31 Ocak 2009 Cumartesi
!F İstanbul 2009
Cok dertliyim dostlar. Önümüzde cok sahane filmlerin gösterilecegin bir festival var; ama göz göre göz göre iskaliyorum. 1,5 yil önce Leo ve Kate Winslet`in birlikte oynadigini duydugum günden beri artik gelse de izlesem dedigim Revolutionary Road`dan tutun; sürüsüne bereket academy ödülü adayligi bir kenara, izleyenlerin Cidade de Deus tadi yakaladigini söyledigi Slumdog Millionare`e, Mickey Rourke`un yeniden dogusu denen The Wrestler`a kadar cok sahane filmler gösterilecek bu yil 8. If Istanbul Uluslararasi Bagimsiz Filmler Festivali`nde. Onun disindaki filmler hakkinda cok fazla bir bilgim yok, ayrica bir ilgim yok, evet; ama sagda solda sudur budur okudum biseyler. Güzel seyler var diyorlar. Dedigim gibi ben üzülerek katilamayacagim festivale. Aylardir ogul özlemiyle yanan tutusan anamin kucagina gidiyorum o tarihlerde. Biletler 1 Subat itibariyle satilmaya baslaniyor, siz iskalamayin aman. Unutmadan Sineofrenik bilet hediye ediyormus yarismayla, isterseniz bir göz atin.
Electrolux Flatshare Fridge
Birkac ay evvel Stuff`ta görmüstüm, daha sonra unutmusum. Gecen gün eski dergilere elimi atinca yeniden gördüm, yine unutmadan paylasayim dedim. Bu ürünü Stefan Buchberger Electrolux Design Lab 2008 icin tasarlamis. Viyanali üniversite ögrencisinin ilhamini nereden aldigini söylememe sanirim gerek yok. Yarismada 1. olan Buchberger 5000 euroluk 1. ödülünü cukka yapmanin yaninda 6 ay da staj yapma hakki kazanmis Electrolux firmasinda. Tüm bunlarin ötesinde; henüz konsept bir ürün olsa da yakin zamanda seri üretime gecirilebilecek bir projeye imza atmis oldugunu da yarismanin jüri baskaninin "tüketicinin ihtiyac ve beklentilerini karsilayacak bir ürün" sözlerinden anlamak mümkün. Ürün temel prensip olarak ana bir gövde ve isteginiz dogrultusunda 4`e kadar eklenebilir parcadan olusuyor. Kolayca birbirinden ayrilma ve tasinabilme özelligi var bu parcalarin. Projenin ana fikri buzdolabinizi baya baya 5 ayri parcaya bölmek kisacasi. Konu hakkinda daha fazla bilgi sahibi olmak isteyenleri suraya yönlendirebilirim.
30 Ocak 2009 Cuma
All Star 2009 - Trio
Phoenix'de yapılacak olan All-Star 2009 için ilk 5'lerin ardından yedek oyuncular da belli oldu. İlk 5'ler şu şekildeydi;
Doğu: A. Iverson- D. Wade- L. James- K. Garnett- D. Howard
Batı: C. Paul -K. Bryant -A. Stoudamire- T. Duncan-Y. Ming
Yedekler de şu şekilde seçildi;
Doğu: J. Nelson- P. Pierce- J. Jonhson- C. Bosh- D. Granger- D. Harris- R. Lewis
Batı: C. Billups- T. Parker- D. Nowitzki- B. Roy- P. Gasol- S. O'neal- D.West
İlk 5'ler zaten taraftarların seçimleriyle belirleniyor. Çin sağolsun Rockets'a baya yüklenmişlerdi Cp3 son anda T-Mac'i geçebildi. İlk 5'lerde sürpriz yok zaten, hak etmiyor diyebileceğim adam da yok pek. Iverson belki bi ihtimal olmayabilirdi ama o fanları sayesinde ölene kadar seçilmeye devam edecektir.
Yedek kadrolarda Nba'deki takım koçlarının oylarıyla belirleniyor. Her koç kendi takımındaki oyuncular dışındaki oyuncular oy verebiliyor. Doğu'ya baktığımızda Orlando'dan 3 oyuncu olması biraz beklenen biraz da beklenmeyen birşeydi. Orlando'nun bu seneki performansı herkesi şaşırttığı için oldu biraz da 3 oyuncu. Tabi bu sene maçları pek takip etmeyen biris lan bu Nelson nasıl All-Star oluyo diyebilir ama bu yıl gerçekten kendini geliştirdi adam bariz bir şekilde. Kötü oynadığı maç yok yani. Lewis de bu kadronun bu performansı yakalamasında önemli bi yere sahip. Tabi Hidayet'in geçen yılki performansından sonra seçilemeyip bu yıl 3 oyuncu seçilmesine rağmen orda olmaması üzücü olsa da bu yılki performansıyla hak etmediği ortada. Keşke geçen yıl Orlando böyle bir performans yakalasa da Hidayet de olsaydı bu kadroda. Kısfmet. Onun yerine eleştirilebilecek tek nokta Orlando'da 3 oyuncu alınıp Cavs'den tek oyuncu alınması olabilir. Belki Mo Williams-Nelson değişikliği olabilirdi ama bu durumda kimsenin itiraz etmesi gereken bi durum değil. Doğu'da hak etmeyen yok bu ünvanı ama ufak değişiklikler de olabilirdi tabi.
Batı'da ise West'in kadroda olmasına şaşırdım herkes gibi. Geçen yılda yaptığı çıkış ve biraz da ev sahibi torpiliyle kadroya çağrılmıştı ama bu yıl çağrılması şaşırtıcı oldu. Özellikle Minnesota'lı Al Jefferson'a büyük bir ayıp yapıldı diye düşünüyorum. West'den önce çağrılması gereken isim oydu, hatta ben olsam Durant'i bile West'in önüne koyarım. Bu oyuncular galibiyet yüzdesi düşük takımlarda oynuyor diye göz önüne alınmıyorlar ama istatislikler de ortada sonuçta. Kaldı ki takımın en önemli hücum silahı oldukları için tüm dikkatler de üzerlerinde oluyor savunmada.
