31 Temmuz 2009 Cuma

My Life According to Pink Floyd

Blogumuzun ilk mimini göğsümde yumuşatmaktan gurur duyuyorum. Mim furyası bize de değdi en sonunda ucundan da olsa. İlk mimimiz olacak, heyecan var.

İlk önce Voodoo Girl'de okudum, eğlenceli olur diye de düşünmüştüm ama üstüne alınmadım hehe. Sonra Sheed menajerim yapmış, bizi de alenen mimlemiş topluca. E o zaman yapalım bari deyip oturdum bilgisayarın başına, açtım Pink Floyd diskografisini. İlk önce Queen mi yapsam diye düşündüm hatta yaptım da bi tane ama sonra yok yok Pink Floyd gider bana dedim. Queen de baya güzel olmuştu aslında. Bi yerde artık ufacık bi hile yaptım, napalım. Neyse buyrun bakalım;


Male or female?
Julia Dream

Describe yourself:
Comfortably Numb

How do you feel:
Have a Cigar

Describe where you currently live:
San Tropez

If you could go anywhere, where would you go:
Dark Side of the Moon

Your favorite form of transportation:
Learning to Fly

Your best friend is:
Atom Heart Mother

What's the weather like:
Goodbye Blue Sky

Favorite time of day:
Time

If your life was a TV show, what would it be called:
Us And Them

What is life to you:
High Hopes

Your fear:
Pigs (Three Different Ones)

What is the best advice you have to give:
Run Like Hell

Thought for the Day:
One of These Days

How I would like to die:
Goodbye Cruel World

My soul's present condition:
Wearing the Inside Out

My motto:
Another Brick in The Wall

Ben de Spaceships'i mimliyorum madem. O da yapsın da okuyalım.

Ekşi Sözlük ve Yeniçeri Ocağı'nın Tarihsel Süreçlerinin Benzerlikleri veya kısaca Ekşi Sözlük


Çok sıkı bir Ekşi Sözlük takipçisi olmadığımı baştan belirteyim." sedürt "bu konuda çok çok daha tecrübelidir benden. Fakat gene de bakıyorum arada sırada.

Bana göre Ekşi Sözlük tam anlamıyla bir Yeniçeri Ocağı. İki kurumun da tarihsel yapıları birbirine çok benziyor bence.

Yeniçeriler devşirmelerden oluşurdu ve sadece devşirmeler bu ocağa girebilirdi. Ekşi Sözlük'ü kuran ilk yazarlara da bulundukları konum itibariyle bu gözle bakabiliriz

İlk kurulduğu yıllarda Yeniçerilerin sayıları belli ve azdı.Gerçekten her bir yeniçeri iyi eğitilmiş birer savaş makinasıydı.Düşmana çok etkili ve hızlı bir şekilde saldırıyor ve onları bozguna uğratıyorlardı.İlk sözlük yazarları için de gerek düşünce yapıları gerek yazma stilleriyle ,birer " entry makinası" diyebiliriz.

Fakat 16. yy ve ilerleyen yıllarda Yeniçeri Ocağı rüşvet veren herkesin yazılabildiği ,bir bozuluş sürecine girdi. Ocağın sayısı bir anda 4-5 binlerden 45 binlere çıkmıştı. Bunların çoğu asker değildi ,fakat ortada askerim diye dolaşan disiplinsiz zorbalardı. İşte bu olay Ekşi Sözlük'te 6.nesil yazar alımına tekabül ediyor bence.O zamana kadar normal seyreden yazar sayısı bir anda 6000-7000 kişilik bir alımla karşılaşmış ve sözlük bir afallama sürecine girmiştir.

Tekrar Yeniçerilere dönersek; 17. yy ile birlikte Ocakta epey önlem alınmış ve bu sayı epey düşürülmüştür. Fakat 18. ve 19. yy da sayı tekrar giderek artmış ve önce 70-80 bine daha sonra 140 binlere ulaşmıştır. Aynı şekilde EkşiSözlük'te de uzun süre yazar alınmamış, daha sonra alınan 7. ve 8. nesil yazarlarda kısıtlamaya gidilmeye çalışılsa da 9. nesille birlikte yazar sayısı tavan yapmıştır.

Kalabalıklaşan Yeniçeriler, bir çok bölgede ,özellikle İstanbul ve çevresinde, zorbalıklar yapmaya başlamış ve isyanlar çıkarmışlardır. Sarayın sözü çoğu zaman geçmez olmuş ve çıkan bir çok isyanda Saray'da vezirler öldürülmüş, Padişahlar tahttan indirilmiştir.

Ekşi Sözük'te ise bu zorbalığı şöyle açıklamak istiyorum .Bugün sayılarının çoğalmasıyla başlı başına bir etki unsuru haline gelmiş olan Ekşi Sözlük yazarları, yerli yersiz çevredeki herkese ve her şeye saldırıyorlar . Ünlü olan bir kimseyi veya bir şeyi çok sert şekilde eleştirebilen Ekşi Sözlük yazarları, Bu ünlülerden biri çıkıp da Ekşi Sözlük hakkında olumsuz bir görüş beyan etti mi , tam anlamıyla birlik olup "kelle isteme" olayına girişiyorlar. Son örneği de ; Burcu Esmersoy. Kadını bir spor spikeri olarak ya da bir insan olarak eleştirebilirsin, Fakat Twitter da yaptığı 28 Temmuz tarihli "nicklerinin arkasına saklanıp yorum yapmaya çalışan ödlekler topluluğu "ekşi sözlük"ün dünyanın en gereksiz şeyi olduğunu düşünüyorum" açıklamasına kadar Burcu Esmersoy hakkında Ekşi Sözlük'te 253 entry bulunurken, bu açıklamadan sonra sadece 2 günde 154 tane daha yazmak da neyin nesi? Bu tam anlamıyla "kazan kaldırıp kelle istemek" gibi geliyor bana.

Bildiğiniz gibi Yeniçeri Ocağı, II. Mahmud zamanında halkın da desteğiyle topa tutularak yıkıldı ve kaldırıldı. Yeniçerilerden hiç bir iz kalmaması için bütün eserleri mezar taşlarına kadar yıktırıldı. Ve bu olay halk arasında Vaka-i Hayriye olarak adlandırıldı. Umarım Ekşi Sözlük'ün sonu da böyle olmaz.

(Buradan bu isyanlara/olaylara karışmayan yeniçerileri/yazarları tenzih ederim. Bizi izleyen okuyan yazar varsa onları da tenzih ederim. Neme lazım, biraz ünlü olursak ileride ,bu yazılanları gösterip bizim de kellemizi isterler belki.)

30 Temmuz 2009 Perşembe

Schumi Strikes Back

O bırakalı Formula 1'e falan ilgi kalmamıştı bende. Bi de üstüne Alonso iki kez şampiyon olunca iyice soğumuştum. Bayadır de izlemiyorum zaten F1'i. Bir sürü kural değişmiş, acayip adamlar yarışlar kazanıyolar falan haberim yok. Ancak çok canım sıkılırsa heyecanlı olur diye start'ı izleyip gerisini yine satıyorum.

