sürece.
21 Mayıs 2009 Perşembe
Man on Wire
19 Mayıs 2009 Salı
Left Right Left Right Left
Malumunuz bir süredir bir tartışmadır gidiyor. Coldplay'in Viva la Vida'sının çalıntı olduğu yönünde. Önce Joe Satriani çıktı, şarkının If I Could Fly'dan çalıntı olduğunu idda ederek, 'bari biraz üzerinde oynasaydınız' dedi. Dava açtı. Yetmedi, bu kez Yusuf İslam Foreigner Suite adlı parçamdan çalıntı dedi. Yakın zamanda da Coldplay çıkıp bir açıklama yaptı, kimseden şarkı çalmadık kardeşim şeklinde. Teknik detaylardan çok anlamasam da şarkıların epey benzerlik gösterdiği bir gerçek. Koskoca Satriani ve İslam da ha deyince ortaya çıkacak adam değiller zaten. Bu işten ekmek yemeye çalışacak adam hiç değiller. Kısacası şarkı paylaşılamıyor.
16 Mayıs 2009 Cumartesi
O Eli İndir...
Haftanın Müzik Listesi - 34 / Eurovision
Malumunuz yarın akşam Eurovision şarkı yarışması finali yapılacak. Hadise'nin baldırıdır, bacağıdır, elbisesidir derken bu yıl eurovision ülkede çok sağlam gündem yaptı. Ben bilmem, bu eurovision işinden de pek anlamam. Ailecek izlenecek bir eğlence bile olmamıştır benim için eurovision hiçbir zaman. Şöyle de bir göz attım yarı finale, arkadan güldür güldür erkek sesi geliyordu, onu diyebilirim ancak. Ben anlamam dedim ama okuyucumu da bir bilene yollarım elbet. Eurovision tarihimizle ilgili Leblebici'nin elinden çıkmış şu harika bir yazıya buyrunuz. Ben de bu yazıyla bilgilendim ve bu haftaki listeyi de geçmiş yıllarda bizi eurovisionda temsil eden şarkılardan yaptım.
- Şebnem Paker - Dinle
- Semiha Yankı - Seninle Bir Dakika
- Sertab Erener - Everyway That I Can
- Klips ve Onlar - Halley
- Athena - For Real
15 Mayıs 2009 Cuma
İnsanoğlunun Yeryüzündeki Bilmem Kaç Yıllık Yürüyüşü
Ertesi gün televizyon yayını halen gelmemişti. TRT serisi hariç hiçbir kanal yoktu. Haliyle TRT’ye dadandım. Eurovision şarkı yarışmasının nostaljik görüntüleri yayınlanıyordu. 70ler 80ler 90lar falan çok acayip. Birbirinden vasat şarkılar, birbirinden berbat sahne şovları. Onları izlerken ben oturduğum yerde onların yerine utandım adeta. İyi ki günümüz müzik ve şov anlayışı değişmiş diye aklımdan geçirdim. Sonra bu senenin Eurovision şarkı yarışmasının yarı final yayınına geçtiler. Lakin 70lerden bugüne değişen hiçbir şey yoktu. Şarkılar eskisinden bile kötü ve aynı itici, yapmacık sahne şovları. Şov bile değil hatta dilim varmaz şov demeye. Bir takım sahne hareketleri diyorum o yüzden. Birkaç münasebetsiz yıldırım yüzünden televizyon yayını iki gündür yoktu, bu Eurovision denilen yarışmadaki kalite değişen toplum düzeniyle değişmemiş hatta daha da geriye gitmişti ve biz 21inci yüzyıldaydık.
Eurovision muhabbeti iyice beni bunalttıktan sonra kitap okuyayım bari dedim. “Kürk Mantolu Madonna” adlı kitabı aldım elime. Her şeyiyle mükemmel bir kitap. Daha önce de okumuştum şöyle bir altını çizdiğim yerlere bi bakayım dedim. Kitap olsa olsa 1940larda yazılmış. Bir adamın bir kadına olan inanılmaz bir aşkını anlatıyor ve adamın aşık olduğu kadın inanılmaz derecede tutarsız, anlaşılamaz, çözülemez bir karakter. Bir çok yakın davranıyor, bir çok uzak. Bir gün çok neşeli, öbür gün değil. 1940lardan bu yana kadınlar da değişen toplum düzeniyle değişmemiş olduğu yerde saymışlar. Birkaç münasebetsiz yıldırım yüzünden televizyon yayını iki buçuk gündür yoktu, bilmem kaç yıllık Eurovision tarihinde yıllar boyu bir arpa boyu ilerleme kaydedilememiş hatta muhtemelen geri bile gidilmişti, kadınlar 70 yıldır en ufak bir değişim göstermemiş hala anlaşılamaz bir o kadar karmaşıklardı ve biz 21inci yüzyıldaydık.