Neyse artık kadrolar belli oldu, yapacak bişey yok. Zaten son yıllardaki gibi yine keyifsiz bir all-star olacak. Bu sene bu maçı tek izleme sebebi Phil-Kobe-Shaq üçlüsünün yeniden bir araya gelecek olması. Los Angeles'daki olaylı yazdan sonra aynı takımda göreceğiz bu üçlüyü. Bakalım neler olacak? Zaten bu keyifsiz maçlar Shaq, Carter bişeyler yaparsa izlenir hale geliyodu. Carter yok umudumuz Shaq ve diğer ikisi.
29 Ocak 2009 Perşembe
Davos'ta bir Kasımpaşalı
Bullet Tooth Tony
Some good old pussy. And have brought your two little faggot balls along for a good old time. But you've got your parties muddled up. There's no pussy here. Just a dose that'll make you wish you were born a woman. Like a prick... You're having second thoughts. You're shrinking and your two little balls are shrinking with you. The fact that you've got ''replica'' written on the side of your gun and the fact that I've got ''desert eagle .50'' written on the side of mine. Should precipitate. Your balls into shrinking, along with your presence.
Now fuck off.
***
Hayatımda izlediğim en harika sahnelerden, en unutulmaz repliklerden. Benzetmenin tarifi imkansız. Snatch deyince aklıma direk bu sahne geliyor nedense. Filmdeki en kral karakterdir gözümde, Vinnie Jones'a saygılar.
Video Games
28 Ocak 2009 Çarşamba
Neler Dönmüş Serhat Ya # 1
Tsubasa, çocukluğumun en inanılmaz çizgi filmiydi.Çocukluğun getirdiği salaklıkla 25 dakika boyunca top sürüp 82 adam geçen ve 62 metre yüksekten vurduğu kafayla takımını galibiyete ulaştıran bir çocuğun hikayesi birçokları gibi bana da çok ilginç gelmişti.
Uzun süre bölüm sektirmeden takip edip,ertesi gün arkadaşlarla hararetli tartışmalara ve incelemelere girdiğimiz, hatta bir ara çim sahaya gidip (Bu bölüm tamamıyle gerçektir!) çizgi filminde gördüğümüz hareketleri yapmaya çalıştığımız (Allah’a şükür sakatlanmadan döndük) efsane dizi Tsubasa ‘nın yayın hayatına son verilmesi bizi tarif edilemez kederlere sürüklemişti.O dönemki internet kullanma acizliğinden dolayı diziyi neticelendirememiş ve ilerleyen zamanda ilgimin azalmasıyla peşini de bırakmıştım.Ta ki üniversite yıllarında DC denen o inanılmaz paylaşım ağının bana sunduğu hizmetlerin sonucunda tekrar karşılaştık Tsubasa’yla.
İndirdiğim bir bölümde kendisini epey büyümüş gördüm.Üstündeki forma da çok tanıdık geliyordu.Biraz daha izleyince Barcelona olduğunu anladım ve” Vay anam vay neler dönmüş Serhat ya” repliği eşliğinde başladım “neler döndüğünü” araştırmaya. Takip edenler zaten bilir de unutmuş olanlar için bir kez daha karakterleri anımsayalım.
Ana karekterimiz Tsubasa Ozhora.Babası denizciydi bu kardeşimizin.Pek görüşemiyorlardı.Annesiyle yaşayan Tsubasa’nın hocası ve arkadaşı Roberto’nun aynı evde kalması o zaman bana epey manidar gelmişti.Hep aklımda “Ulan bu Tsubasa okula gidince…” sorusu dönüp durdu.Neyse işin fazla magazin boyutuna girip fazla da iğrençleşmeden devam edelim. Dizinin izleyemediğimiz bölümlerinde Tsubasa küçüklük ideali olan Brezilya’da top oynama fikrini en sonunda gerçekleştirmiş ve Sao Paolo’nun yolunu tutmuş.Başarılı futbolunu Japonya’yı Dünya Gençler Şampiyonluğu' na ulaştırarak süslemiş ve Dünya devi Barcelona’ya transfer olmuş.Çocukken hep kenarda ona tezahürat yapan,Tsubasa’nın peşinde o deplasman senin bu maç benim koşturan Sanae adındaki bacımız da amacına ulaşmış ve Tsubasa ile dünya evine girmiştir.Öğrendiğim kadarıyla çocuk beklemektelermiş.Allah analı babalı büyütsün.
Tsubasa’yı Tsubasa yapan adam.Taro Misaki. Adeta bir Scottie Pippen gibi Tsubasa’yı zireveye taşıyan isim olmuş.O da Japonya’dan Fransa’nın yolunu tutmuş, önce Marsilya sonra da Paris SG formaları giymiş.
Tsubasa’nın ilk rakibi diyebileceğimiz efsane kaleci Genzo Wakabayashi.O da Almanya yolcusu olmuş.Hamburg’un kalesini korumakta.
Tsuabasa’nın en büyük rakiplerinden Kojiro Hyuega.Sonraları iyi arkadaş olmaya başlamışlardı fakat biz o güzel günleri tam görememiştik. Hyuega da en iyi zamanında Juventus’a gitmiş.Tabi İnzaghi’li Trezegeut’li Del Piero’lu kadroda kendisine yer bulmakta zorlanan Kojiro (Dizide gerçek oyunculardan esinlenilmiş karakterler mevcut) daha küçük bir takıma Reggina’ya giderek futbol yaşamını devam ettirmekte imiş.
Üstte bahsettiğim Tsubasa’nın hocası Roberto da Brezilya’nın teknik direktörü olmuş. Başarılar.
Bi de hep kalbi çatlayan Misugi ile hafiften saf olan İshizaki vardı.Onlar Japonya’dan ayrılmamışlar.
Futbol topunun küçükken hayatını kurtardığı iddia edilen efsane adam Tsubasa futboldan hayatını kazanmaya devam etmekteymiş gördüğümüz kadarıyla.Ben yeteneğini kullanamayıp barda pavyonda paraları ezdiği ve kumar batağına saplanıp Japon mafyası tarafından öldürüldüğü bir hikayesi olmasını beklerdim.Yanılmışım.