Ama bugünden itibaren işler değişti. Schumacher Massa'nın kaza sonrası sezonu kapatması dolayısıyla geride kalan yarışlarda Ferrari için yeniden yarışacak. Bu krize giren Formula 1 sporunu bile düzlüğe çıkarabilir. Benim gibi düşünen çok sayıda insan vardır eminim ki. Massa da iyileşiyor, o yüzden rahatlıkla söyleyebilirim heralde; her işte bi hayır vardır eheh. Bir sonraki yarışa 1 aya yakın bi süre var sanırım, ısınmak için yeter efsaneye. Heyecan dorukta.

28 Temmuz 2009 Salı

Haftanın Müzik Listesi - 40


Pure Reason Revolution - Deus Ex Machina

Geçenler svetlin geldi bana "olm last fm diye bişey var şarkılar falan bişeyler, güzel bi dalga gir bak seversin" dedi. Tamamen üşengeçliğimden mütevellit 15 gün sonra girdim bu olaya. Bu svetlin'in last fm'de bir sürü arkadaşı falan var nasıl yaptı bilmiyorum. Benim 2(yazıyla iki) tane sadece. Üzülüyor insan tabi. Neyse "sedurt" kullanıcı adım, varsanız orlarda ekleyin falan yalnızlık zor zanaat zira. Sonuç olarak gene de last fm totalde güzel bir şey gibi geldi. İşte bu listemdeki "Deus Ex Machina" adlı şarkıyı oradan keşfettim. Ritmleri sözleri falan iyi. Progresif severler bi baksın.
Anathema'ya gelince bir dönem Anathema'yı çok yoğun dinlemiş sonra ansızın soğuyup yetmiyormuş gibi sağda solda mizah malzemesi yapıp ekmek yemeye çalışmışımdır. Ama bu "Pressure" şarkısını hiç dinlememiştim. Baya beğendimi söyleyebilirim. Adam "I don't care where you go, you won't get away from me" demiş bir kere daha ne desin.
Haydi Gel İçelim süper şarkı dostlarım. Her ne kadar burada böyle progresif takılan entel kuntel görünümlü bir adam imajı çizmiş gibi olsam da yerli piyasayı takip ederim, severim, dinlerim.
Carnival of Rust hem kendisi hem de klibi muhteşem bir şarkı. Tim Burton'ın elinden çıkmış gibi adeta klip.
En sevdiğimi en sona sakladım. Bombay Vindaloo 1996 yılında "Live At Marquee" kaydında bulunan bir Petrucci doğaçlaması. Alır götürür insanı.

27 Temmuz 2009 Pazartesi

Hayda Rinna

Fark edenler olmuştur mutlaka, Kanal 7 bir kaç ay önce Türk televizyon tarihinin efsane dizilerinden Kurtlar Vadisi'nin en başından beri tekrar yayınlamaya başladı. İlk zamanlar hafta içi hemen hemen her gün bi bölüm veriyorlardı ve sıkıcı yaz günlerinde vakit geçiririz en azından diye sevinmiştim. Sonraları haftada tek güne düştü Kurtlar Vadisi ve sınavdı şuydu buydu derken ilgiyi kaybettim. Daha sonradan Kurtlar Vadisi'ne Ekmek Teknesi eklendi ki o da güzel dizilerimizden biridir. Ne yazık ki bu dizilerin zamanında yatılı okulda televizyondan bi haber yaşadığımızdan izleyemedik bu dizileri, şimdi ise izlemek hoşuma gidiyor benim. Neyse efendim Ekmek Teknesi, Kurtlar Vadisi falan derken son bomba olarak da Deli Yürek'i ekrana taşıdı Kanal 7. Bu bana büyük klüplerde barınamamış Anadolu yıldızlarını veyahut yaşı ilerlemiş yıldız topçuları toplayan transfer politikalarını hatırlatsa da şu sıkıcı yaz günlerinde ve iğrenç programlarla dolu olan televizyonda Real Madrid'in Ronaldo+Kaka+Benzema hamlesi gibi bile görülebilir. Nitekim televizyonda zap yapmaya bi başladığımız zaman durmadan ilerlemek çok kolay, sebepsiz programlar yüzünden. Her ne kadar Kanal 7'yi hiç sevmesem de bu hamlelerinden dolayı başlarındaki Florentino Perez klonu abiden başlayarak kutluyorum. Sıkıcı yaz günlerine hareket getirdiniz bi nebze de olsa. Keşke birileri de gündüz programına Bizimkiler, Kaygısızlar falan koysa. İşte o zaman televizyon başından kalkılmaz.


Yazıda yine çok faklı konulara geçtim, amacımdan saparak. Benim asıl anlatmak istediğim Deli Yürek fenomeniydi bugün. Bu tip eski filmler, diziler, programlar insanı geçmişe götürüyor. Tatlı anıları bir bir hatırlatıyor. Ortaokulun son senesine gelirdi Deli Yürek'in Deli Yürek olduğu zamanlar. Yusuf Miroğlu ne karizma isimdi. Dizinin yan figürleri de bombaydı aslında. Kuşçu ki en sevdiğim yan karakterlerden biridir, Ağabey (isme bak), Savaş Doğan, Turgay Atacan. Turgay Atacan mesela şimdilerde Kurtlar Vadisi Pusu'daki İskender'in kaynağıdır. O acayip ses tonu ve kötülüğü yaşam tarzı olarak benimsemesi, her boktan sıyrılması falan. O karakter tipi Turgay Atacan'la hayatımıza girdi yani. Bizim evde Deli Yürek kalabalık izlenirdi eheh. Annem babam kardeşim ben, hepimiz izlerdik ailece. Hatta babamla dayım işi cıvıtıp reklam aralarında Turgay Atacan'ın psikopat repliklerini mesaj bile atarlardı birbirlerine. Mesaj demişken o
zamanlar telefonlar da ne acayipti. O zaman Sony Ericsson değil sadece Ericsson'du mesela. Ericsson tip telefonun 3 çeşit melodisi olabiliyordu en fazla. Genelde herkesde dürüri şeklinde öten orta sesli melodiyi seçerdi. Bi de Nokia vardı zaten işte, ben de ilk telefonumu gazeteden kuponla almıştım. Nokia 5110. Takozun ağa babasıydı ama o zamanlar telefonu olmak bile işti yani. 3210 çıkınca, okula 3210'la gitmek arabayla gitmek gibi bişeydi. Resimli mesaj falan neyse de anteni yoktu bildiğin telefonun. Çok havalıydı 3210'lar işte.


O zamanlardan bu zamana değişmeyen tek şey sınavlar yalnız. O zaman LGS diye yırtnıyorduk, şimdi LGS bile kalmadı ama hala sınav hala sınav arkadaş. Tüm nesillerin ortak noktası bu sınavlar heralde, neyse. Deli Yürek izleyince böyle bi nostalji yaşadım, gaza geldim ufak, o küçük salak hallerim aklıma gelince gülümsedim ehe mehe diye. Hem bu güzel anılar için hem de yaz akşamlarına birazcık da olsa eğlence getirdiği için Kanal 7'ye bir daha teşekkürler. Yalnız Mahmut Tuncer şovu da kaldırın abi, lütfen. Şimdi Kanal 7'den Real Madrid'in yapamadığını yapıp kadroya Ribery olarak bir de Yılan Hikayesi'ni eklemelerini bekliyorum. Jöleli arkaya yatmış saçlar, e be köylü kızı, Cem-Memoli, kral... Kanal 7 bunu da yapıcak biliyorum.

