30 Kasım 2008 Pazar
Haftanın Filmine Kısa Bir Bakış - 12
Yann Samuell`in yazip yönettigi 2003 yapimi filmin basrollerinde Guillaume Canet ve gecen yil aldigi Oscar ile artik herkesin yakindan tanidigi Marion Cotillard var. Film Türkiye`de, Ingilizce`ye cevirilen ismi baz alinarak "Cesaretin Var mi Aska" adiyla gösterildi. Orijinal adi olan Jeux D`enfants ise Fransizca`da "Cocuk Oyunlari" anlamina geliyormus. Filmi izleyen biri icin sasirtici degil tabi. Büyük bir aski La Vie en Rose sosuyla konu aliyor film. Bunu yaparken diger ask filmlerinden farkli bir yol tutturmus elbet. Masalimsi ve büyük keyif veren bir anlatim yolu secmisler. Ayrica film epey akici. Su yaziyi yazmadan önce söyle bir hatirlamak icin filmi actigimda bir türlü basindan kalkamadim ve bir kez daha büyük keyifle seyrettim. Dedigim gibi filmde masalsi bir anlatim var, onun icin aslinda biraz gercek üstü filmdeki ask. Yalniz bu noktada vermek istedigini gayet basarili vermesine engel olmuyor bu durum. Askin ne denli büyük bir tutku oldugunu ve tek basina diger herseyden daha agir tarttigini insanin gözüne gözüne sokuyor film. Ayrica cok begendigim bir Adem-Havva göndermesi var ki her izleyisimde zevkten dört köse oluyorum. Yine film boyunca izleyeni sasirtan sahneler cokca var. Tüm bunlari yaparken diger ask filmlerinden kendini hep ayri tutmayi basarabilen film, elbette ki finaliyle de "ve birbirlerini cok sevip sonsuza dek mutlu yasarlar" ask filmlerinden kendini ayri tutuyor. Tüm filme yakisan basarili bir finalle bitiyor. Ask filmlerini sevenler kesin izlesinler demiyorum, keyifli bir 1,5 saat gecirmek isteyen herkes kesin izlesin diyorum. Son bir cift söz de Acun'a: ''Var misin Yok musun'' öyle olmaz böyle olur. Iyi seyirler.
Haftanın Müzik Listesi - 12
29 Kasım 2008 Cumartesi
Taps ve Onurumuz
28 Kasım 2008 Cuma
Jasna`nın Dükkanı
27 Kasım 2008 Perşembe
Yüzeysel
Chevignon V-103 CH
26 Kasım 2008 Çarşamba
Paratroopers
Cpt Richard Winsters: "We are paratroopers, we are supposed to be surrounded."
Bu aralar Band of Brothers'a sarmış durumdayım. Kaçıncı defa izliyorum bilmiyorum ama geçenlerde savaş karşıtı şarkıları okuyunca aklıma geldi oturdum, başladım tekrardan. Vakit olursa bi ara uzun uzadıya diziden bahsedecem. Guarnere, Malarkey ve Speirs öperim ellerinizden.
25 Kasım 2008 Salı
Bir Lisan Bir Sürü İnsan
İngilizce'mi ilerletmek için dil kursuna başladığımı söylemiştim geçenlerde. Lisede hazırlık okumuştuk, hatta baya verimli olmuştu benim için lisede aldığım İngilizce dersleri. Lakin sınıftaki pek çok kişi içi aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Hatırlıyorum da şu İngilizce derslerini kaynatmak için neler yapılmazdı. “Hocam biz Türk'üz, İngilizce neden öğreniyoruz, kendi ülkemizde neden başka dil öğreniyoruz?” tandanslı argümanlar dönemin hararetli ergenleri tarafından sık sık dile getirilmekte idi. Hocamız da bu karakterlere dersin gerekliliğini anlatmaya çalışırdı lakin sizler de çok iyi bilirsiniz ki dostlarım hararetli, ergen ve de kendini sınıftakilere ispatlamaya çalışan bir bünyeye laf anlatmak kadar zor bir şey yoktur. Bu tartışmalar hiçbir sonuca varmaz hoca da dersi öyle kendi halinde işlerdi hatta çoğu zaman işleyemezdi bile. Sınıfta iki tane İngilizce hocasının sinirden ağladığını bilirim ben. Gerçi birinde biz haklıydık. Yine de üzülüyor insan tabi düşününce. Lakin ergenlik dönemi işte. Ah o dönemin harareti yok mu?
Dil kursunda bir karakterle tanıştım. Bu dil kursunda altı adet kur var. İngilizce'm iyiymiş baya. Beni dördüncü kurdan başlattılar. Bu adam birinci kurdan beri geliyormuş kursa. Hesapladım bu adamın şu ana kadarki dil kursu masrafı 2000ytl. Sordum adama “abi sen hazırlık okumadın o zaman” dedim, “yok hazırlık okuduk anadolu lisesiydi zaten benim ama o dönemler dinlemedik dersi bize İngilizce ne gerek diye, meğer lazımmış” dedi "eheheheehe" diye de ekledi sonra. Bir anda bizim dönemin hararetli ergenleri geldi gözümün önüne. "Aha" dedim "zamanın hararetli ergeni bu da". Ah dostlar zamanında hocaya karşı gelen dersi dinlemeyen asi gençler dil kursuna milyarlarca para bayılınca nasıl da hocanın ağzından çıkan her kelimeyi kafasına kazımaya uğraşıyormuş. Zamanında hoca soru sorduğunda ağzını büze büze cevap veren ya da onu bile yapmayıp bilmiyorum deyip kestirip atan öğrenci nasıl oluyormuş da “tiiyçır, tiiyçır” diyerekten tez canlı bir şekilde atlıyormuş her soruya hepsini tek tek tespit etmiş bulunuyorum. İnsan üzülüyor tabi bu sahnelere.