Seri hakkında daha fazla bilgi almak,anime izlemek ya da mangaları okumak isteyenler http://www.tsubasatr.net/ adresini ziyaret edebilir.
Beni Bir Kere Dövdüler
beni bir kere dövdüler çok gözlüklüydüm
daha bere giyiyordum bıyıklarım da duruyor
büyükdere'de dövdüler emirgân ve birileri
geceleyin dövdüler dişlerimi tükürdüm
emirgan'la aramız çok eskiden beri yok
niye ölmedim diye bana bozuluyor
ötekiler şurda burda azar azar gördüğüm
çakıdan bozma itler sustalı birileri
fakat çok fena dövdüler size ne söylüyorum
bir vakit omuzlarım tutmadı dişlerimi tükürdüm
boşyerlerime vurdular yumrukları duruyor
gecenin bir saatinde gizlice kustum
bir böcek yürüyordu boynumdan içeri
burnum mu kanıyordu ağlıyor muydum
büyükdere'de dövdüler emirgân ve birileri
ayıran eden çıkmadı susadım su veren yok
kavgalı olmasaydık belki seni düşünürdüm
çocuk sıcaklığına sığınıp uyumayı
omzum bir vakit tutmadı dişlemi tükürdüm
fakat çok fena dövdüler size ne söylüyorum
daha bere giyiyordum bıyıklarım da duruyor
hiç kimse o halimde görsün istemiyordum
eczane aramak filan aklımdan geçmedi
sıcak bir şeyler içmek otelde motelde
kavgalı olmasaydık belki seni düşünürdüm
dağıtılmış suratımı avuçlarına saklamayı
ağlamayı düşünürdüm kim bilir belki de
bir vakit omzum tutmadı dişlerimi tükürdüm
beni bir kere dövdüler çok gözlüklüydüm
daha bere giyiyordum bıyıklarım da duruyor
büyükdere'de dövdüler emirgân ve birileri
senin için dövdüler dişlerimi tükürdüm
Attila İlhan
Best of Kemal Sunal
Çok fazla sayıda Türk filmi izlemişimdir Cüneyt Arkın'lı, Kadir İnanır'lı, Tarık Akan'lı, Kemal Sunal'lı. Lafı da Kemal Sunal'a getireceğim zaten burdan. Birçok filmini bu kadar izlemiş biri olarak "top ten" Kemal Sunal yapayım bari diye düşündüm. Kemal Sunal ilk rolünü 1972'de Tatlı Dillim adlı filmde birkaç sahnede görünerek almış. Daha sonrasında ise Balalayka çekimleri için Rusya'ya gitmek üzere bindiği uçakta (uçak fobisi olmasına rağmen) hayata veda edene kadar 82 filmde rol almış toplamda. Bunların çok büyük bir çoğunluğu komedi filmidir, ama bazı filmler komedi olmasına rağmen yer yer gözleri doldurmaktadır aynı zamanda.
Kemal Sunal komedi filmi yaparken çoğu zaman dönemin sorunlarını konu alarak bunu yapmaya çalışmış. Mesela Orta Direk Şaban'da her gün kahveye gittiğinde zam gelmesi ve her zam haberini aldığında baygınlık geçirmesi o dönem yapılan zamlara güzel bir göndermedir. Davaro'da mesela o zamanların en önemli sorunlarından biri olan kan davasını işlemektedir Kemal Sunal, Kibar Feyzo'da ise başlık parası adı altında kadınların bir eşya gibi satılırcasına evlendirilmesini konu edinir. Almanya'ya çalışmak için giden Türklerin yoğun olduğu dönemde çektiği Gurbetçi Şaban, kiracıların sorununu ise Kiracı filme dile getirmiştir. Umudumuz Şaban'da da gecekonduları elinden alınmak üzere olan insanları mafyaya karşı korumuş, evlerini kurtarmıştır. Bunun gibi bazı örnekler daha da artırılabilir tabi ama dediğim gibi Kemal Sunal sırf gülmek için güldürmemişti çoğu zaman. Döneminkendine has sorunları üzerine eğilerek bunları yapmıştı.
Kendi adıma ençok sevdiğim Kemal Sunal filmlerini sıralarsam şöyle bir liste yapardım. Esasında listeyi yaparken çok zorlandım ama genel olarak hepsi de çok güzel, ayırt etmek de zorlandığım filmler. O yüzden bir sıralama değil de en iyi 10 film gibi düşündüm.
10- Zübük: Kemal Sunal dolandırıcı bir devlet adamını canlandırır. Köymuhtarlığından meclise kadar bu kimliği sayesinde yükselir, rüşvet alarak kısacası namussuz olarak. Kötü adam rolünde güzel bir performans İbrahim Zübükzade'den.
9- Tokatçı: Başlık parasını toplayıp köyüne dönerken paraları çalınan Osman İstanbul'a tekrar gider ve asker arkadaşı Şevket'i bulur. Bu film deyince aklıma direk "Karbonat Erol" geliyor.
8- Şark Bülbülü: "Bana Mazlum'u getirin." Kemal Sunal burda da başlık parası için şehre gider ve çok zengin bi şarkıcı olarak köye döner. Köyü ağadan kurtarır.
7- Şabanoğlu Şaban: "Ramazan hücum borusu nasıl çalınıyodu?" Şener Şen, Halit Akçatepe ve Kemal Sunal hangi filmde bir araya gelmiş de müthiş olmamış zaten. Gülmekten yerlerde yuvarlandık dedikleri filmlerden.
6- Kapıcılar Kralı: Yıllar sonra Bizimkiler'in kapıcısı Cafer'e bile ilham olmuş bir yapıt. Tek kişilik şov resmen. "Seyit, bana iki votka." Bununla beraber Çöpçüler Kralı ve Bekçiler Kralı da var tabi.
5- Süt Kardeşler: Yine Halit Akçatepe, Şener Şen ve Kemal Sunal üçlüsü. "Gulyabani" desem yeter heralde.
4- Yedi Bela Hüsnü: "Şimdi ananı laciverde boyadım itoğlu it." Kahramınımız Hüsnü hem mahalleyi kötü adamlardan kurtarır hem de Hüsniye'yi tavlar böylece. Yine Şevket Altuğ var burda da. Korkusuz Korkak, Avanak Apti, Sakar Şakir bu dönemde çekilen diğer filmer. Ama onları bunun arkasına yazarım.