26 Temmuz 2009 Pazar

Damacana Geleceğine Mala Gelsin

by teneke

by rustyan

by url

by doubloo

Damacana olayı malumunuz. Bobiler'de gerekli çalışmaları yapmış hemen, çok güzel çalışmalar da var, paylaşayım dedim. Montelerini kullandığımız için kusura bakmazlar umarım, çalışmaları yapanlar. Konuyla ilgili tüm eserler burda. Favorim Hüseyin Üzmez ve Aydemir Akbaş. Başlığı da equinox nickli bobiler üyesinden tırtıkladım. Yıka Beni Hüsnü hahahahahah.

25 Temmuz 2009 Cumartesi

Damacana Naci


Bir süre önce sıkı takipçilerimizden daywalker0007 den aldığım bir mesaj sayesinde bir habere aralıksız gülme rekoruma epey yaklaştım.(Haberin linki burada. ) Haber şöyle idi :

"Böyle sapıklık görülmedi
Asansörde boş damacanayla mastürbasyon yaparken yakalandı!

Bursa’da, bir siteye su götüren 27 yaşındaki su dağıtıcısı Naci K.’nin asansörde boş damacanayla mastürbasyon yaptığı tespit edildi."








Şimdi neresinden tutsan elinde kalacak ama ben bir kaç yere değinmek istiyorum gene de.

İlk olarak ; haberin devamında anlatıldığı üzere olay Bursa'nın Nilüfer ilçesinde 10 katlı bir apartmanın asansöründe gerçekleşmiş. Buradan "o kendini biliyor" a soruyorum : "Sizin apartman kaç katlıydı lan?"

İkincisi ; Adamın asıl olayı yanlış anlaşılmış olabilir bence. Belki de adamın fantezisi "damacana"dan ziyade "asansör" den ibarettir. Çünkü haberde okuduğumuz üzere aynı gün içerisinde 2 defa görüntülenmiş.Adam asansör fantezisini gerçekleştirmek istemiş ve en yakınındaki nesneyi buna alet etmiş olabilir. Tabi bunun ne önemi var, orasını ben de bilmiyorum.

Son olarak ; haber "Böyle sapıklık görülmedi" şeklinde verilmiş fakat buradan üzülerek belirtmek istiyorum ki : " Maalesef bu bünyeler 'Böyle Sapıklığı' daha önce gördü.

24 Temmuz 2009 Cuma

Ergenekon ve " Yandaş Basın Bunu Da Yazın!"



Can Dündar 22 Temmuz tarihli "Evet Oydu! "yazısında bir ismi teşhis ediyor : Ali Suat Ertosun. Yazıyı okuduğunuz zaman da anlayacağınız üzere Ali Suat Ertosun şu anda gündemin en önemli maddelerinden biri olan HSYK nın bir üyesi. Yazıda Can Dündar ,Ertosun'un Sabancı süikasti ile olan karanlık ilişkisinden bahsediyor ve tetikçi Mustafa Duyar'la yapmak istediği röportajın nasıl engellendiğini ve sonrasında Duyar ın Nuriş kardeşler tarafından nasıl öldürüldüğünü anlatıyor. (Nuriş kardeşlerin cezaevi isyanını ve "Bizi Veli Abi'ye sorun" şeklindeki feragatlarını hepimiz hatırlarız.)

Benim için yazı, buraya kadar gayet mantıklı bir biçimde akıyor. Taşlar açıkçası yerli yerinde. Ta ki Ali Suat Ertosun'un nasıl yükseldiğini , Ertosun'a kimler tarafından Devlet Üstün Hizmet Madalyası verildiğini öğrenene kadar.


Şimdi tam bu noktada çok farklı bir konuya değinmek istiyorum. Bugün TV de rastgele denkgeldiğim Samanyolu Haber' de de bu konudan ve Can Dündar'ın yazısından bahsediliyordu. Haberde Can Dündar şahit gösteriliyor ve "Ergenekoncu" bir bürokratın şu an nerelere geldiğine atıfta bulunuluyordu. Fakat o da ne! Tam burada haber kesildi ve başka bir habere geçildi. Yandaşlığın sınırı yokmuş demek ki. "Seç beğen al" mantığında habercilik yapan ve sadece bunları izleyip başka hiç bir şey okumayan insanlar tarafından yönetildiğimizi görmek ne kadar üzücü! Madem Can Dündar'ın yazısını veriyorsun , sonuna kadar versene yiyorsa. Anlatsana Ertosun'un Cemil Çiçek tarafından Devlet Üstün Hizmet Madalyası için önerildiğini,Ertosun'a madalyayı Bülent Arınç'ın taktığını, hepsinden önemlisi ertosun'un Abdullah Gül tarafından HSYK ya atandığını. Yemez tabi ki.Veremezsin, vermezsin.

Şimdi yazıya geri dönmek istiyorum.Mesela, x ve y şeklinde çift kutuplu bir ülke var. Bu ülkede yaşamak gerçekten zor olabilir.X insanları iktidara gelmek için Y insanlarına karalama kampanyalarıyla saldırabilir ve iktidara gelen taraf diğer tarafı baskı altına almaya çalışabilir. Fakat bu yapının bile bir kabul edilebilirliği en azından bir anlaşılırlığı vardır. Fakat kutupların tamamen birbirine girdiği, X lerin y güdümlü Y lerin X ajanı olduğu, hatta daha beteri bir bunlardan başka bir çok Z lerin E'Lerin N'lerin ve daha birçoklarının bulunduğu ve bunların da aynı çarpık ilişkilerle birbirine bağlandığı bir ülkede yaşamak... Herkesin tek arzusunun "güç" olduğu ve bu gücün; nasıl, nereden, kim tarafından geldiğinin hiç önemli olmadığı bir sistemde yaşamak ve bu sistemi anlamak... İşte bunu anlamak imkansız galiba.

İmkansızlıklar Ülkesi'nde bir şeyleri imkanlı hale getirmeyi hayal eden bizler için ne kadar teşvik edici bir durum! Gerçekten emeği geçen herkese teşekkürler!...

23 Temmuz 2009 Perşembe

Hey 15 li 15 li


Dün kendi kendime düşündüm :" Acaba 15 yaşında ne yapıyordum? "diye. 15 yaşında Lise 1 e gidiyordum. Hayata dair hiç bir fikrim yoktu. (Hoş şimdi de çok fazla yok ya) Pek fazla düşünmüyor pek fazla bir şey hedeflemiyordum. Çevremdeki 5-10 insanla dalga geçip diğer 5-10 insan arasında yükselmek ve yine 5-10 insan tarafından dalga geçilmeden bir günümü tamamlamaktı en büyük hedefim. Peki bütün bunlar nereden aklıma geldi. Bunları düşünmemi sağlayan şey devletimizin yegane kanalı TRT 3 tü.