Şimdi yüksek affınıza sığınarak şunu demek istiyorum: “Değişen toplum düzenine ve modern topluma sokuyum. Nasıl bir değişim lan bu?”
13 Mayıs 2009 Çarşamba
Dört Mevsim
Ama kış mevsiminden hakikaten nefret ederim öyle böyle değil. Elimi kara değdirmeden geçirdiğim kış mevsimleri bilirim öyle bir nefret. En son kardan adamı orta okulda, en son kartopu savaşını lisede yaptım ben. Bence bir insan kış mevsimini seviyorsa o insan kesinlikle kaloriferli evde büyümüştür. Sobalı evde büyüyen hiçbir insan evladı sanmıyorum ki sevsin kış mevsimini. Sobalı evde büyüyen çocuk için kış mevsimi; tek bir odaya hapis olmaktan, sabahları titreyerek uyanmaktan, odalar arası iklim farklılıklarından ve tüten sobanın yarattığı is kokusundan fazlası değildir. O çocuklar ki ilk baharı tüm coşkularıyla kutlayandır, değerini bilendir.
O çocuklar ki her zaman ileride güney sahillerine göç etmekten bahsederler. Çünkü bilirler ki oralarda kış mevsimi yumuşak geçer ve kar yağması ender rastlanan bir doğa olayıdır. En sevdiğim şehir İzmir’dir benim mesela. Çünkü hiç gitmedim. Ama havası sıcak, denizi falan var ondan herhalde. Hayalimdeki cennetin tasviriyle, hayalimdeki İzmir'in tasviri çok yakın birbirine. Kışlar ılık geçiyordur orada, kar bile yağmıyordur belki. Kesinlikle İzmir’e göç edeceğim, hiç olmadı Antalya.
12 Mayıs 2009 Salı
Paylaşmak İstedim - 8
Banksy
10 Mayıs 2009 Pazar
Bir Bardak Çay
Gece Spicoli ile konuşurken aklımıza eski günler geldi. Lise sonda ÖSS uğruna girmediğimiz ortamın, sınav uğruna çekmediğimiz çilenin kalmadığı günler tabii. Bir hocamız vardı dershanede sağolsun bizi Rocky'yi çalıştıran yaşlı antrenöt gibi çalıştırdı sene boyunca. Şunu yapın dedi yaptık, bir dediğini iki etmedik sonunda da istediğimizi aldık. Her neyse Spicoli dedi ki şimdilerde bu hocamız aynı şeyleri başka öğrencilerle yapmaya çalışıyormuş uzaklarda bi yerlerde. Tabii öğrencilerden şikayetçi kendisi, bizim gibisini bir daha nerden bulacak. Dediklerini yapmazlar, çalışmazlar, şu kitabı git al çöz dese çözmezlermiş. O da eski öğrencilerim gibisi yok falan demiş bizim Spicoli'ye. Biz de düşündük eski kadro yeniden bi toplansa gitsek hocaya hocam bizi çalıştır yeniden liderlik yap bize desek, gözleri dolmuş bir halde sarılır heralde. Tus var Dus gelicek diyorlar falan hakkaten çalışmamız da lazım hani. İşte o sırada dedik ki hocamız FEM dershanelerinin geleneklerini bırakmış olsa da oturup karşılıklı iki rakı içsek, eskileri konuşsak. Ne güzel olurdu hakkaten. Sonra da ulan ne rakısı anca çay içilir öyle bi ortamda, çayla da nereye kadar gider bu muhabbet dedik. (Bilmeyenler için hatırlatayım FEM dershanesi ortamında sadece çay içilir. Her zaman çay vardır, hiç bitmez. Her an demlenme olasılığı da vardır ayrıca.) Sonrasında böyle bi köşeye karar verdik, çikolata gibi aynı.
Scream for me AFM!
8 Mayıs 2009 Cuma
The Basterds
Tarantino'nun son filmi Inglourious Basterds 21 Ağustos'ta gösterime girecek. Tabi şanslı bir azınlık Cannes'da erkenden filmi görme şansına erişicek orası ayrı. Dört gözle beklediğimiz filmde Pitt Nazi kanına susamış Aldo Raine adlı bir teğmeni canlandırıyor. Boynundaki yara izi dikkat çekici. Tarantino yaklaşık 10 yıldır üzerinde çalıştığı filminin bir savaş filmi olduğu kadar spaghetti western tadında da olacağını söylüyor. Yahudi-Amerikanlardan oluşan ve 'The Basterds' denen bu Nazi kafatası peşindeki tayfa, Tarantino'yu istediği kadar kana doyurur herhalde artık. The Basterds demişken; Eli Roth'un da kelimenin hakkını fazlasıyla verdiğini söylemek lazım. Kesinlikle zevk alır gibi.