3- Tosun Paşa: Seferoğlulları vs. Tellioğulları, Kemal Sunal & Şener Şen. "Salıverin küçük enişteyi."
2- Hababam Sınıfı Serisi: İnek Şaban, Damat Ferit, Güdük Necmi, Mahmut Hoca. Türk sinema tarihinin en iyi yapımlarından biri zaten.
1- Kibar Feyzo: Benim için her zaman bir numaradır. Burda da İlyas Salman ve Şener Şen Kemal Sunal'a eşlik eder Müjde Ar'la birlikte. Şener Şen'in ağalığı, Hacı Hüso'nun Feyzo'ya çektirdiği çileler... "Ağaya Beleş" Davaro'yu da bu kategoriye soktuğumdan fazladan yer kaplamasın diye yazmadım, yoksa ilk 5'e girer her türlü.
26 Ocak 2009 Pazartesi
The Smoky Eye
25 Ocak 2009 Pazar
Acayip Modern Toplum Eleştirisi - 1
Geçenlerde bir arkadaşım msn'den bi kıza ilan-ı aşk eyledi. İçkiliydi zaten böyle saçma bir girişimde bulunurken. Bu çocuğun başına ne geldiyse içkiden geldi hep. Ne zaman içse hayatının en saçma hikayelerini yaşadı, her seferinde de pişman oldu. Sonra içkiye tövbe edip ertesi gün yine başladı. Her neyse bu açıldıktan sonra kız cevap yazmadı buna. Hiçbir şey yazmadı. “Evet hayır bişey de” dedi, kız gene yazmadı. Böyle geçen 2 saatin ardından bu eleman “abi heralde bilgisayar başında değil” dedi. Lakin hayat bazen çok acımasız olabiliyor. Zira bu eleman tam bu cümleyi sarfederken kız kişisel iletisini kaldırdı. Ardından bir buçuk saat daha cevap gelmedi. Başladı bizim eleman bana içini dökmeye. Bunlar çok eğleniyorlarmış beraber, “karnımızı tuta gülerdik beraberken” falan dedi. Komik biridir de eleman, ağzı çok iyi laf yapar hakkaten. Başladık bununla tespitler yapmaya. Abi “kızlar hep böyle, lan yapmadığımız maymunluk kalmıyor, maksimum eğlence falan ama olay mizahta eğlencede değil demekki, sektörde buna iş çıkmıyor” falan konuşup durduk. Kızlar hakkında atıp tuttuk, bir sürü tespitler, “ben seni arkadaş olarak görüyorum” klişesinin psikodinamik temelleri konulu tartışmalar falan inanılmaz şeyler oldu. En son bu arkadaş üç buçuk saatlik cevapsız bekleyişin ardından bana bu olaya ihafen şu şiiri okudu:
Geçti istemem gelmeni
Yokluğunda buldum seni
Bırak vehmimde gölgeni
Gelme artık neye yarar.
İşte beni bu yazıyı yazmaya gark eden olay budur dostlar. Msn'den açıldığı kızdan cevap gelmeyince bu güzelim Necip Fazıl'ın şiirini bu olaya uyarlayınca tüylerim diken diken oldu. Bir anda arşa yükseldim. Her şeyi tepeden gördüm. Gördüğüm şey şuydu: “günümüz aşkları çok garip lan”
Şimdi sizlere modern bir aşk hikayesi anlatacağım. Adeta bir itörnıl sanşayın of dı sıpatlıs maynd tadında romantizm, fayt kılab tadında modern toplum eleştirisi ve ıssız adam tadında bir ıssızlık...
"Sen hiç her internete girdiğinde heyecanla facebook'a girip aşık olduğun ve bir türlü açılamadığın kızın ilişki durumuna heyecanla bakar mısın? “Single” ibaresini görünce aptal aptal sırıtır mısın? Ve bir gün hiç beklenmedik bir anda “in a relationship” yazısı anasayfanda gözüktüğünde hüzünlerden hüzünlere yelken açmak nedir bilir misin? İlişki durumunun değişmesine gelen “oo hayırlı olsun hanfendi darısı başımıza” tadındaki yorumları okurken sinirden winamp açıp en sert böyle brutal vokalli falan metal müzik dinleyip sinirini atmaya çalışmak nedir bilir misin? Bilemezsin tabi. Sen hiç aşık olmadın ki..."
Modern bir aşk hikayesini, toplumun kanayan bir yarasını, gençliğin içinde bulunduğu psikolojik dehlizleri aktardım sizlere dostlarım. Bir dahaki yazımda tekrar görüşmek dileğiyle. Esen kalın.
Haftanın Filmine Kısa Bir Bakış - 20
Benim için çok özel olan bir başka filmle karşınızdayım. İzlediğim günden beri herkese tavsiye ederim, hatta yanlarına gider ben de bir izlerim tekrar tekrar. Filmi kimle izlediysem hepsinin ortak tepkisi şuydu: “adamlar yapıyor abi”. Bu laf çok önemli. Bir filmin gelebileceği en üst noktalardan birisidir bu. Neyse filmimize gelelim.
2000 yapımı bir Christopher Nolan filmi Memento. Guy Pearce, Carrie – Anne Moss ve Joe Pantoliano ise başrollerde.
Karısının ölümünden sonra kısa süreli hafıza kaybı yaşayan Leonard adlı bir adamın hikayesi anlatılıyor filmde. Leonard o olaydan sonra öğrendiği, gördüğü, duyduğu her şeyi on dakika içerisinde unutuyor. Karısının intikamını alabilmek için ve bunu yapmayı unutmamak için vücudunun her yerine dövmeler yaptıran, cepleri kağıtlara not ettiği ipuçlarıyla dolu tuhaf bir adam. Konusu kesinlikle çok iyi filmin. Ama filmi benim için bu kadar özel yapan bir şey varsa o da kurgusudur. Sondan başa doğru ilerleyen ve bunu yaparken kusursuz ve hatasız bir şekilde ilerleyen kurgusu insanı kendine hayran bırakıyor. Her saniyede her karede olayların öncesine dair farklı şeyleri buluyorsunuz. Filmden alınan keyif de parçalar birleştikce yükseliyor ve filmin finaliyle beraber zirveye çıkıyor.