Bir zamanlar (hatta hala) yüzme sporuyla ilgilendiğimden mütevellit havuz ve su gördüm mü (Senkronize Yüzme hariç )genelde oturur izlerim. TV de 10 m platform dalışı vardı. İzlerken yarışmacılardan birinin Thomas Daley olduğunu öğrendim. Tom Daley i geçen sene Pekin den önce NTV de bir programda izlemiştim. Pekin de yarışacak en küçük sporculardan biriydi. O zaman henüz 14 yaşındaydı. Pekin'de 7. olmuştu. Dün ise 1. (yazıyla birinci) Evet henüz 15 yaşında Dünya Şampiyonu. Ne diyelim bazısı yetenekli ve doğuştan şanslı (Amerikanca bir deyimle bir winner) olarak doğuyor galiba. Çünkü dünkü yarışmada son 2 atlayışa kadar Thomas Daley 4. sıradaydı. Fakat son atlayışta rakiplerinin çok kötü , kendisinin de inanılmaz performansı sayesinde kaptı altın madalyayı.

Tekrar düşünmeye daldım, o 15 yaşındaki halimi.Ve bundan 5-6 yıl sonraki halimi de... Elbette Dünya Şampiyonu olamayacaktım ki zaten gerekmiyor da.Bana gereken tek şey düşünmek ve düşündüklerim üstünde çabalamaktı. Bize verilenlere gerçekten değer vererek, onların sıradan görüntüsünün altında yatanlara,temellerine inerek çabalamak... İşte gerekli olan buydu. (Tıpkı dünkü yazısında Ece Temelkuran'ın dediği gibi...)

Bunu yapmadığımız sürece 15 yaşındaki şampiyonlara gıpta ederek ve bize hiç şans verilmediğini düşünerek ömrümüzü bitireceğiz. " Benim imkanım olsaydı değil 15, 10 yaşımda şampiyon olurdum ben" demeyi sürdürerek... Tom Daley 'e tekrar tebrikler...

21 Temmuz 2009 Salı

Beni Benden Aldın iPod

Uzun zamandır biraz para biriktirmiştim. Daha önce de biriktirip saçma sapan şeylere ufak ufak harcarken bitivermişti. Sonra kendime sordum o kadar parayla işe yarar ne aldım, elime ne geçti diye; bi baktım iki tişört bi de hard disk. Hadi hard disk neyse işe yarıyor da o gün dedim bu sefer biriktirdiğim parayı adam akıllı bi yatırımda kullanayım. Anneme sordum ne yapsam diye "altın yap oğlum, altın" dedi. Babama sordum o da "dolar bu ara düşüşte, almak lazım nasılsa yükselir" dedi. Bu fikirler bana göre değildi, hemen anlamıştım. Ne işi olur altınla dolarla benim. Sonra düşünürken aklıma iPod geldi bi anda. Hem zaten 3-4 yıllık emektar Creative mp3 çaların ara kablosu kaybolmuştu ve şarkıları değiştiremiyordum. Aylardır aynı şarkıları dinlemekten gına gelmişti. Değişikliğie ihtiyacım vardı. Biraz fiyatlara baktım olucak gibiydi iPod işi. Fakat ilk başlarda iPod Nano'ya gücüm yeter gibi duruyordu, tabii teknoloji mağazalarının fiyatlarıyla. Sonra iPod alıp satarak bu işin adeta pezevengi olmuş bi kaç arkadaşla fikir alışverişinde bulunduktan sonra teknoloji mağazasından Nano almaktansa çeşitli ikinci el sitelerinden aynı paraya iPod Touch almaya karar verdim. Biraz araştırdıktan sonra gittigidiyor'da tam aradığım özelliklerde bi alet yakaladım. Açık artırmayı takibe alıp, pusuya yaptım. Sürekli bekledim öldürücü darbe için, açık artırmanın kapanmasına 18 sn kala evet 18 sn kendi maximum teklifimi verdim ve bi anda ulan bi teklif yetmicek kaçırcam galiba derken açık artırma kapandı ve kazandım. Plan güzelce işe yaramıştı yani.

Sonra iPod'umu beklemeye başladım, biraz araştırdım her türlü nane var bu mekanizmada. Ama yine de gözümde büyütmedim; nasıl ki telefon alırken "ulan almışken güzel olsun, megapikseli çok olsun" deyip aldıktan sonra tek fotoğraf çekmeyip, tek şarkı dinlemişliğim yok diyerekten. Mekanizma elime gelince açtım. Önce ne yapacağımı şaşırdım tabi, kayıt falan yapılıyomuş. Bir sürü işlemden sonra iTunes'i yükleyip nihayet mekanizmayı açabildim. Fakat işte o an gözümde çok küçümsediğimi anladım Steve Jobs'u. Kendisinden özür diliyorum. Normal bir mp3 player gibi kopyala/yapıştır yaparım, sonra da dinlerim kafama göre diye düşünüyordum. Meğer çok farklıymış. Çok hafife almşım iPod'u, normal bi mp3 player gibi davranmanın cezasını çekmiştim resmen. Baya bi araştırdıktan sonra ilk şarkımı falan yükleyebildim ve dinledim. Oh dedim arkadaş, bana bunu ver iPod olarak. Fakat esas mucizeleri internete bağlanınca anladım. Hemen facebook'a girip "iPod büyüksün, Steve Jobs kralsın" diyerek iPod aldığımı dosta düşmana ilan ettim, hem de iPod'dan (şaka şaka yapmadım öyle bişey) Ama asıl büyük şoku harita kısmını kurcalarken yaşadım. Lan iPod'sun madem o kadar bizim sokağı bul lan dedim yazdım sokak adını tak koydu önüme takır takır. İşte o zaman gerçekten takdir ettim mekanizmayı. Bizim tırto sokağı bile bulmuştu yani. Daha ne yapsındı ki?

Şaka bi yana bu iPod çok acayip bi mekanizma arkadaşlar. Bence kullanmak için kursu bile açılabilir. Biraz interneti kurcaladım da acayip kafa patlatan adamlar var bu iş için. Hele bi jailbreak denen olay var ki ücretsiz program, oyun falan yüklemek için; başarmak önemli bi kriter insanlar arasında. Ben şu anda korktum bu jailbreak olayından, katiyyen tek başıma yapamam yani. Yanımda güvenebileceğim eller isterim. Fakat herşeyden öte çok güzel bi alet de. Tasarımı, kullanışı, fonksiyonları olsun gerçekten harika. İyi ki altın, dolar almayıp iPod almışım. Güle güle Creative, hoşgeldin iPod.

20 Temmuz 2009 Pazartesi

Morları Giyme Vakti


Çok fazla söylenecek söz yok. Birazdan evden çıkıyorum ve inanılır gibi olmasa da Deep Purple konseri izlemeye gidiyorum. Hayatım boyunca bir daha da yapamayacağım bir şey bir mucize olmazsa ve her zaman da hatırlayacağım bir gün olacak. Konser sonrası yine bir şeyler yazarım muhtemelen, ama şimdi gitmem lazım. Beni bekle, Jesus Christ Superstar. Sahnenin önünde Gillan'ın bacaklarına yapışmış bir adam görürseniz bilin ki çıldırdım. Sometimes i feel like screaming. Hell yeah.

