30 Eylül 2008 Salı

Nerede O Eski Bayramlar!

İnsanlar çocukken geçirdiği bayramları, çocuk olmanın getirdiği saflık ve insancıllıkla her zaman daha iyi hatırlar ve şimdiki bayramların o ruhu kaybettiğini düşünür. Halbuki ruhu kaybedenin bayramlar değil de kendisi olduğunu fark edemez. Evet bir kaç yıla kadar tam olarak düşündüklerim bunlardı. Fakat son bir iki yıldır çevreme dikkatlice baktığımda durumun bu kadar basit olmadığını , gerçekten de bayramların ruhunun çok süratli bir şekilde değiştiğini fark ettim. En son gördüğüm bir reklamda bir amca “bizim zamanımızda bonusa bilmem kaç taksit yoktu, beyhude geçti ömrüm” diye yakınıyordu. Haklıydı belki amca. Onun zamanında yoktu böyle kampanyalar ama çok daha etik bir bayram anlayışı vardı. Bayramlar artık tamamen paranın emrine girmeye başlıyor. Bayram öncesi yapılan alışveriş çılgınlığı ve tatil için 5 yıldızlı otellerin doluluğu bunun bir göstergesi. Bir de alttan alta bayramlar bir şekilde Noel`e benzetilmeye çalışılıyor bence. ”Dinimizi yok etmek istiyorlar aman dikkat edin münafıklara” gibi bir şeyden bahsetmiyorum, yanlış anlaşılmasın. Bu benzetme çalışması da tabi ki paraya hizmet uğruna yapılıyor. Mesela son 1-2 yıldır bir “İyi Bayramlar” lafı türedi, her yerde karşıma çıkıyor. Çarşıya çıkıyorum, esnaf iyi bayramlar diyor. Yolda konu komşu görüyorum aynı şekilde birbirimize “iyi bayramlar “ diyoruz. Açıkçası bu bana filmlerde gördüğümüz“Mutlu Noeller” repliğini anımsattı bir anda. Bir de bayramdan önce yapılan reklam filmleri. Aileler bir araya geliyor, yok coca colalar açılıyor, ülker şekerler yeniyor. Ne bileyim bayram yemeğinden sonra bulaşıklar yıkanırken Calgon kullanılıyor. Herkes bir mutlu huzurlu bu gerçeklikle hiç alakası olmayan ortamlarda. Böyle bir bayram imajı satılmaya çalışılıyor hep. Yakında Hollywood Noel filmleri gibi bayram filmleri de yapılırsa şaşmam açıkçası. Yine de bayramlar bence hala güzel ve bu yaşıma rağmen hala harçlık bekleyebiliyorum sağdan soldan.. O yüzden yine de herkese “ İyi Bayramlar!”.

29 Eylül 2008 Pazartesi

Batmayaniye


Bu kadar rezalet bir reklam gördügümü pek hatirlamiyorum. Ülker`in reklamlari dahi bundan birkac gömlek üstündür. O derece kötü ki, her görüsümde sinirlerimi tekrar tekrar alt üst ediyor. Kelime esprileri zaten normal kosullarda hos durmuyor da, bu kadar kisa süreli bir reklamda, durmaksizin, ard arda 6 kez yapilir mi?

Videoyu baya aramama ragmen bulamadim internette; ama sanirim herkes hangi reklamdan bahsettigimi anlamistir. Dogru düzgün tv izlememe ragmen ben bile defalarca gördüm. Su batmayaniye reklami.

Esas anlayamadigim nokta ise su:

Reklamcilik diye bir meslek var piyasada. Bildigim kadariyla da sistem, reklamcinin aldigi is üzerine projeler üretmesiyle isliyor. Eh be birader, sen bu isten baya baya gecimini sagliyorsun, para kazaniyorsun, olacak is degil yani. Yaraticilik bu kadar zor mu?

Ben bu Days in Colors`in yetkili yöneticisi olsam, bu reklam projesiyle karsima cikan ajansla tüm iliskimi keser, bir cift de laf ederdim üstüne. Herseyden önce bana böyle basit ve nahos bir projeyle gelmesini, kendime ve ürünüme saygisizlik olarak algilarim. Hadi bunu yapmadin sen, en azindan bu projeye onay verme, bu derece kötü bir reklam yayinlanmasin. Days in Colors`in yetkilileri reklami begenmis olacaklar ki gayet de yayinda su siralarda reklam. Gercekten sasirtici.