Christopher Nolan'ın adeta yönetmenlik dersi verdiği, oyuncuların çok başarılı olduğu ve izlerseniz kesinlikle pişman olmayacağınız “adamlar yapıyor abi” diyeceğiniz bir film. İyi seyirler.
Haftanın Müzik Listesi - 20
- Pink Floyd - Echoes
- Dire Straits - Telegraph Road
- Jethro Tull - Aqualung
- The Doors - The Soft Parade
- Deep Purple - Child in Time
Alternatif Sınav Dönemi Sonu Kutlaması
Yeni bir karar aldım an itibariyle. Tuvalette geldi aklıma. Her sınav dönemi bittiğinde kendimi ödüllendirmeye karar verdim. Ama öyle sıradan bir ödüllendirme değil dostlar. Herkes bilir sınav sonrası kafayı çekmeyi, partilerden partilere koşmayı. Değişik bir şey var aklımda. “change we need”
Çocukken eve salam falan alındığı zaman üç kardeş olduğumuz için aynı zamanda orta direk bir aile olduğumuz için ekmek arasına salamlar ve hatta varsa yanında kaşar annem tarafından itina ile kesilir öyle konulurdu ekmek arasına. Sayısız öğün çıkardı oradan bize. Hep düşünürdüm “ulan bir gün hayvanlar gibi o salamdan ve kaşardan yiyebilecek miyim?” diye.
İşte dostlarım o büyük gün bugün. Sınavlarım bitti ve cebimde iyi bir para kaldı. Gittim marketten bir adet macar salam bi de 250 gr kaşar peyniri aldım. Oturdum bilgisayarın karşısına. İkisini de ekmeksiz, ısıra ısıra, hayvanlar gibi yedim. Şuanda yaşadığım mutluluğu anlatmaya kelimeler yetmez. Bir sınav kutlaması ancak bu kadar içten ve aynı zamanda bu kadar orgazmik olabilirdi. Bir dahaki sınavlar bittiğinde ne yapacağım aklıma gelmedi şimdi. Ama her türlü önerilerinizi bekliyorum. Önümde uzun yıllar olduğuna göre hepsini tek tek deneyebilirim diye ümid ediyorum.
23 Ocak 2009 Cuma
22 Ocak 2009 Perşembe
Paylaşmak İstedim - 2
Tembel ve ders çalışmayı sevmeyen bünyelerin sınav dönemlerinde içinde bulundukları içler acısı bir tabloyu aktaracağım sizlere dostlar. Sınav dönemine girmiş tembel bir öğrencinin birim zamanda tuvalete gitme sayısında yaklaşık yüzde yüz ellilik bir artışı gözlemlemiş bulunuyorum. Hatta aynı öğrencinin normalde tuvaletten çıktığında elini yıkamamasına ya da en fazla tuvaletteki lavaboda şöyle bir suya tutmasına rağmen sınav dönemine girildiğinde tuvaletten çıkınca üşenmeyip bir de banyoya gidip elini güzelce sabunlayıp 2-3 dakikalık el yıkama seromonileri yaptığı bunun üstüne bir de aynada kendisine bakıp saçını başını düzelttiği akabinde de aynaya değişik pozlar verdiği ayrıca tespit edilmiştir.
20 Ocak 2009 Salı
Atlas Silkindi
19 Ocak 2009 Pazartesi
. . .
*Eser: Fırat Yaşa
Haftanın Filmine Kısa Bir Bakış - 19
Denzel abimiz çoğu filmde alıştığımız üzere yine bir polisi canlandırıyor. Clive Owen da -ki hastasıyım- soygunu yapan grubun lideri ve beyni olarak karşımıza çıkıyor filmde. Jodie Foster'ın ne yaptığını tam çözemedim esasında bir çeşit aracı gibi birşey ama.
Çok sade ve kusursuz tasarlanmış bir soygun planını anlatıyor bizlere Spike Lee. Soygun deyince öyle Ocean's serisindeki gibi çeşitli tırıvırılar yok ama mükemmel şekilde hazırlanmış zekice bir plan var. Ayrıca sadece para için hırsızlık yapılmayacağını da anlatan bir soygun işleniyor filmde. Denzel abimiz her ne kadar uzman bir dedektif olsa da Clive Owen karşısında işi o kadar da kolay değil bu filmde. Clive Owen'ın bu filmdeki karizmasına hayran kalmayan çarpılır ayrıca.
Şöyle bir film izleyeyim beni şok etsin, zekice hamleler göreyim, hayran kalaym diyen varsa bu filmi kaçırmasın. İyi seyirler.
18 Ocak 2009 Pazar
Sometimes a Great Notion
Hastasi oldugumuz dizi Battlestar Galactica 4. sezonuna uzun bir ara vermisti. Nihayet döndü. Az önce 11. bölümü, Sometimes a Great Notion`i izledim. Yine cok iyiydi. Müzikler her zamanki gibi enfes, hikaye kaldigi yerden tokatlamaya devam ediyor. Bölüm genel olarak özenilerek cekilmis. Yönetmenlik falan, yani kisaca toptan; bir dizi olmak icin fazla iyi bir bölümdü. Zaten dizinin digerleriyle arasinda bariz bir fark var. Yaziyi blogun tepesinde de acildigi günden beri salina salina dalgalanan o muazzam sözle bitireyim: "This has all happened before and it will happen again."
Haftanın Müzik Listesi - 19
- Def Leppard - Long Long Way to Go
- MFÖ - Yalnızlık Ömür Boyu
- Riverside - The Same River
- Scorpions - Love of My Life
- Guns and Roses - Madagascar
17 Ocak 2009 Cumartesi
Benim de Tavsiye Edeceklerim Var
Sizlerle 3 adet video paylaşacağım az sonra. Aslında baya meşhurmuş bu olay fakat ben az önce bi tesadüf üzerine keşfettim bu videoları. Herkesin bu olayı bilmesinden de şüphelenmiyor değilim ama gene de sınıf maçında gol atıp evde attığı golü annesine heycanla anlatan bir çocuk edasıyla anlatacağım sizlere.