18 Temmuz 2009 Cumartesi

Arko Traş Suluğu


Arko traş kolonyası yeni tasarımıyla bu şekilde sürülmüş piyasaya. Arko traş kolonyasını severim, parfüm bittiği zamanlar parfüm işlevi bile görebiliyor yerine göre. Ama bu tasarım ne be abi? Olmuş mu şimdi? Kim yapmış bunu acaba?

Ben taa ilkokuldayken futbolcular yedek kulübesine kadar gelip en ufak arada bişeyler içerdi. İsostar denilen enerji içeceğiydi bu. Böyle bisiklet suluğuna da benzetebileceğimiz bi şişesi vardı. İşte bu Arko traş kolonyası da aynen öyle olmuş. Arko traş suluğu olmuş yani, olmamış.

17 Temmuz 2009 Cuma

Oynatmaya Az Kaldı Doktorum Nerde


Malumunuz 18-19 Temmuz'da, yani yarın ve öbür gün, İstanbul Park'ta Rock'n Coke var. Konaklama için de bugün kapılar açılıyor. Bendeniz de organizasyonda görevliyim. Bugün iş başı yapıyoruz bakalım. Başınıza güneş geçerse, karnınız ağrırsa, ateşiniz çıkarsa falan hiç çekinmeyin. Doktorunuz olarak her türlü iyi ederim, heheh. Haa benim başım ağrımadı; ama hastasıyım bu Spicoli'nin ben, ille de görücem diyen varsa ona da git denmez şimdi. Doktorların mekanına gelip Göktuğ diye sorduğunuz an bendesiniz. Ulan adımızı da verdik, şimdi kesin hepiniz peşime düşersiniz.

Katılanlara iyi eğlenceler.

16 Temmuz 2009 Perşembe

Tatilimi Nasıl Geçiriyorum veya Gurbet Kadını


Bir insan tatilinin boş geçtiğini ne zaman farkeder? Dün evimde oturmuş daha doğrusu yayılmış bir şekilde tatilin keyfini çıkarıyordum. O ana kadar yorucu geçen bir yılın stresini attığımı falan düşünerek hep kendimi avutmuştum.Tatilim boş geçmiyordu ,dinleniyordum. Fakat o esnada açık olan TV de "Gurbet Kadını " isimli dizinin Cine 5 te yayınlanan eski bölümlerinden birini tam 15 dakikadır izlediğimi farketmem bana adeta titre ve kendine gel mesajı oldu.Gerçekten tatil bu olamazdı.Öğlen kalkıp nette 2 tur attıktan sonra CM 01-02 oynamak (Evet hala 01-02) ardından da tv nin başında akşam olmasını ve yemek yemeyi beklemek...Ağlamaklı bir şekilde panikle kapattım TV yi. Acilen bir yerlere gitmeyi düşünmeli ve gezmeye başlamalıyım.Yoksa Gurbet Kadını ,Emret Komutanım derken Bez Bebek le bitiricez tatili.Yer mekan önerisi olan paylaşsın bi zahmet. Sevgilerimle...

15 Temmuz 2009 Çarşamba

50 KM lik Yaşam


Önce izninizle haberi vereyim:

AB yıl sonunda Sırbistan, Karadağ ve Makedonya'ya vize muafiyeti getirmeye hazırlanıyor. Bosna Hersek ve Arnavutluk'un ise muafiyet için kriterleri yerine getiremediği söyleniyor.


AB'nin Batı Balkanlarda çoğunluğu Hristiyan ülkelere vize muafiyeti tanırken Bosna Hersek ve Arnavutluk'u dışarıda bırakması ve bağımsızlığını sonradan kazanan Kosova'yı bazı AB üyelerinde tanınmaması nedeniyle değerlendirmeye hiç alamaması, "Müslümanlara ayrımcılık yapıldığı" eleştirilerine neden oluyor.

Türkiye söz konusu olunca Avrupa Adalet Divanı'nın vizeyle ilgili kararlarını bile uygulamamakta direnen AB, en yeni üyeleri Bulgaristan ve Romanya'ya da Birliğe katılmalarından 7 yıl önce (2000 yılında) vize muafiyeti getirmiş ve Avrupa Parlamentosu, katılım müzakereleri yapan ülke vatandaşlarından vize istenmemesi yönünde tavsiye kararı almıştı. "


Haberin linki de burada . İnsan kendini alamıyor "Şu işi biraz gizlice yapın" demekten. Böyle insanın gözüne sokarcasına da olmaz ki. Bana hep basitçe gelir(di) "Bunlar Hristiyan Kulübü" şeklinde yakınmalar. Fakat böyle kararlarla anlıyoruz ki asıl AB dedikleri basitmiş. Bildiğiniz üzere müzakere sürecindeki Türkiye'de serbest dolaşım için başvurmuş ve kabul edilmesine rağmen uygulanmamışt.Bir nevi masada kazanıp dışarıda kaybetmiştik.Halbuki Bulgaristan ve Romanya'nın müzakere süreçlerinde "serbest dolaşım" hemen sürecin başlarında açılmıştı.

Böyle haberleri okudukça (Türkiye'nin AB üyeliğini zaten geçtim de) İnsanlık ile ilgili iyice umutsuzluğa kapılıyorum. Makedonya'da bir Hristiyan ailenin çocuğu olarak doğduğu için (sırf bunun için) Hristiyan olan bir insan bir çok özgürlüğe sahip olup istediği yere gidebilirken, yine aynı sebepten Arnavutluk 'ta bir müslüman olarak doğan bir insan bir yere gitmeye kalktı mı "Hoop Birader" le karşılaşıyor. Halbuki arada sadece 50-100 km bir şey var. O insanın tek günahı 50 km ötede doğmak. 50 km ileride doğanlara "iyi gezmeler"...

14 Temmuz 2009 Salı

Zıkkım Yiyin!!!

''Sonuçlar açıklandığının ertesi günü Ardahanlılar, hiçbir şey olmamış gibi beni kuzu yemeye davet ettiler. Dedim ki 'Zıkkım yiyin. Yani kuzu yemeseniz ne olur. Yani bugün siz yas tutmanız lazım, bugün siyah kurdele takmanız lazım, bugün gazeteler siyah çıkmalıydı.' Bu toplum, bu insanlar, bu kanıksanmış öğretilmiş çaresizliğin farkına varmalı. Bu çocuklar her yıl sonuncu olmuşlar diye aşağılanıyorlar. Bu durum kader değildir. Onun için 'Bugün yas tutalım' dedim. Bunun altını çizmek istiyorum.''