Sizlere sesleniyorum hararetli lise gençliği. Zor bir dönem geçiriyorsunuz, hormonlarınız falan çok acayip. Yine de önce bir oturun soluklanın. Gaza gelip “liseliyim abi, ben de bir birey oldum artık, küreselleşme karşıtıyım, bana Türkçe'den başka ne gerek” şeklinde hararetli beyanatlarda bulunmayın. Biliyorum ki ileride bir çoğunuz çeşitli ortamlarda “kapitalizm ne pis bir sistemdir, insanlar eşit olmalı, kimse kimseyi sömürmemeli” şeklinde beyanatlarda bulunarak ortamda prim yapmaya bu işten ekmek yemeğe çalışacaksınız. “Sosyal devlet” diyeceksiniz, “eğitimde fırsat eşitliği” diyeceksiniz, “ücretsiz eğitim diyeceksiniz”. Ondan sonra gidip de elin bilmem ne kültür derneklerine, dil okullarına İngilizce öğreneceğim diye milyarlarca para bayılacaksınız. Nerede küreselleşme karşıtı ergen, nerede sosyalist adam, nerede dil kursuna dünya para verip pişkin pişkin “tiyyçır” diyen tez canlı adam?
3 Film 3 Yorum
Önce Mustafa’yla başlayalım.İzleyen izlemeyen herkes tarafından o kadar eleştirildi ki,bu eleştiriler yapımın da önüne geçti.Filmi izleyince gördük ki bir çok eleştiri o kadar yersiz ve mantıksız ki.Hatta çoğunun yapımla uzaktan yakından ilişkisi yok.Tamamen ideolojik eleştiriler .Şimdi diyeceksiniz ki “ E herhangi bir yapıttaki görüş eleştirilemez mi?” Tabi ki eleştirilir.Hatta özellikle bu tarz filmlerde çekimden ya da filmografiden çok görüşler eleştirilmeli.Fakat “Can Dündar Atatürk’e nasıl Mustafa diye hitap eder” şeklinde bir eleştiri de benim mantığımın sınırlarını zorluyor açıkçası.Dogmalarla savaşan bir liderin nasıl dogmaya dönüştüğünü başka bir yazıya saklayalım.Film hakkında ise bende bir “Sarı Zeybek” etkisi bırakmadı diyebilirim.Fakat bazı fotoğraflar gayet iyiydi.Can Dündar’ın birkaç yorumu gerçekten sert olmuş ki zaten kendisi de bunların yersiz olduğunu kabul etti.Filmin bu kadar tartışılması herhalde en çok Can Dündar’ın işine gelmiştir.Şahsen ben de birçokları gibi “Neden bu kadar eleştiriliyor acaba? ” diyerek gittim filme.
İkinci film ise Osmanlı Cumhuriyeti.Açıkçası pek beğenmedim.Tamam bir mizah filmi fakat yine de Mustafa!’ nın(Atatürk) olmadığı bir Türkiye çok çok daha farklı görünürdü bence .Tabii ki bu görüntüyü vermek o kadar kolay değil.Bütçe gerektiren işler.Gani Müjde bir röportajında filmi çekmek için sarayları bile kullanamadığından bahsediyordu. Biz de kalktık adamdan dev bir “Kelebek Etkisi” bekliyoruz. Ama filmle ilgili beni asıl rahatsız eden şey ise gereksiz bir milliyetçilik pohpohlamasıydı.Yıllardır Türk Eğitim Sistemi’nin kafalarımıza sokmaya çalıştığı fakat gerçek hayatta bir türlü karşılaşamadığımız “Türk” imajı en sulu haliyle aktarılmaya çalışılmış bence.Filmin sonu için ise hiçbir şey diyemiyorum.Resmen üstteki filme yapılan eleştirilerin! sahiplerine oynanmış .Gereksiz olmuş .Filmin tek artı yönü Ata Demirer’in oyunculuğuydu bence.Gayet başarılıydı.
Son filmimiz Issız Adam. Seviyorum Çağan Irmak sinemasını .Gerçekten de anlatmak istediğini çok etkili veriyor filmlerinde.Bu filminde de “Mustafa Hakkında Her Şey” havası sezinledik.Bence gayet güzel ve bir o kadar da gerçek bir filmdi.Ya da duygusal bir dönemime denk geldi de o yüzden mi beni böyle etkiledi orasını bilemeyeceğim.Fakat bir şekilde yakaladı beni işte.Yönetmenin de dediği gibi hepimizin bir şeyler bulabileceği bir film olmuş.Ayrıca müzikleri de inanılmaz.Ayla Dikmen'den Anlamazdın,Sibel Egemen'den Yalnız Adam,Semiramis Pekkan'dan Bana Yalan Söylediler,Nil Burak'tan Yalnızım Ben, gerçekten de harika şarkılar harika yorumlar.Hatta bir yerinde Fransızca bir şarkı çalıyor ki yurda geldiğimden beri döndürüyorum resmen(bkz. Michael Fugain-Une Belle Histoire)
Yine de 3 film için de Türk Sineması adına birer kazanç diyebiliriz.Özellikle Issız Adam’a mutlaka gidin derim ben.
24 Kasım 2008 Pazartesi
Ölümsüz
Bugün 24 Kasim. Belki pek coklarinin aklinda ögretmenler günü (aka 5 Ekim) olarak animsanan bir tarih. Kutlariz da yeri gelmisken. Benim gibi bazilarinin ise 24 Kasim`da ilk aklina gelen Freddie Mercury`dir. Bugün sadece Queen dinlenir. 17 yil oldu, hala her yerde sesin yankilaniyor. Huzur icinde yat müzik tanrisi. Merak etme, sov devam ediyor ve o zavalli cocugu kimse unutmadi.
En İyi 10 Savaş Karşıtı Şarkı
Chinese Democracy
Ben kendimi bildim bileli bu albüm cikacak diye beklerdi millet. Nihayet dün cikti. Yalniz bu kadar beklentiye inanilmaz bir albüm olmasi lazim ki begenilsin. Henüz dinlemedim; ama sanmiyorum o ayarda bir albüm oldugunu. Yine de 15 yillik özlemi bitti Guns N` Roses severlerin. Müzik dünyasi da cikti mi cikacak mi stresini atlatmistir. Dinleyen dinlemeyen hepimiz rahatladik. Hadi gecmis olsun.