16 Ocak 2009 Cuma
Bence Artık Sen De Herkes Gibisin
Fourier bu çalışmayı yaptığında tarihler 1807 yi gösteriyordu.Dünya genel anlamda pek farklı değildi.Napolyon Mısır seferinden dönmüş,savaş devam etmekteydi.Fourier ise bu tarihten tam 202 yıl sonra Ankara’da bir öğrencinin kendisine küfredeceğinden tamamen habersizdi. Yoksa değil miydi?
Öğrenci milleti olarak bir özelliğimiz de sınavlardan sonra,içten içe tam çalışmadığımızı bilmemize rağmen, bizden bağımsız olaylar yüzünden sınavın kötü geçtiğine inanmamızdır. Çoğu zaman “Hayvan gibi sormuşlar, abi” ile hocalara yüklenmeye çalışırken, kimi zaman da “Ulan bir yarım saatim olsaydı…” şeklinde süreye serzenişlerde bulunuruz. Bazen de işi çok derinden alanlar olur. Bu tip öğrenci için suçlu ne hocadır, ne zaman ne de kendisi.Suçlu Einstein’dır, Newton’dur ve dün akşam olduğu gibi Jean-Baptiste Joseph Fourier’dır.
Kendisiyle sınavdan önce aramız gayet iyiydi aslında. Karşılıklı şakalaşmalar, bana göz kırpmalar, unuttuğum yerde hemen devreye girip hatırlatmalar… Hatta hafiften hoşlanmaya bile başlamıştım Fourier’dan. Yüzüne söylemiyordum tabi hemen bir tarafı kalkmasın diye. Böyle bir ortamda girdik sınava. İlk soru kendisiyle alakalı değildi. İçeriden bana” Kolay abi bu soru, hadi yine iyisin!” şeklinde gazlar vermeye devam ediyordu. Fakat bir şeyler eksikti bu gazda, sanki sesi titriyor, yutkunuyordu. Bir şey söyleyecekmiş de geveliyormuş gibiydi. Sayfayı çevirip 2. soruya gelince durumu kavradım. Fourier sessizdi. Kafasını öne eğmiş hiç yüzüme bakmıyordu. Halbuki soru direk 202 yıl önce bulduğu yukarıdaki denklemle alakalıydı. Hafiften yanına yaklaştım.Bir elimle çenesinden yavaşça tutarak gözlerime bakmasını sağladım.Önce baktı,sonra bir iki damla yaş aktı gözünden ve “Bak Osman, konuşmalıyız” deyiverdi. Amerikan dizilerinde gördüğüm her türlü ayrılık klişesini saymaya başaldı bana. “Sorun sende değil bende” ler , “ben seni hak etmiyorum” lar… Coşmuştu bir kere.Tutup koysan “How I Met Your Mother’ a , hiç bocalamadan çatır çatır oynardı herhalde. Sonra yavaşça arkamı döndüm ve yüzüne bile bakmadan çıktım gittim oradan. Fourier beni terk etmişti. Tıpkı 3 gün önce Modern Fizik sınavında Schrödinger’in koşarcasına kaçması gibi, o da beni tek başıma bırakıp gitmişti bu koca sınav deryasında..Halbuki güvenmiştim ona hatta sevmiştim…
Haliyle soruyu yapamadım.Sınavdan çıkmamla bütün tepkimi Fourier’a yoğunlaştırdım.Her yerde aradım ,durdum fakat yok.Buhar olmuş adam. Artık hangi sınavdan önce hangi öğrencinin aklını çelmekle meşgulse : “Kolay olm benim konu aslında” diyerek. Belki de Ergenekon’dan almışlardır içeri. O sinirle geldim yurda ve başladım küfretmeye Fourier’a da Schrödinger’ e de. Sonra o kadar coştum ki “ Ulan ben de bir şey bulacam, torunlarını falan hep öttürücem bunların, sınavlarda sarsıla sarsıla ağlatıcam” şeklinde beyanlar bile vermişim. Sonra birden titredim ve “ Napıyorum lan ben!” klişesiyle kendime gelerekten ,bu adamların da benle aynı mantaliteyle bir şeyler bulmuş olabileceği ihtimalini düşünmeye başladım.Mesela Fourier zamanında matematik hocası Le'Veant Iraque ‘tan çok çekmiş olduğu için böyle çalışmalara yönelmiş ve taa o zamandan “Süper buldum ha Osman’lar Nuri’ler hep mal gibn kalıcaklar yapamayınca, gerçi biraz küfür yicez ama ,ona da değer şimdi” diye düşünmüş olabilir mi diye uzun uzun düşündüm.
Magazin Kültürü
Geçenlerde spicoli'yle magazin kültürü üzerine bi sohbet yapmıştık. Geçenlerde dediğim bir ay olmuş artık. Ben onu bi kağıda not almıştım burdaki tespitlerimizi blog'a aktarayım diye. Lakin kağıt kayboldu ben unuttum yazmayı haliyle. Bugün odamı temizlerken bir buçuk yıldır kayıp olan terliğimin tekini ve de o not aldığım kağıdımı buldum yatağın altından. Ayağımda terliklerim, başlıyorum anlatmaya.
Şimdi magazin kültürü deyince hepiniz “ayy çok kötü fena” diyorsunuz, ne gereksiz bir iştir diyorsunuz değil mi? Çıkıp da ben demiyorum demeyin genellememi bozmayın. Anlatacaklarım var.
Yıllarca magazin kültürüne atıp tuttum. Bugün verin gazı gene atıp tutarım. Televoleden girer Harika Pazar'dan çıkarım. Az ekmek yemedim bu işten dostlar. Çeşitli arkadaş ortamlarında az prim yapmadım. Oturup magazin programı izlemiyorum mesela. Hangi ünlü kiminle basılmış falan ilgimi çekmez. Annem izlerse tepki gösteririm, eleştiririm, sen kapitalist sistemin, magazin kültürünün bir esirin derim. O da “dur değiştircem şu haber bitsin” der.