***

Ardahan'ın Öss'deki başarısızlığı üzerine Ardahan Üniversitesi rektörü Ramazan Korkmaz biraz üzülmüş sonuçlara. Demiş ki "Ardahan üzerindeki bu kara lekeyi temizleyelim hep beraber, bir şeyler yapalım." Buraya kadar güzel söylemiş de gazeteler siyah çıksın, yas tutalım falan biraz abartılı olmuş. O kadar abartılacak bi durum mu yani Öss'de başarısız olmak. Üzülmek ve bunun için bir şeyler yapmak istemek güzel de ötesi biraz fazla olmuş bence. Ama yine de banane lan Ardahan'ı ben mi kurtaracam deyip bişey de yapmayabilirdi rektör. Fakat Ardahanlıların rektörlerinin bu kadar hassas olduğu bir konuda bu kadar gevşek olması komik biraz. Adam orda kendini paralıyor, bizimkiler toplanıp gelmiş "abi çok güzel kuzu çevirme var, yanında da rakı cızz" diye davet ediyolar adamı. E adamın da tepesi atmış tabi. O da haklı. Ama bu Öss davası ülkemizde biraz fazla abartılıyor. Sınav filmi aklıma geldi de kanser bir anne çocuğu sınava girecek diye ameliyatını erteliyodu resmen filmde. Neyse umarız Ardahan daha başarılı olur ilerleyen yıllarda. Rektörümüzü üzmeyelim.

Haftanın Müzik Listesi - 39

Bu haftayıki listeyi hazırlarken blogumuzun da takipçilerinden Hazal'dan bi hayli yardım aldım. Kendisine bir kez de burdan teşekkür ediyorum, listeyi o yaptı desek yanlış olmaz heheh. Enya tam bizim sedürt'ün seveceği türden bi parça, Hazal'ın tavsiyesi. Bizim listeye direk kafadan girmek kolay değil ama hak etti. Fearless da Pink Floyd'un keşfedilmemiş eserlerinden biri, Julia Dream gibi. Bob Dylan şarkısı da Watchmen'de dilime dolanmıştı, taa ne zaman. Bu ara aklıma geldi yine. Son iki parça da Hazal'dan. Sebastian Tellier yeni favorim oldu, biraz geç kalmış olmakla birlikte. Klibi muazzam ve şarkının bir de uzun versiyonu var, onu da dinleyin.

13 Temmuz 2009 Pazartesi

Ölüme Gidiyorsun Blogspot!


Dün blog a girdiğimde kötü bir sürprizle (evet kötü sürpriz lafını kullandım) karşılaştım. Blogspot motorları bizim blogun spam blog olabileceğini düşündükleri için kitlemişler blogu. "Resmen başımdan aşağı kaynar sular döküldü bir titreme geldi. Sonra bir anda sarsıla sarsıla ağlamaya başladım.Annem içeriden koşarak geldiğinde durumun vehametini anlatabilecek söz bulamıyordum.Dile kolay 'tam 10 aydır üzerine titrediğiniz blogunuz 20 gün içinde silinecektir ' diyor.Bunu gören annem de daha fazla dayanamadı ve kendini koyverdi" Tamam sıkıcı boyutta cıvıttım farkındayım.Evet böyle olmadı ama ayıptır be kardeşim. Dün motorlara biraz attık tuttuk diye hemen gelmiş kitlemiş adiler. Motorsunuz lan işte! Bir de "Eğer değilseniz bizim arkadaşlar bir hata yapmış olabilir şimdiden özür diliyoruz" yazmış. Kılıf da hazır!

Neyse ki kurtardık blogumuzu. Buradan blogspot yetkililerini esefle kınıyorum.yanlış yaptın blogspot! Raconu bozdun.Bu olaylar yaşanırken sedürt le yaptığımız msn konuşmasında resmen "wordpress" e geçmeyi teklif ettiğimi de belirteyim. Fakat sedürt'ün "olm wordpress ezik gibi lan" demesiyle teklifimin arkasında da çok fazla duramadım.Ama çok kızarsak "vallahi taşıram blogu haa!"

Bir de çok alakasız olarak gündemden bir haber veresim var. Nabucco'da imza günü bugün. Bu haberi de sırf şu sözü söyleyebilmek için yazdım : "Asya'dan Avrupa'ya bir kısrak başı gibi (evet kısrak) uzanan bu topraklar en sonunda acayip değerlendi." Boru değil 5 milyar dolarlık proce.(Çok kötü bir espri olacak ama aslında boru!.) Hayırlı olsun

12 Temmuz 2009 Pazar

Bomba

Deniz mevsimi açıldı, o zaman buyrun. Ayrıntı manyağı olun. Daha da büyük hali de burda.

Padişah: Denizlerde durum nasıl?
Kaptan-ı Derya: Soğuk ama güzel.

Ö.S.S


ÖSS açıklanmış! Kazanana kaybedene lafımız yok, hayırlı olsun da, benim anlamadığım nokta şu: "hala ÖSS ye giren var lan." Ulan ben gireli 3 yıl oldu hala nesine giriyonuz bunun. Garip yani. Ben girdikten sonra bile, hala ısrarla ÖSS yapanları da kınıyorum.

Yine de ÖSS ye giren arkadaşlara buradan sesleniyorum. Bu blogtaki herkes bir zamanlar üst düzey "motor" du. Yanlış anlaşılmasın "Tercih Motoru" tabi ki. Bu tercih ve motorluk konusunda özellikle Spicoli çok yardımcı olabilir sizlere. Sonuçta sedürt gibi Kimya Mühendsiliği ile Tıp'ı aynı tercih potasında eritmiş değil.

8 Temmuz 2009 Çarşamba

Yazıklar Olsun Ramazan G.


Haber dün düşmüş internetteki haber sitelerine. Arkadaş linki göndermiş sağ olsun ama görünce şok olmanın ne demek olduğunu adam akıllı öğrendim. Bu adam lisede 4 sene boyunca ahlak polisi gibi dolaşmıştı resmen, ensemizde boza pişirmişti. Bahçede bi kızla yalnız dolaş, odasına çağırır fırçalardı, ailelere haber verirdi hemen yalan yanlış anlatıp. Dışardan bakan adam doğruluk dürüstlük, namus timsali sanardı. Buz dağının görünmeyen kısmında neler varmış demek ki.
Hele ki o son senemizde müdür yardımcısı olduğunda canımıza okumuştu. Sınıfta yiyecek yemeyi yasaklamıştı manyak, başkalarının da canı çekerse diye. Sınıfa mont astırmazdı sınıfın simetrisi bozuluyo diye falan filan. Böyle manyak bi adamdı işte.

Şimdi düşününce hala irkiliyorum, garip oluyorum resmen haber aklıma geldikçe. Bu adam 4 sene boyunca dersimize girdi, hocalık yaptı, kimi zaman geldi yatakhanede kaldı nöbetçi öğretmen olarak. Vay anasını arkadaş. Tüylerim ürperiyo yeminle. Şu dakikadan sonra insan içine çıkıp da nasıl biz Kütahya Fen Lisesi mezunuyuz dicez bilmiyorum.

Şu an için sadece kanıtlanmamış bi haber gibi duruyor ama açığa alınması ve savcılığın soruşturma başlatması küçümsenecek şeyler değil tabi. Ama yine de Hüseyin Üzmez gibi fazla hırpalanmadan salıverilecek gibi geliyor bana. Olayı gören polislerin biraz üzerine gidildiği takdirde ifadeleri değişebilir. Bu haberin çıkmasına ne kadar üzlüyosam bi yandan da bu adamın başına gelmesine o kadar seviniyorum inanın ki. Allah'ın sopası dedikleri buymuş demek ki. Hak ettiği cezayı fazlasıyla alır umarım. En azından bu olaydan sonra lavabodan çıkınca fermuarlarını kontrol etmeyi öğrenir. O da bişey.