23 Kasım 2008 Pazar
Haftanın Filmine Kısa Bir Bakış - 11
Gerçekten de eğlenceli bir yönetmendir Tim Burton. Bu yapımı da onun eğlenceli yönünün bir ürünü zaten. Sinema dünyasında filmin türüne “stop-motion müzikal” diyorlar.(bkz Empire) Fakat sokaktan geçen bir amcaya izletip sorsak “çizgi film” der herhalde.Filmin konusu ise birçok farklı şekilde yorumlanmış fakat bir türlü istenilen başarıyı elde edememiş bir tema: Noel. Fakat film Amerikan Sineması’nın Noel’i satmak amaçlı yapımlarından çok ayrı tutulmalı. Öte yandan ironik bir şekilde film Noel ruhu yerine “kendi ruhunu “ sattı diyebiliriz.Her yerde filmin ürünlerini (Tişört,çanta,ayakkabı vs vs.)görmek kuvvetle muhtemel.Hatta bir ara bu durum Umut Sarıkaya karikatürlerine de konu olmuştu.Bu kadar sık karşılaşılınca da filme önyargıyla yaklaşmak çok normal.Açıkçası bana da izlemeden önce “Bu ne lan? Her yerde yok Jack yok Sally yok filmden bi kare.Yeter artık” dedirtmişti.Fakat izleyince bütün bu yargılar kaybolup yerini tatlı bir tebessüme bıraktı.Bağımlısı olduğum şarkılarını kaç kere dinlediğimi ben de bilmiyorum.Balkabağı Kralı Jack’le inanılmaz keyifli bir müzikal maceraya girmek isteyenler için şiddetle tavsiye edilir.
Baltaları Hazırlayın
Yazıların giriş kısmını bi türlü becerememişimdir zaten, yine uzun uzun düşündüm acaba nasıl girsem konuya diye ama gene de bulamadım. Uzatmadan direk konuya dalış yapıyorum o yüzden 6 Aralık'ta memleketimize konser yılının son bombası olarak İsveç'in gururu Amon Amarth geliyor. Biletler de gayet uygun, normal giriş 34 ytl, sahne önü 56 ytl. Zaten Amon Amarth'ı bilenler, sevenler çoktan bilet için bütçe ayırmışlardır da bu tarz müzik sevip de haberi olmayanlar varsa diye belirtmek istedim ben de.
Son albümleri Twilight of the Thunder God'ın tanıtım konseri şeklinde olacak muhtemelen konser. Fakat eski albümlerinden de parçalara çalacaklardır mutlaka, zaten Pursuit of Vikings olmadan olmaz. Son albüm demişken With Oden on Our Side'un üstüne daha ne yapacaklar derken, adamlar yine döktürmüş. Hala aynı gazı alabiliyorsunuz şarkıları dinlerken, şarkı sözlerine baktığınızda Viking'leri merak ediyorsunuz, elinize baltayı alıp dağa bayıra sefere koşasınız geliyor, gelmesi lazım yani, gelmiyorsa gitmeyin konsere.
Son olarak da konsere gidecek olanlara ufak tavsiyeler verelim; imkanınız varsa saç uzatın, kalın giyinin, kışın o soğuğunda Parkorman'da üşütmeyin, birazcık da Viking mitolojisine göz atın.
Haftanın Müzik Listesi - 11
22 Kasım 2008 Cumartesi
Ali Haydar
Birkac gün önce sinavlardayim, dardayim demistim. Hasili, bugün bitti, ferahladik. Kücük bir gelenegimiz var arkadaslarla, sinav dönemleri sonunda beraber bir yemege cikiyoruz. Bugün de nereye gitsek diye düsünürken, birinin Ali Haydar`a gidelim demesiyle Samatya`ya dogru yola düstük sinav cikisi. Mekani bulduk, fiyat, durum falan bir gözden gecirdik. 60 Ytl olan sinirsiz menüyü usta sag olsun 50 Ytlye ayarladi bize kisi basi. Aksama gidilmesi üzerine karar verdik. Bu bildigimiz Sener Sen`li, Türkan Soray`li Ikinci Bahar dizisinin cekildigi "Ali Haydar Ikinci Bahar" adli restoran bahsettigim. Daha sonra Ali Haydar Usta`dan ögrendigimize göre diziden sonra restore edilmis mekan ve hizmet vermeye baslamis. Biz dizide izlerken sadece setmis yani oralar. Hatta kebaplari Vakkas`in dükkanda pisiriyorlarmis, cekim icin karsiya getiriliyormus.
21 Kasım 2008 Cuma
Yalnızlık
20 Kasım 2008 Perşembe
Efsane Türk Dizileri - Bizimkiler
Dizi 1989 yılından 2002 yılına kadar, her pazar Parliament Sinema Kulübü'nden önce; sırasıyla Trt 1, Star Tv ve Show Tv'de yayınlanmıştır. 46o bölüm boyunca yönetmenliğinı Yalçın Yelence üstlenmiştir. Dizide birçok usta oyuncu rol almıştır; Erdal Özyağcılar, Savaş Dinçel, Ercan Yazgan, Halit Akçatepe, Salih Kalyon, Aykut Oray, Ali Uyandıran, Rutkay Aziz bunların sadece en tanınanları. Dizi bir apartmanda yaşayan 7 farklı ailenin günlük hayatlarını ve birbirleriyle ilişkilerini anlatmaktadır. O kadar üzün sürmüştür ki Nazan ve Şükrü'nün oğlu Ali her bölümün sonunda o harika müzik eşliğinde olayları kendi gözünden anlatırken ilkokuldan başlayıp nişanlanmaya kadar gitmiştir, siz düşünün artık. Pazar akşamları dizi bittiğinde yatak vakti gelmiş olurdu çocuklar için ve pazartesi sendromu başlardı.