Şu bizim sağ alt tarafa koyduğumuz blogların hepsini takip ediyorum. Sanattır, sinemadır, spordur, müziktir güzel şeyler var orada. Lakin bir de buz dağının görünmeyen kısmı var dostlar. Orada olmayan ve benim takip ettiğim birkaç blog daha var. Mesela blogunu takip ettiğim bi kız var. Başından geçenleri, dün akşam ne yaptığını falan anlatıyor. Oturup üşenmeden okuyorum ben de her gün. Geçen gün farkettim, geçen gün dediğim de işte spicoliyle msn muhabeti. İşte orada bir anda kendimizi blogu yazan kızın arkadaşlarından konuşurken bulduk. Hepsini öğrenmişim resmen blogu okuya okuya. Spicoli de biliyor hepsini hatta o benden daha çok biliyor(ben battım seni de batırıcam olm). Noldu magazin kültürü karşıtı o asi ruhlu gence derseniz işte benim tırtladığım yer burası dostlar. Engel olamıyorum okuyorum. Bir sürü blog var böyle tamamen kişisel şeylerin anlatıldığı ve benim takip ettiğim. Sanırım insanlarda bir magazin açlığı var. Bizim gibi insanların ilgisini Hülya Avşar'ı şununla bastık tandanslı haberler çekmiyor(sahi noldu onlar kaya çilingiroğlu'yla). Atıp tutuyoruz magazin kültürü diye sağda solda ondan sonra. Halbuki olay çok farklı. Biz de internette kendi ünlülerimizi yaratıyoruz. Günlük magazin ihtiyacımızı oradan karşılıyoruz. Annem gelse bana dese “oğlum magazin kültürünün esiri olmuşsun sen de” dese boynumu büker otururum anca. Acıyla başımı sallarım belki.
Hele ki geçenlerde bi arkadaşımın Facebook'ta “in a relationship”'ten “single”' a geçişine “hacı hayırdır?” diye yorum bıraktığım an benim dibe vurduğum andı. Kahrolsun magazin kültürü.
15 Ocak 2009 Perşembe
Paylaşmak İstedim - 1
Maç izlerken kontrpiyede kalan kaleci kadar hüzünlendiren bir şey yoktur dostlar. Kalecinin o çaresiz, "ben ne yapayım ki lan şimdi" bakışı falan çok acıklı gerçekten. Her zaman olmaması gerektiği yerde olan üçüncü bir karakter yüzünden mahvolmuştur işler zaten. Bu üçüncü kişilerin ağzına vurasım gelir hep. Ansızın belirip olaya dahil olan üçüncü kişi sana sesleniyorum. Çık lan aradan!
Dib Sahne Bar ve Nimetleri
Dün (14 Ocak) Ankara'da Ters Ninja'nın yarışmayla biletini verdiği Brazzaville konseri vardı Ankara'da, Dib Sahne Bar'da. Ertesi gün sınav olması sebebiyle gidemedik ne yazık ki. İstanbul konserine de gidemeyeceğimizden kaçırmış olduk bu fırsatı.
Ama Dib Sahne de bu aralar oldukça güzel ve Brazzaville'ı telafi ettirebilir müzikseverlere. Cuma gecesi Everbody Loves 80's adında 80'ler ve 90'lar partisi, hemen ardından da asıl bahsetmek istediğim Queen Tribute Night var cumartesi gecesi. Geçtiğimiz haftalarda Okan Bayülgen'li Disco Kralı'na da konuk olan A Kind of Magic sahne alacak gecede. Grubu gayet başarılı buluyorum ve bir aksilik çıkmazsa bu geceyi kaçırmak istemiyorum. Bu aralar Queen saplantısı oluştu zaten bünyede.
Bu arada Dib Sahne de ne güzel bir yermiş de haberimiz olmamış demek de istiyorum bi yandan. Bugüne kadar neden uzak kalmışız bu kadar sorarım kendime sevgili Ankaralılar. Hemen haftaya da Amy Winehouse Tribute Night varmış sevenleri için. Dib Sahne'yi takip edin efendim.
14 Ocak 2009 Çarşamba
"Sometimes I Feel Like Screaming"
Müthis gecen 2008 konser sezonundan sonra 2009 yazi icin heyecan veren bir Led Zeppelin söylentisi olmustu birkac ay önce. Onun yerini doldurabilecek belki de yegane grup geliyor Istanbul`a. Hard rockin efsane grubu Deep Purple. Bakmayin cümleleri ciddiyet icinde kurduguma, ilk gördügümde heyecandan titredim, evde bir bayram havasi esti. Insanlar birbirini öpüyor falan. Daha birkac ay önce Bay Ç. " olm 80`lerde yasicaktik. Deep Purple konserine falan gitcektik, ne sansli adamlarmis o devrin adamlari diyordu." Ben de birkac küfürle birlikte onayliyordum onu. Simdi ise bir Deep Purple konserinin sanina serefine Lazy`yi dinlerken bu yaziyi yaziyorum. Belki Jon Lord`suz, Blackmore`suz; ama Deep Purple iste. Diger gruplar isimler degisince o ruhu hic kaybetmedi onlar. Bundan 4 yil önce Istanbul`a geldiler evet, o dönem sansli insanlar kervanina katilamadik. Bu sefer kacmaz, 2 elimiz kanda olsa kacmaz. Zaten bu topraklarda Deep Purple dinlemek icin son sans bu, bir mucize olmadigi takdirde. Birkac telefon görüsmesi yaptim. Büyük üstad, Türkiye`nin önde gelen Deep Purple severlerinden Sir Ilhan Ö.`ye haber ucurdum. Kalabalik sayilabilecek bir grupla orda olmak ümidiyle. Öncesinde kampa girmesiyle falan.
13 Ocak 2009 Salı
Haftanın Filmine Kısa Bir Bakış - 18
Bu hafta benim için çok özel bir yere sahip olan bir filmi seçtim sizlere. Mar Adentro. Türkiye'de gösterime girdiği adıyla "İçimdeki Deniz".