Not: Fotoğraf da kendisi Pirelli kızı sanaraktan heveslenip okulu arka plana alarak çektirdiği 2007 ngfl takvimleri kataloğundandır.

7 Temmuz 2009 Salı

Julia Dream

sunlight bright upon my pillow
lighter than an eiderdown
will she let the weeping willow
wind his branches round
julia dream, dreamboat queen, queen of all my dreams
every night i turn the light out

waiting for the velvet bride
will the scaly armadillo
find me where i'm hiding
julia dream, dreamboat queen, queen of all my dreams
will the misty master break me
will the key unlock my mind
will the following footsteps catch me
am i really dying
julia dream, dreamboat queen, queen of all my dreams

Pink Floyd'un en 'underrated' şarkısı bana göre. Bir haftadır bağımlılık yaptı ben de acayip. Dinleyin, hak vereceksiniz.

4 Temmuz 2009 Cumartesi

Çocukken Yaptığım 5 Büyük Salaklık


5 Numara ilkokuldan. Arkadaşlarla canımızın sıkıldığı bir günde can sıkıntımızı giderebilecek bir formül yani bir oyun üzerinde çalışıyorduk.Sonra arkadaşla biraz sürtüşme yaşamaya başladık ve benim sözlü sataşmama arkadaşın taşla karşılık vermesi ve benim kaçmam neticesinde yeni oyunumuzu bulmuş olduk. Birbirimizi taşla vurmaca.Okul bahçesinin 2 tarafına geçip meydan savaşına tutuştuk.Hemen bazı kurallar koyduk.Belirli sınırları geçmek yasak ve uzaktan bombeleme atacaksın taşı. Taşlar bir o kalede bir bu kalede derken yerden bir taş almak için yeltendiğim anda kafamda derin bir acı hissettim. Oyun bitmişti.Kaybetmiştim.Kafamdan akan kanların hiç bir önemi yoktu artık.Kaybetmenin hırsı kanın korkusu ve kafamın acısıyla ağladım da ağladım.

4 Numara 'da yerde duran elma çöpünü ezmek için hızla ilerlediğim bisikletimle üstünden geçmeye çalışmam ve sonuç olarak çok pis dengemi kaybedip tepe taklak yuvarlanma sürecim.Gerçekten acı verici bir tecrübeydi. Neden elma çöpü, neden oradaydın ve beni üstünden geçmem için çağırıp cezbettin...!!!???

3 Numara'da saflık olarak da adlandırabileceğimiz 5-6 yaşlarında yaşadığım bir olay söz konusu : Önceki akşamdan kalmış karpuz kabuklarını anneme sürpriz yapmak için bir tencere suya atıp küçük piknik tüpün üzerinde pişirme girişimim.Annem eve gelince gördüğü manzara karşısında ağlamakla gülmek arası bir tavırla bana yaklaşmış ve sanırsam " Bizim çocuk mal mı çıktı acaba?" endişesine kapılmıştı. Bir de hakkaten iyi bir şey yaptım zannedip annemin tencereyi dökme girişimini engellemeye çalışmam ve "Akşam yeriz ki, belki babam yer" gibi serzenişlerle annemin dökmesine bozuk atmam olayın vehametine tuz biber ekmiştir


2 Numarada tüm aile fertlerinin(Anne ,baba, dayı,yenge,annenanne vs..) akşam oturup çay içtiği ve arka fonda da bir filmin döndüğü esnada gerçekleşen ve uzun süre aile meclisi gündemini meşgul eden bir hareketim mevcut. Filmin isminin ne olduğunu şu an tam olarak hatırlamıyorum fakat böyle uzaylı muzaylı bir filmdi.Filmin can alıcı sahnelerinden biri o zamanlar (5-6 yaşlarında) tabi ki anlamlandıramadığım ama filmi daha sonra izleyince bir uzay barında striptiz yapan bir kadının anlatıldığı bir sahneydi.Uzay filmi olması sebebiyle kadını biraz değiştirmişler tabi. Bu değişmiş hali de çocuk aklıma epey ilginç gelmiş olmalı ki " Aa 3 memeli Kadıın!!" diye bağırarak verdim tepkimi tüm aile fertlerinin önünde.Bu söz öbeği o kadar meşhur oldu ve o sene o kadar çok karşıma çıktı ki insan çocuk da olsa sıkılıyor bi süre sonra.Her gelen misafire de anlatılmaz ki canım. Bir ara yolda gördüğüm tanıdık tanımadık herkes tarafından" 3 Memeli Kadın Kid" olarak tanınmaya başlamıştım(ne çok tanımak kullandım yav aha bi daha)

1 Numara 'da dünyanın en genç şöförleri arasında yer bulabileceğim bir trafik kazam mevcut. Henüz 3.5-4 yaşlarında gerçekleştirdiğim bu trafik kazasının öyküsü şöyle. Annemlerin çalıştığı köye dayımın yapmış olduğu bir ziyaret sırasında uyuyor olmam ve beni uyandırmadan köyden ayrılmaları beni derin üzüntülere gark etmiş olmalı ki babamdan dayıma yetişmek için dışarıda garajda duran arabanın anahtarını istediğimi çok iyi hatırlıyorum. Susturulmak için verilen anahtarla hala nasıl olduğuna anlam veremediğim bir şekilde arabayı çalıştırdım (Şimdi bile istop ediyor meret) Ve boyum yetmediği için ayakta durma vaziyetinde gaza bastım.Gaza basmamla garajın duvarına girmem, garajın duvarının arabanın üstüne yıkılması ve arka tarafta duran dereye doğru uçmak için arabanın patinaj çekmeye devam etmesi benim için küçük fakat annemler için büyük bir olaydı. O esnada korku ve heyecanın tetiklediği ağlama ve çığlıklarım annemin ve babamın gelip beni o alametten kurtarmalarıyla son buldu. Bu olaydan sonra çocukluğum araba ilgisinden uzak geçti.Bi yönden de iyi oldu bu. Çünkü her lüks araba gördüğümde gidip "kaç yapıyo lan bu?" diye bakmak zorunda hissetmedim kendim. He bakmadım mı?Tabi ki de baktım.Ama içgüdüsel olarak değil.Tamamen hür irademle.


Tabi ki bunların kalibresinde hatta daha kötü bir çok olay yaşadım(k) küçükkene.Ama bazılarını ben unuttum bazılarını unutmak istiyorum.Yani Tsubasa nın hareketlerini stadyumda denemeye çalışmamız ve hüsranla sonuçlanması ,3-C ye yenildikten sonra bütün sınıfın hüngür hüngür ağlaması , içime don giymediğim bir beden eğitimi dersi günü falan hep bu unutmak istediğim sınıfa giriyor.(Sonuncusu abartı olabilir...) Çocukluk çok salakçaydı. "Keşke yeniden çocuk olabilsek" serzenişini de pek sevmem o yüzden.Ha hiç bir sorumluluğun yok bi tek o güzel. Paso it gibin koştur. Ama o salaklık da bi daha çekilecek dert değil be abijim.