Dizide her karakter ayrı bir alemdir deyim yerindeyse. Sarhoş Cemil, Kapıcı Cafer, Yönetici Sabri, Eskici Hüseyin, Almancı ailesi ve Halis, katil, Cenap Beyler, Çaycı Abbas, Muhasebeci Ergun... Her bir karakterin de kendine özgü dillere düşmüş bir repliği vardır. Mesela katili vatandaşa cart curt yok derken, Sarhoş Cemil'i koş Sevim katil geldi ya da benim adım Cemil derken, Çaycı Abbas'ı cıvık müdürüm afedersin derken duyarsınız genelde.
Almancıların oğlu Halis'in, tertibiyle birlikte kadın merakı (yumuşak yumuşak), Eskici Hüseyin'in (aslanım) Halil Pazarlama'nın mali gücünden faydalanmak istemesi ve bunun için kardeşini kullanması, Kapıcı Cafer'in de karısı sebebiyle kayınpederi Halil Pazarlama'ya (kırarım boynuzunu iblis) yalakalık yapması, Nazan ve Şükrü'nün kızları ve damadı ile bitmeyen sorunları, Raşit ve Nimet'in kavgaları, Yönetici Sabri Bey, karısı ve kayınvalidesi, Sabri Bey'in Cafer'e her seferinde zabıt tutmak isteyip tutamaması, Çaycı Abbas vs Muhasebeci Ergun...
Diziyle ilgili yazılabilecek o kadar güzen anı ve not var ki hangisini yazacağını şaşırıyor insan gerçekten. Her karakteri kendi çapında efsane olabilmeyi başarmış ayrı ayrı fan grupları olan karakterler. Benim favori karakterim Çaycı Abbas'dır bu dizide. O, cıvık müdürüm afedersin lafı bunun en önemli sebebi. Çok acayip bir replik hakkaten.
Diziyle ilgili olarak zamanında Kemal Sunal'ın oynadığı Kapıcılar Kralı'ndan çakma gibi yorumlar okudum internette araştırırken, doğrudur etkilenmiş oldukları belli filmden. Zaten Cafer de bu rol için Kapıcılar Kralı karakterini kendine örnek aldığını belirtmiş daha önce. Diğer karakterler ve ilişkiler de yer yer bi hayli benziyor.
Bu kadar uzun bir diziye bu kadar kısa yazı ayıp olacak; ama aklımda kalamlar bunlar malesef. O kadar çok karakter, bahsedilecek o kadar çok şey olunca toparlaması da zor oluyor. Ben de daha fazla dağılmadan bitireyim istedim. Yine bu da vardı, aa şu nasıl olur da unutulur dedikleriniz varsa yorumlarda birlikte hatırlayalım derim. Bu diziyi izleyemeyip şimdiki dizileri kaçırmayanları görünce içimden ulan ne şanslıymışız diyorum kendi kendime. Şimdi yayınlasalar yine oturur izlerim, iki dakika dahi sıkılmadan. Öyle mükemmel bi diziydi Bizimkiler. Dizide rol alıp da ölmüş olanların, toprağı bol olsun diye de bitireyim artık.
19 Kasım 2008 Çarşamba
Boşanma Üzerine
Daha önce evlilik müessesi hakkında fikirlerimi belirtmiştim. Toplumun gözünde evliliğin bu kadar önemli bir şey olmasına anlam veremediğim gibi bu boşanma meselesine de toplumun neden genelde karşı çıktığına da hiçbir zaman anlam verememişimdir.
Sabahları yayınlanan kadın programlarından birini izliyordum geçen gün. Kahvaltımı yaparken genelde izlerim sabah programlarını da yarım saat kadar. O programları izlerken iq seviyemin kademe kademe düştüğünü, aptallaştığımı hissedebiliyorum. Lakin kadın programını izlemeyi bıraktıktan 5 dakika sonra beyninizin tekrar çalışma belirtileri göstermeye başladığını, 2 saat sonra düşünme belirtileri gösterdiğini 24 saat sonra ise vücudun tüm zehri dışarı atıp normal fonksiyonlarına döndüğünü biliyor muydunuz? Neyse konumuz bu değil. Bizim inanılmaz ahlaklı televizyon kanallarımız ve de onların kanallarına topladığı ahlak bekçisi bilir kişiler yine topluma ahlak dersi vermekteydiler. Konu boşanmaya geldi. Son yıllarda boşanmanın iyice arttığından bahsediyorlardı.
“Son yıllarda boşanma oranı gittikçe arttı, istatistikler son 10 yıl içinde eşlerin boşanma oranının yüzde bilmem kaç arttığını gösteriyor”. Bu cümleler tanıdık geliyor değil mi? Haber bültenlerinde arkada dramatik bir müzik, bu haberi korku ve dehşetle, “nereye gidiyoruz biz ülke olarak” düsturuyla anlatan bir spiker...
Gerçekten kötü bir şey mi peki boşanmak? Boşanma yüzdesinin düşük olması toplumun ahlaki açıdan gerçekten düzgün olduğunu mu gösterir? Bakıyorsun adam karısını dövüyor her türlü eziyeti ediyor ama boşanmıyorlar. Hadi bu dayak çok uç bi örnek oldu diyelim, kadınla adam anlaşamıyor sadece, şiddet yok şiddetli geçimsizlik var, ama boşanamıyorlar. Kadın boşanmaya cesaret edemiyor bir türlü. Dul damgası yemek istemiyor toplumdan. Ya da ekonomik özgürlüğü yok, tek başına bir birey değil bu toplumda. Ve bu insanlar boşanmayınca ahlaklı sayılıyor toplumumuz. Sürekli kavganın gürültünün içinde yetişen çocukları kimse düşünmüyor, onların nasıl birer birey olacakları ilgilendirmiyor kimseyi. Boşanma yüzdesi önemli olan. Düşükse problem yok.