7 Mayıs 2009 Perşembe
Haftanın Müzik Listesi - 33
- Leonard Cohen - Hallelujah
- Björk - Play Dead
- Bob Marley - Burnin and Lootin Tonight
- Coldplay - Hardest Part
- Derin Esmer - Gerçek Hayat
6 Mayıs 2009 Çarşamba
Karanlıkta
5 Mayıs 2009 Salı
Bir Kutu Çikolata - 3
Bir arkadaşım hoşlandığı aynı zamanda yazdığı bir kızla soğuk bir kış akşamı yürümekteydi. Ansızın çiçek satan bir çocuk yaklaştı. "Abi bu güzel ablama bir gül almaz mısın?" dedi. Hoşlanılan ama henüz açılmak için çok erken olan bir kızla gezerken çiçek satan çocuk gelince erkeğin içine girdiği ruh hali insanın içini forrest gump'ın dramından bile daha çok etkiler. Haliyle arkadaşım afalladı. Ne yapacağını bilemedi. Çocuk devam etti "abi bu güzel ablaya bir gülü de mi layık görmüyorsun?". Damardan girmişti. İyice çaresiz duruma düştü arkadaşım. Salak gibi oldu. En sonunda kız lafa girdi "o benim kardeşim gibidir kardeşim gibi severim onu gül almasına gerek yok hadi çocuğum" dedi. Çiçekçi çocuk mutsuz oldu, arkadaşım mutsuz oldu. Bir çiçekçi çocuğun genç bir aşığın hayallerini nasıl suya düşürdüğünü, yürekleri nasıl dağladığını dinlediniz. Hayat bir kutu çikolata gibidir. Çok sıcakta erir.
4 Mayıs 2009 Pazartesi
La Haine
3 Mayıs 2009 Pazar
Geliyoruz
Yıllar önce, 95-96 sezonunda, babamla birlikte Bursaspor'un her maçına giderdik. İşte o zamanlar İntertoto kupası ilk kez düzenleniyordu. Bursaspor'daki bir önceki sezondaki 6.lığı sayesinde kupaya katılmıştı. İşte o zaman Türk futbolu Mususi'yi, Baliç'i, Ercüment'i, Nejat Biyediç'i, ve 'timsah yürüyüşü'nü tanıdı. Final maçında Alman Karsluhe takımına penaltılarda kaybettiğimiz gözlerim şişmişti ağlamaktan. O gün bu gündür gün yüzü görmedik zaten. Küme düşmekten son haftalarda kurtuluyoruz derken bir sene kendimizi ilk kez küme düşerken bulduk.
2 Mayıs 2009 Cumartesi
Paylaşmak İstedim-7
Geçenlerde CNBC de Gossip Girl isimli diziye rastladım.Bir 5 dk izleyince dizide benim gerçek hayatta tahayyül bile edemeyeceğim hayatlar yaşandığını farkettim. Kızın biri hakkında pis bir dedikodu yaydılar okulda ve kız artık buna daha fazla dayanamayacağını anlayınca annesine gitti ve "Bir dönem Fransa'ya gidip orada okumak istiyorum" dedi.Annesi de kızının saçını okşayıp "Elbette kızım" dedi.Sonra yavaşça yerimden kalkıp mutfakta yemek yapan annemin yanına geldim ve "Anne bir dönem Fransa'da okumak istiyorum" edim. Annem de " Elbette oğlum" diye cevap verdi. Hayat devam etti. (Fikir:Mine , Ya da yazmiym lan.Neyse hadi...)
1 Mayıs 2009 Cuma
La Dolce Vita
2. Dünya Savaşı milyonlarca insanın ölümüne ve daha birçoğu için daha kötüsüne neden olmuş tarihin en utanç verici olaylarından biri muhakkak. Yine de, kazara da olsa sebep olduğu güzel şeyler de var. O yıllarda, Mussolini'nin ülkesini uçurumun kenarına kadar sürükleyip aşağı atmasıyla çöken İtalyan ekonomisinin vaziyetinden uçak fabrikası sahibi Enrico Piaggio da nasibini alır. Fabrikasının yerle bir olmasının ardından Piaggio uçak mühendisi Corradino Dascino'dan kişisel ulaşım için bir araç tasarlamasını ister. Sonunda 1946'da Dascino Vespayı tasarlar. İlk olarak 15 adet üretilen vespaların sayısı 10 yıl içinde 1 milyonu bulur ve Vespa yavaş yavaş diğer Avrupa ülkelerine de yayılır. Nihayetinde bugün, Vespa tüm dünyada ulaşım aracı olmanın yanında başlı başına bir ikon, bir tarz göstergesi olmuş durumda. Şu bebeklerden biriyle bir gün Floransa sokaklarında tozu dumana katmak umuduyla.