11 Ocak 2009 Pazar
Haftanın Müzik Listesi - 18
- Amy Macdonald - Poison Prince
- The Last Shadow Puppets - Black Plant
- Queen - Innuendo
- Rush - Tears
- Brazzaville - The Clouds in Camarillo
10 Ocak 2009 Cumartesi
Ninjalar Konsere
Tersninja yeni bir yarisma düzenliyor. 11-15 Ocak arasi her gün sorulan 3 soruya dogru yanitlari veren ilk kisi, 16 Ocak Cuma Ghetto`daki Brazzaville konserine bir cift bilet kazanacakmis. Detaylar tersninja`da. Ne diyelim, bize de sansimizi denemek düser.
20753206252
Bu kararın alınması açıkçası çok da umrunda olmadı Nazım severlerin aslında, yaşasaydı O'nun da umrunda olmazdı sanıyorum. Çünkü O kitapları, şiirleri onlarca dile çevrilmiş, kendisi hapisteyken tüm dünya sanatçılarının ortaklaşa protesto yürüyüşleri düzenlediği bir dünya insanı, şairiydi. O tüm dünya ülkelerinin vatandaşı, tüm insanların kardeşi, dostuydu sadece bizim ülkemizin değil. O yüzdendir ki bu hakkın ona 57 yıl sonra geri verilmesi çok da önemli değildir birçoklarına göre. O hala vasiyetinden çok uzaklarda, Moskova'da bir çınarın dibinde yatmaktadır çünkü.
ölürsem kurtuluştan önce yani,
alıp götürün
anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni.
hasan beyin vurdurduğu
ırgat osman yatsın bir yanımda
ve çavdarın dibinde toprağa çocuklayıp
kırkı çıkmadan ölen şehit ayşe öbür yanımda.
traktörlerle türküler geçsin altbaşından mezarlığın,
seher aydınlığında taze insan, yanık benzin kokusu,
tarlalar orta malı, kanallarda su,
ne kuraklık, ne candarma korkusu.
biz bu türküleri elbette işitecek değiliz,
toprağın altında yatar upuzun,
çürür kara dallar gibi ölüler,
toprağın altında sağır, kör, dilsiz.
ama bu türküleri söylemişim ben
daha onlar düzülmeden,
duymuşum yanık benzin kokusunu
traktörlerin resmi bile çizilmeden.
benim sessiz komşulara gelince,
şehit ayşe'yle ırgat osman
çektiler büyük hasreti sağlıklarında
belki de farkında bile olmadan.
yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani,
- öyle gibi de görünüyor -
anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse,
tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani...
Nazım Hikmet
Kendimin Muhteşem İcadı
Öncelikle sizlerle çok kişisel bir sevincimi paylaşmak istiyorum. Ne zamandır para biriktiriyordum bir bas gitar almak için. En sonunda biriktirdiğim parayı harcamamayı başarıp beş telli bir bas gitar aldım. Şimdi böyle bas çaldığını belli ediyor, şöyle hava atıyor diye düşünmeyin. Öyle çok ahım şahım bi kariyerim yok çünkü. Lisedeyken iki tane konser vermiştik kendi okulumuzda hepsi o. Hatta ilk konserimden bahsedeyim size biraz.
Çevir Anam Çevir
9 Ocak 2009 Cuma
Seinfeld: A Show About Nothing
6 Ocak 2009 Salı
BAŞKA TÜRLÜ BİR ŞEY
burası gibi değil gideceğim memleket
denizi ayrı deniz,havası ayrı hava..
bir başka yolculuk dalından düşmek yere
yaşadığından uzun
bir tatlı yolculuk dalından inmek yere
ağacın yüksekliğince
dalın yüksekliğince rüzgarda
ve bir yeni ömür
vardığın çimen yeşilliğince
nerde gördüklerim
nerde o beklediğim
rengi başka
5 Ocak 2009 Pazartesi
Ruhunu Arayan Takım
Daha önce Sacred Hoops (Kutsal Çemberler) adlı kitabı Türkçe'ye çevrilen Phil Jackson'un ikinci kitabı. Daha doğrusu Türkçe'ye çevrilen ikinci kitabı. Kitap Amerika'da 2004 yılında piyasaya çıkmıştı. Los Angeles Lakers Karl Malone, Gary Payton, Kobe Bryant ve Shaquille O'neal'lı kadrosuyla finallerde Detroit Pistons'a 4-1 kaybedince Los Angeles karışmıştı. Shaq-Kobe sürtüşmesi sonrası Shaq takasla Miami'ye gitmiş, yüzük avcıları Malone ve Payton biz bişey görmedik abi dercesine ortalıktan kaybolmuşlar, Phil Jackson koçluğa ara vermişti. İşte Phil Jackson da bu dönemde yaşanan krizleri anlatıyor kitabında. Takımının ruhsuzluğundan, nasıl bu kadar inançsız hale gelip eriyip gittiğinden dem vuruyor.
Daha önceki kitabını 2 günde bitirmiş biri olarak bu kitabı sabırsızlıkla bekliyordum. Kitap sadece sporla alakalı değil bu arada bunu da belirteyim mental yönden oyuncularını nasıl motive ettiğini, insanları olgunlaştırma taktikleri vs. En azından Kutsal Çemberler'de öyleydi bunda da farklı olacağını sanmıyorum. Bir çeşit kişisel gelişim kitabı da denebilir o yüzden.
Kitap satışa çıkmış burdan. Yine Mavi Ağaç Yayınları sayesinde kitabı okuyacağız öncesinde olduğu gibi. Onlara da bu vesileyle teşekkür ederim bu gibi kitaplar ne yazık ki pek ülkemize uğramıyor. O sebepledir ki alalım aldıralım.
Haftanın Filmine Kısa Bir Bakış - 17
2001 yapimi K-PAX, bana kalirsa hakki teslim edilmeyen filmlerden. Yönetmeni Iain Softley, basrol oyunculari Kevin Spacey ve Jeff Bridges olan film izlemesi ve sindirmesi kolay bir film olmasina ragmen hafif bir film degil. Bir kere oyuculuklarda takilinacak bir nokta yok. Mr. Spacey zaten gezegenin en büyük oyuncularindan. Jeff Bridges de fena is cikarmamis.