Bu ülkede boşanmanın artması kadının artık kendini ezdirmediğini, artık ekonomik olarak özgür, düşünce olarak özgür tam anlamıyla bir birey olmaya başladığını gösteriyor. Erkek egemen bir toplum olmaktan uzaklaşanı, kadının da söz sahibi olmaya başladığı bir toplum. Kadının toplum tarafından anlamsızca damgalanmaktan korkmadığı, kadının kimseden korkmadığı bir toplum. O yüzden arka plana “requiem for a dream” müziği dayanmış “ahlak sistemimiz çöktü” tandanslı boşanma yüzdesi arttı haberlerinden pek de korkmamak lazım.
Sınırları Zorlamak
Bu aralar epey yavasladik malesef, acikcasi gecerli de sayilabilecek bir sebep var ortada. Kendi adima 5 gün 5 vize adli insanin sinirlarini yoklayan bir mücadelenin icinde oldugumu söyleyeyim. Diger arkadaslarin da sinav dönemlerine denk gelince hos olmadi tabi, ama bu sikintili dönemde yazilacak seyler hep aklimda birikti. Birkac güne tempoyu artirarak yola devam ederiz. Ben yine kafami notlarin, kitaplarin arasina gömeyim.
18 Kasım 2008 Salı
`74 - `75
Bahsetmek istedigim, daha dogrusu duyurmak istedigim bir sarki var. Pek bilinen bir sarki degil haliyle. Sarkiyi yapan grup olan The Connells, müzik piyasasinda hicbir zaman kendine yer edinmeyi basaramamis, söylemek gerekirse basarisiz bir grup. Ne var ki o basarisizlik icinde bir sarki yapiyorlar ki müthis bir is. "One Hit Wonder" adi altinda yapilan tek seferlik müthis isler listelerinin de müdavimlerindendir bu sarki. Haftanin listesine falan koyup da digerlerinin arasinda erimesine icim el vermedi, hem fazlasiyla ayri bir post olmayi da hak ediyor zaten. Teknosa`da duymustum ilk kez. Koca magazanin icinde sarki bitmeden, sarkiyi calan cihazi bulmak gibi kücük capta bir macera yasatti. Sansim yaver gitti, buldum cihazi. Sarkinin adi "`74-`75" ti. Eve geldim, buldum sarkiyi falan, müthis bir histi. Klibi de cok güzeldir, gerci isin bu kismi kendi yasanmisliklarima pay cikarmamdan dolayi da olabilir. Umarim begenirsiniz. Youtube`a ulasamayanlar icin bir de söyle birsey var.
17 Kasım 2008 Pazartesi
Haftanın Filmine Kısa Bir Bakış - 10
Filmde Nicholas Cage Ukraynalı bir ailenin büyük oğlu olarak Amerika'ya çalışmaya geliyor ve çalıştığı lokantada silahlı çatışma sonucu birbirini öldüren insanlar görmesiyle hayata bakışı değişiyor. Bu andan itibaren bir silah kaçakçısı olarak, silah kaçakçılığının nasıl yapıldığını, ne gibi prosedürleri olduğunu, alıcıları satıcıları hepsini gözler önüne seriyor. Bunu yaparken de silah kaçakçılığının kötü birşey olmadığı izlenimi veriyor seyirciye.
Filmle ilgili en çarpıcı ve filmi özetleyen cümle ise şu belki de; "Here are over 550 million fireams in worldwide circulation. Thats 1 firearm for every 12 people on the planet. The only question is how do we arm the other 11?"
Dünya üzerindeki savaşlar, silah kaçakçılığı ve insan hayatının nasıl harcandığı konusunda harika bir film. Kaçırmamanızı öneririz, iyi seyirler.
16 Kasım 2008 Pazar
Farkedin Beni
Mesela yabancı uyruklu bir hocamız var, sürekli İngilizce konuşuyor haliyle. Günlerden bir gün derste bu hocayla gremer konularından sorumlu olan Türk hocamız sohbet etmeye başladılar İngilizce. Konuştukları konular memleket neresi, hangi okulda okudun falan gibi inanılmaz tırt, bilmenin insan hayatına en ufak bir getirisi olmayacak konular. Ama İngilizce konuştukları için bir de dil kursuna iyi bir meblağ ödediğimiz için pür i dikkat dinliyoruz bu iğrenç muhabbeti. Bu ikisini dinlerken yanımda oturan kıza kayıyor gözüm ara ara. Hoca memleketini söylüyor, yaşını söylüyor kız onaylarcasına başını sallıyor. Hoca hobilerinden bahsediyor biraz daha uzun cümleler kuruyor kız daha bir coşkuyla sallıyor kafasını. Hani arkadaşınla konuşurken arkadaşın güzel bir tespit yapar sen de kafanı onaylarcasına sallarsın ya işte aynı o pozisyon. Konuşulanları anladığını herkes görsün istiyor. Diğer insanların anlamadığını sadece kendisinin anladığını sanıyor. Hoca da onu fark etsin istiyor. O yüzden kafanın sallanma hızı ve periyotu gittikçe artıyor zaten. Cümleler uzadıkça daha bir coşuyor kafa. Arada bir kız tebessüm ediyor, gözlerini kısıyor kafa da hala sallanmaya devam ediyor. O anı bir kameraya çekseler, sahnede sadece o kız ve de konuşan hocalar olsa, o görüntüleri sessiz bir şekilde izletseler sanırsınız ki iki adam hayatın anlamını çözüyor, tarihe damgasını vuracak laflar ediliyor orada. Lakin değil işte. Az buz İngilizce bilen bir insanın bile çok rahat anlayabileceği inanılmaz basit diyaloglar sadece.
İnsanoğlunun dikkat çekme çabası çok komik geliyor bana nedense. Daha doğrusu şöyle diyeyim dikkat çekebileceği hiçbir özelliği olmamasına rağmen dikkat çekmek, ilgiyi üzerine çekmek için kendisini parçalayan insanlar komik geliyor. Şu insanları bir gün bir adaya toplasalar, onlara “arkadaşlar sizi kimse umursamıyor ama biz sizi umursuyoruz ve ne yaptığınızın farkındayız” deseler, hatta sırtlarına pıt pıt diye güven verircesine dokunsalar, onların öz güvenleri yerine gelse, bir daha yapmasalar böyle şeyler, dünya barış ve huzur içinde yaşasa, insanlar kırlarda çırılçıplak koşsa...