3 Temmuz 2009 Cuma

The Lizard King


Bugün ölüm yıl dönümü. Son 15 dakikasında girebiliyorum bu postu. Başka hiçbir şey için de bu yoğunlukta bilgisayar başına geçmezdim. En güzel şiirleri yazmış, en güzel 27 yılı yaşamış, en güzel adam. Umarım dediğin gibi bütün şehveti ve heyecanıyla gelmiştir en sevdiğin, ölüm. Umarım oradaki bahçende güller vardır istediğin gibi ve diğer krallık göründüğü gibi açık ara en iyisidir. Bizi kandırdın, umarım kendisi kandırmamışsındır.

Wow, Im sick of doubt
Live in the light of certain
South
Cruel bindings.
The servants have the power
Dog-men and their mean women
Pulling poor blankets over
Our sailors

Im sick of dour faces
Staring at me from the tv
Tower, I want roses in
My garden bower; dig?
Royal babies, rubies
Must now replace aborted
Strangers in the mud
These mutants, blood-meal
For the plant thats plowed.

They are waiting to take us into
The severed garden
Do you know how pale and wanton thrillful
Comes death on a strange hour
Unannounced, unplanned for
Like a scaring over-friendly guest youve
Brought to bed
Death makes angels of us all
And gives us wings
Where we had shoulders
Smooth as ravens
Claws

No more money, no more fancy dress
This other kingdom seems by far the best
Until its other jaw reveals incest
And loose obedience to a vegetable law.

I will not go
Prefer a feast of friends
To the giant family.

Not: Biliyorum iyice leş kargası gibi oldum. Ancak ölülerin ardından geliyorum son zamanda buraya. Ancak dardayız. Genişlicez umarım yakında.

Ev Taşıyan Bir Öğrencinin Yaşadığı İnsanlık Dramı


Birkaç gündür ev taşıyorum. Genelde öğrenci dediğin pek sık ev değiştirir ama biz 3 senedir aynı evde oturuyorduk. Fakat ev arkadaşlarımın birinin yatay geçiş yapmasından, diğerinin de ailesiyle beraber eve çıkmasından mütevellit evi boşaltmak zorunda kaldık. Ev taşırken çektiğim çileleri, yaşanan duygusal sahneleri ve bir takım sırlı olayları sizlerle paylaşarak kafanızı şişirmek niyetindeyim.

Göz önünde duran kitaplardır ya da bilimum dvd'ler falan bunları hemen hallettim. Ama bir de buz dağının görünmeyen kısmı varmış dostlarım. Kitaplığımın alt tarafında bir kapaklı bölme var benim, hatta muhtemelen her kitaplıkta vardır ondan. İşte orayı bilimum gereksiz eşyalarla doldurdum 3 sene boyunca ve bu geçen seneler zarfında "ne varmış lan orda" diye hiç bakmadım, arada bir içini bi topladım bir iki parça çöp çıkardım sadece o kadar. Evi toplarken dolabın o kısmını güzelce boşalttım. Zamanında bana gelmiş tırt hediyeler, iki üç tane klavye ve mouse, üç torba ilaç, bir kavanoz bal, bir kutu aseton, üç gofret ve bir adet kaç yılından kaldığını bile bilemediğim paketi açılmamış prezervatif. Prezervatifi yıllardır saklandığı yerden usulca çıkarttım ev arkadaşlarıma gösterdim. Üçümüz birden acıyla başımızı öne eğdik ve karşılıklı susuştuk. Bazen sessizlik çok fazla şey anlatabiliyor.

Bana asıl sürprizi yapan şey ise yatağımın altı oldu şüphesiz. Hatırlıyorum bundan iki buçuk sene önce bir keresinde yatağımın altına çorap gitmişti bi tane. Dolap askılığıyla çoraba doğru uzanmış ve çorapla beraber gelen toz topaklarını görünce "oo ben hiç ellemiyim bu yatağın altını bi ara sağlam bi temizlerim" demiştim. Fakat o yatağın altı 3 sene boyunca hiç temizlenmedi. Ürkek tavırlarla yatağımın suntasını kaldırırken gördüğüm manzara hayal edebileceğimin de ötesindeydi. Öyle bir toz ve kir yumağı vardı ki oraya domates biber eksen yetişir gayet güzel. Zirai ilaç kullanılmadığı için organik tarıma da müsait.

Aynı yatağın altından bir buçuk sene önce esrarengiz bir şekilde kayıplara karışan terliğimin teki, bir sene önce arkadaşımdan alıp kaybettiğim ve kendisine "olm ben sana geri verdim onu, sen kaybetmişin" diyerek tırta bağlamama sebep olan flash bellek, bir sürü çorap, bir poşet dolusu sigara izmariti, iki bira şişesi, bir maden suyu şişesi ve tam 10 adet haşlanmamış kuru fasülye çıktı. Oradan çıkan her şeyin mantıklı bir açıklaması olabilir ama kuru fasülyelerin sırrını hala çözemedim.

Evde eşyaları toplarken "oğlum bir gün lazım olur dediğimiz ne varsa atalım" şeklindeki teklifim ev ahalisi tarafından coşkuyla karşılandı. Hiçbir zaman işe yaramaz o "bir gün lazım olur" eşyaları. Size tavsiyem taşınmayı beklemeyin onları atmak için. Evdekilerden birisi "olm dursun bigün lazım olur" mu dedi? Camdan pencereden atın biyerden. Arkadaş itiraz ederse onunla beraber atın.

Ayrıca son olarak şunu söylemek istiyorum; yağatımın civarlarına itinayla gizlenmiş olan garip bişey buldum. Böyle siyah bir deriye sarılmış garip bir şeydi. "Neymiş lan bu" deyip kesip açtım içinden bir takım arapça bir şeyler çıktı. Arkadaşlara sordum "bu ne" diye, onlar biri heralde sana büyü yapmış dediler. Bana büyü yapan ve kim olduğunu bilmediğim arkadaşa sesleniyorum buradan: "Manyak mısın?". Üç sene boyunca her işimin ters gitmesini, sınıfta kalışımı ve dolabımda yıllardır sessizce ambalajında yatmakta olan prezervatifi artık bu büyüye bağlıyorum. İçim rahat.

Tavsiye

#Baksana Talihe
#Ağlamak Güzeldir
#İnanmam
#Çaresizim
#Dudaklarında Arzu
#Gülmek İçin Yaratılmış
#Mektubumu Buldun mu?
#Bilemedim
#Senden Başka
#Güle Güle Sana
#Şimdi Sen Varsın
#Sen Bensiz Ben Sensiz

Bu albümü dinleyin. Dinlettirin. Sonra tekrar dinleyin. Çünkü çok güzel bi albüm olmuş. Bu şarkılar zaten güzeldi ama Göksel de pek bi güzel söylemiş. Seveceksiniz. Ha bi de şöyle güzel/yakışıklı bi sevgiliniz olsa da bağıra bağıra söyleseniz; "Şimdi sen varsın, hayat ne güzel. Şimdi sen varsın, mutluyum ben" diye.