Dipnot: Aslında bu konu hakkında çok daha absürt örneklerim var elimde ama onları da başka bir zaman yayınlayayım, böyle girizgah yazısı olarak kalsın bu da.
Herşey Sende Gizli
Kanatların çırpındığı kadar hafif..
Kalbinin attığı kadar canlısın
Gözlerinin uzağı gördüğü kadar genç...
Sevdiklerin kadar iyisin
Nefret ettiklerin kadar kötü..
Ne renk olursa olsun kaşın gözün
Karşındakinin gördüğüdür rengin..
Yaşadıklarını kar sayma:
Yaşadığın kadar yakınsın sonuna;
Ne kadar yaşarsan yaşa,
Sevdiğin kadardır ömrün..
Gülebildiğin kadar mutlusun
Üzülme bil ki ağladığın kadar güleceksin
Sakın bitti sanma her şeyi,
Sevdiğin kadar sevileceksin.
Güneşin doğuşundadır doğanın sana verdiği değer
Ve karşındakine değer verdiğin kadar insansın
Bir gün yalan söyleyeceksen eğer
Bırak karşındaki sana güvendiği kadar inansın.
Ay ışığındadır sevgiliye duyulan hasret
Ve sevgiline hasret kaldığın kadar ona yakınsın
Unutma yagmurun yağdığı kadar ıslaksın
Güneşin seni ısıttığı kadar sıcak.
Kendini yalnız hissetiğin kadar yalnızsın
Ve güçlü hissettiğin kadar güçlü.
Kendini güzel hissettiğin kadar güzelsin..
İşte budur hayat!
İşte budur yaşamak bunu hatırladığın kadar yaşarsın
Bunu unuttuğunda aldığın her nefes kadar üşürsün
Ve karşındakini unuttuğun kadar çabuk unutulursun
Çiçek sulandığı kadar güzeldir
Kuşlar ötebildiği kadar sevimli
Bebek ağladığı kadar bebektir
Ve herşeyi öğrendiğin kadar bilirsin bunu da öğren,
Sevdiğin kadar sevilirsin...
Can Yücel
Haftanın Müzik Listesi - 10
15 Kasım 2008 Cumartesi
Nba in Ankara?
***
Bu sözler Türk Telekom Basketbol Takımı Genel Menajeri İrfan Yücesoy'a ait. Türk Telekom son yıllarda internet kullanıcılarından söğüşlediği paralarla (bunu da yazıyoruz ya blogu kapatmazlar inşallah) basketbola önemli yatırımlar yapıyor. Sezon öncesi burada da belirttiğimiz Türk Telekom Internationals Cup bunun ilk ayağıydı. Cem Yılmaz sayesinde de iyice artan gelirleri ile Türk Telekom Nba ile böyle bir anlaşmayı gerçekten yapmış mıdır bilemiyorum. Bir menajer çıkıp bu kadar net konuşuyorsa dikkat etmek gerek, haybeden sallayacak hali yok. Yine de Nba takımlarının bu gibi yurt dışı organizasyonlarını ne kadar sevmediğini az çok bildiğimden olaya şüphe ile yaklaşıyorum, bunun önemli bir etkeni de haberi yayınlayan sitenin Türkbasket olması. Herhangi bir başka yayın organında bunu duymamış olmak ve Türkbasket'in geçmişteki tecrübeleri beni böyle düşünmeye iten sebepler.
Ama diğer taraftan düşününce de güzel olur biz Ankaralılar için. Öncelikle salon bi yenilenir, yoksa o giriş turnikelerini gören Stern ilk uçakla geri götürür gelen takımı. Bir de tabi televizyondan izleyip iç çektiğimiz oyuncuları canlı izleme fırsatı bulmuş oluruz. Şimdilik bunun için konuşmak çok erken tabi ama olursa Lakers'ı istiyorum Ankara'ya eheh. Ama yine de biraz etraflıca düşününce İstanbul varken her organizasyonda olduğu gibi kaymağı onlar yer, gerekirse maç İstanbul'da oynanır. Zor yani.
14 Kasım 2008 Cuma
Akvaryum Lavabo Parametresi
13 Kasım 2008 Perşembe
Fest-i Kült
AFSDG Kültürlerarasi Film Festivali`nin bu yil 4. sü yapiliyor. 14- 20 Kasim tarihleri arasinda gerceklesecek bu yilki festival. Ankara`da, Kizilay Büyülü Fener Sinemasi`nda gösteriliyor filmler. Festivalde degisik ülkelerden filmlerin yani sira görmek isteyenler icin film atölyeleriyle ilgili de bir bölüm var. Festival hakkinda daha fazla bilgi icin de söyle buyrun. Film listesine söyle bir baktim, 2 film dikkatimi cekti. 1994 Makedonya yapimi, en iyi yabanci film oscar adayligi bulunan Before the Rain ve 2006 Cin yapimi Tuya`s Marriage. Özellikle Before the Rain`i firsat bulabilirseniz görmeye calisin derim. 15 Kasim Cumartesi 21:00`da Before the Rain, 17 kasim Pazartesi 21:00`da ise Tuya`s Marriage gösterilecek. Keyifli seyirler.
All-Star 2009
Nba 2008-2009 sezonu All-Star maçı için oy verilebilecek oyuncular açıklandı ve oylamalar başladı. Bu sezon All-Star hafta sonu Arizona-Phoenix'de yapılacak. Açıklanan listelere göre 6 oyuncuyla Phoenix Suns ve Houston Rockets en çok oyuncu bulunduran takımlar ilk 5'ler için, hemen arkalarından da geçen yılın finalistleri Lakers ve Celtics geliyor 5 oyuncuyla. Bu takımların oy aldıkları takdirde sahaya ilk 5'leri ile çıkma ihtimalleri var açıkçası.
Bizimkilerden ise Mehmet ve Hidayet direk oy verebileceğimiz oyuncular listesinde yer alıyor. Memo zaten Las Vegas'da bu onura ulaşmış, Hidayet ise geçen yıl birçok kişinin hak ettiğini düşünmesine rağmen all-star olamamıştı. Kısmetse bu yıl artık. Evet, oylarımızı verelim. Ne demiş Mr. Obama; change we need, vote.
12 Kasım 2008 Çarşamba
Zezé'nin Öyküsü
Jose Mauro De Vasconcelos`un müthis üclemesinden biraz bahsetmek istiyorum. Seker Portakali - Günesi Uyandiralim ve Delifisek`ten olusuyor üclü. Kahramanimiz Zeze`nin yasamindan belli yillari iceriyor her biri. Seker Portakali`nda yeni okula baslayan bir cocuk olan Ze, Günesi Uyandiralim`da 12-13 yaslarinda Delifisek`te ise artik delikanlilik cagindadir. Kitaptaki karakter Ze, yani Jose yazarin ta kendisi.
11 Kasım 2008 Salı
Tekirdağ'da
10 Kasım 2008 Pazartesi
Türk Sinema Tarihinin En İyi 10 Aktörü
On numara için son dönem Türk Sineması’ndan bir isme yer vermek istiyordum.O yüzden de Erkan Can’la Haluk Bilginer arasında gittim geldim.İkisi de büyük oyuncu bence.Epey de kararsız kaldım.Fakat yurtta yaptığım küçük bir kamuoyu yoklaması galibi belirledi.1977 de İngiltere’ye gitmiş Haluk Bilginer.Londra Müzik ve Drama Sanatları’nda eğitimini tamamladıktan sonra EastEnders adlı TV dizisinde 250 bölümde rol almış.Harem Suare ve Fasülye Filler ve Çimen gibi gösterildikleri dönemde hak ettiği değeri alamamış projelerde yer aldı.Son yıllarda ise daha göz önünde projelerde rol alıyor Haluk Bilginer.Beni en çok etkileyen performansları ise Tatlı Hayat dizisinde ve Zeki Demirkubuz’un Masumiyet filminde sergiledikleridir.Özellikle Masumiyet’le oyunculuk dersi vermiştir diyebiliriz.
9.Metin Akpınar
İsmi hep Zeki Alaysa’yla birlikte anıldı.Ama onun değil de Metin Akpınar'ın bu listede olmasının sebebi kalitesinin göstergesidir.kendisi asıl olarak İstanbul Üniversitesi Hukuk ve Edebiyat fakültelerinden mezun çift diplomalı bir ağabeyimizdir.İlk meşhur olduğu proje ise Türkiye’nin ilk kabaresi olan Devekuşu kabaresidir.Aynı zamanda kabarenin kurucuları arasında olan Metin Akpınar burada Zeki Alaysa ile müthiş bir eküri olmuştur.İnanılmaz bir sese sahiptir.Çok kereler kaset teklifi gelse de kabul etmemiş zamanında.Bir kaç filminde performansını izleme şansına sahip olduk (bkz. Buraya)Propaganda ve Abuzer Kadayıf' tan sonra iyi bir projede göremedik kendisini.Özellikle son yer aldığı Eve Dönüş 1915 bence epey başarısızdı.Ama bu onun yeteneğini ve başarısını gölgeleyemez tabi ki.
8.Münir Özkul
Asıl ününü tiyatro sahnesinde edinmiştir.Kavuk'u İsmail Dümbüllü'den almış ve Ferhan Şensoy'a vermiştir.Ondan sonra kavuk tartışması aldı yürüdü zaten.Türk sinemasında “iyi” diye tabir ettiğimiz hemen her karakteri canlandırdı galiba Münir Özkul.Dile kolay 400’ e yakın sinema filmi.Yeri geldi namuslu ve iyi kalpli aile babası oldu yeri geldi vefalı bir arkadaşı canlandırdı.Oynarken filmin içine o kadar giriyor ki karakter gerçeğe dönüşüyor.Siz de film izlediğinizi unutup gerçek bir insanın hayatını izlediğiniz hissine kapılıyorsunuz..Bir çok filmde karı koca olarak karşımıza çıktıklarından onun da ismi Adile Naşit’ le özdeşleşmiş.Beni en çok etkileyen ve en popüler performansları ise Yaşar Usta ,Turşucu Kazım Efendi ve Mahmut Hoca’dır.Hastalığının (Alzheimer) ilerlemesiyle son filmi de Dar Alanda Kısa Paslaşmalar oldu üstadın.Yıllardır süregelen vefasızlık örnekleri onda da vuku buldu doğal olarak.Bütün medya da gözünü dikmiş bekliyor “ölsün de nasıl bir üstad olduğundan bahsedelim” diye.
7.Uğur Yücel
Türk sinemasında yetenekli ve yaptığı işe çok değer veren isimlerin başında geliyor Uğur Yücel. Muhsin Bey filminde canlandırdığı Ali Nazik karakteri için 2 ay Urfa’da kalmış ve yörenin şivesini öğrenmeye çalışmıştır.(bkz. Buraya )Beni en çok etkileyen performansları ise Arabesk’te Gazinocular Kralı,Muhsin Bey de Ali Nazik ve Eşkıya da Cumali dir.2004 yapımı Yazı Tura filminin de yönetmeni ve senaristi olarak Altın Portakal almıştır.
6.Kadir İnanır
Nam-ı diğer Deli Kadir.Türk Sinema tarihinin belki de en karizmatik oyuncusudur.Çoğu filminde Hem romantik hem de kadınını sahiplenen maço ve güçlü erkek modelini canlandırmıştır.bkz(Devlerin Aşkı ve Selvi Boylum Al Yazmalım)Bu erkek modeli Kadir İnanır’la o kadar özdeşleşmiş ki zamanında “Kadirizm” felsefesini doğurmuş.Mahallemizin gençleri de bu felsefeye uyup sap dolaşıp çok adam tartaklamıştır.Tatar Ramazan ‘da bu modeli sosyalizmle özdeşleştirmek istemiş Kadir ağabeymiz fakat oturmamış o ceket ona.Zaten çok sonraları bobilere malzeme olmaktan öte geçemedi Tatar.(bkz Buraya )Ama oyunculuğuna lafım yoktur Kadir İnanır’ın.Selvi Boylum Al Yazmalım, Yılanların Öcü ve Dila Hanım filmleriyle döktürmüştür adeta.Son zamanlarda sms polemikleri ve bonus reklamlarıyla karizmasını sarssa da Kadir İnanır benim gözümde hep eskisi gibi kalacaktır.
5.Sadri Alışık
Bizden önceki dönem onu Türk Sineması’nın ince bıyıklı jönü, bıçkın delikanlısı olarak tanıdı.Biz ise onu çoğunlukla Turist Ömer filmleriyle hatırlarız.Sinemamızın en büyük komedyenlerinden sayılmasına rağmen beni en çok etkileyen performansları ise hep duygusal rollerde sergiledikleri oldu.O rollerde kelimeleri öyle bir ses tonuyla aktarır ki,gözlerinizin dolmaması için kendinizi zor tutarsınız.Onun oyunculuğu en kötü senaryolu filmleri bile izlettirmiştir bize . 1995 yılında aramızdan ayrılan sanatçının son yer aldığı proje ise Oktay Kaynarca,Mehmet Aslantuğ,Derya Alabora gibi isimlerin de yer aldığı Yengeç Sepeti oldu.Ayrıca ilgilenenlere, sanatçı vefatından evvel şiirlerini "Bir Ömürlük İstanbul "adlı kitapta toplamıştır.
4.Kemal Sunal
Onun için ne denebilir ki.Türkiye’nin en büyük komedyeni kendisi.Kaç nesil onunla büyüdü.Bilmem kaçıncı kez izlememe rağmen hala TV 'de rast gelince bakmadan geçemiyorum.Arkadaş ortamlarında onun filmlerini izlerken önce “bak birazdan şöyle olacak” diye bir gülerdik.Sonra o olay olunca bir daha güler ,epey sonra da “nasıl oldu ama? “ diye ayrıca gülerdik Ama sadece bir komedi oyuncusu değildi kesinlikle.”Propaganda” ve “Düttürü Dünya” filmlerinde de drama oyunculuğu dersi vermişti adeta.2000 yılında son projesi Balalayka 'yı tamamlayamadan aramızdan ayrıldı.Erken gittin be üstad.Huzur içinde yat.
3.Ayhan Işık
Türk Sineması’nın en büyük jönü,filmlerin esas oğlanı,bir bıyık modeline ismini vermiş olan abimiz Ayhan Işık.Kariyeri boyunca başrolden başka hiçbir rolde yer almamıştır.Bir ara Amerika macerasına atılmış fakat orada gelen ikinci adam,ya da karakter oyunculuğu tekliflerini geri çevirerek Türkiye’ye geri dönmüştür.1975 yılında güneş çarpmasına bağlı beyin kanaması teşhisiyle vefat etmiştir.Gözden uzak olan gönülden de uzak oluyor mantalitesiyle bizim dönemimizde filmleri TV 'de çok nadir yayınlanmıştır.Ama izlediğim az sayıda filmindeki karizması, o sigarayı içişi ve söndürüşü hala gözlerimin önünde.
2.Tarık Akan
70 li yılların genç,haşarı,yakışıklı delikanlısı.80’li ve 90’lı yılların karizmatik abisi.Tarık Akan her rolün altından kalkabilecek usta bir oyuncudur benim gözümde.Onun sineması bıyıktan önce ve sonra diye ikiye ayrılabilir.Bıyıktan sonra zengin,cici,haşarı çocuk , kız avcısı rollerini bırakıp siyasi sinemaya dönmesiyle oyunculuğuna da ayrı bir boyut getirdi Tarık Akan.İnandığı şeylerin peşinden koşması sebebiyle de her zaman takdir toplamıştır.Bir keresinde kendisine ters düşen fakat maddi olarak epey yüklü bir iş teklifini geri çevirdikten sonra "Para önemli bir unsurdur insanın yaşamında… benim için de önemli… ama düşüncelerime ters düşecek bir iş için veriliyorsa o parayı reddetmeyi bilirim. yaşamımda hep inançlarım doğrultusunda gitmeye çalıştım ve bundan hiç bir şekilde taviz vermedim, vermiyorum." açıklamasıyla duruşunu da belli etmiştir.1982 yılında Cannes Film Festivali’nde “Yol” filmi en iyi film ödülünü alırken o da en iyi erkek oyuncu dalında aday gösterilmiş fakat ödülü kazanamamıştır.Ayrıca sanatçının 12 Eylül anılarını anlattığı “Anne Kafamda Bit Var” adlı kitabı da 2002 de yayınlanmıştır.
1.Şener Şen
Bir numarayı ondan daha fazla hak eden bir isim yok galiba.Açıkçası listeyi yaparken, yeri için en az zorlandığım isimdi Şener Şen.Sadece Türk Sinema tarihinde değil uluslararası bir liste yapsaydım da mutlaka bu listede de ona yer verirdim.Her zaman yapılan bir geyiktir “ Amerika’da olsaydı , evi Oscar dolardı.” Ama o burada ve iyi ki de öyle.İyi ki de babası Ali Şen’i dinlemeyip Malazgirt’te öğretmenliği bırakarak İstanbul’a figüran olmaya gelmiş.İyi ki buradasın ve üretmeye devam ediyorsun.Yazıyı ondan bir görüntüyle sonlandıralım
Halit Akçatepe, Erkan Can,İlyas Salman,Şevket Altuğ,Çetin Tekindor,Cüneyt Arkın,Yılmaz Güney,Hulusi Kentmen gibi bir çok isim daha Türk Sineması’nın büyük oyuncularındandır ve bu listede olmayı hak ederler.Fakat listeyi 10 kişiyle sınırlamak gerekiyordu.Eleştirileri ve önerileri yorumlarda tartışabiliriz.Saygılar bütün üstadlara….