Arsène`nin Projesi



Futbol ulemasi degilim, taktisyenligini tartisacak da hic degilim Wenger`in; ama taktigi bir kenara koyup Wenger`in yaptigi ise 12 yillik bir proje gözüyle bakiyorum, gözlerim kamasiyor gercekten. Mesele aslinda sadece gectigimiz hafta Sheffield United önünde yaptigi gibi  11 tane genci sahaya sürmek de degil, oyuncularini müthis bir ögretiye de tabi tutuyor Wenger. Oyuncularinin beslenmesine, uykusuna, psikolojisine kadar herseyleriyle ilgilendigi bilinen seyler. 

Simdilerde bayragi Cesc`ler, Adebayor`lar tasiyor. Tipki bir zamanlar, Henry`lerin, Pires`lerin; daha önceleri de Petit`lerin Overmars`larin tasidigi gibi. Oyunculari üzerindeki etkinligini  Nicolas Anelka`yi tam verimle oynatmayi basaran tek adam olmasi da net bicimde ortaya koyuyor. 18 yasinda Premier Ligi salladi bu adamla Wenger. Anelka gibi sorun  yasamaya pek elverisli bir adami, sorunun ta kendisi olan bir yas diliminde kontrol ederek hem de. Yine Sheffield United macina dönüyorum. Olay bence bir lig karsilasmasinda genclere firsat veriyor olmaktan cok ötede. Wenger bence genc oyuncularina bu tarz islerle bircok mesaj veriyor. Onlara, bu takimin gelecegi olduklarini anlatmanin daha iyi bir yolu olabilir miydi, sanmiyorum. Peki ya hepsinin beraber genc olmasi; en azidan birkacinin sorumluluk almaya iten bir olgu.

Müthis isler yapmaya devam ediyor Arsene Wenger. Su kadar kupa kazandi bu kadar mac kaybetti diyenler var, hep de olacaktir. Oysa bence futbolda basari her zaman, kupayi havaya kaldirmak degildir. Izlemekten en cok keyif aldigim takim olduklari da apayri bir konu. Keyifle izlemeye devam ediyoruz  Arsene Wenger`in projesini.

The Weapon


Bir döneme damgasini vurmus modeli yeniden piyasaya sürme karari almis Converse. Magic ve Bird`ün efsane modeli ilk olarak 1986`da üretilmisti. Gectigimiz yillarda yine birkac model cikarmisti Converse; The Weapon, The Loaded Weapon falan diye. Geride biraktigimiz yilin tarihi rekabeti canlandirmasinin olusturdugu pazardan payini almaya niyetli onlar da. E haklilar tabi. Ebay`da bu modeli almak icin dünyanin parasini veren insanlar oldugunu da düsününce yerinde hareket diyorum. 2009 modelleri arasinda yerlerini alacaklarmis yeni The Weapon`lar.


The Dead Tree


Pablo Picasso, 1929

28 Eylül 2008 Pazar

Bayram Çikolatası


Bayram icin cikolata alayim dedim. Ülker stand kurmus markete, basina da gecirmisler genc bir kizi. Bütün bayramlik cikolata tayfasi da orada toplanmis. Manzaraya iyiden iyiye Ülker hakim yani. Ferrero var mi diye sordum. O kadar cok ürün vardi ki, onlarin arasindan birini istemeyip de Ferrero sormami bayagi yadirgadi kiz, yüzünden belliydi. Kücük bir kutu gösterdi, Rocher`di. Birkac tane koymuslar standa, benim gibi isteyenler olur belki diye herhalde.

Kiz hemen oradan Ülker`in Ferrero Rocher icin yaptigi imitasyon olan Ülker King Topu cikardi. Bunu denediniz mi hic dedi. "Ah be güzelim" dedim icimden. Rocher`i aldim. Dikkatimi ceken nokta ise Ferrero Rocher ile Ülker King Top`un arasinda fiyat farkinin hemen hemen olmamasiydi. Birkac adet fazla var kutusunda sanirim Ülker`in; ama Ferrero bu yahu.  Birseyin taklidiyle orijinali ayni fiyata olur mu? Görsen bir de  Ülker girla gidiyor.

Böyle böyle Ferrero`dan mahrum kaliyoruz iste diye düsündüm. Satilmayinca getirmiyor tabi adam. Iyi ki Nutella tutundu piyasada da, yeri saglam. En azindan ona her türlü ulasabiliyoruz.

Haftanın Filmine Kısa Bir Bakış - 3

Gerçekten kötü bir geçmişe sahip bir insan, cinayetten yargılanıyorsa ve aynı zamanda bütün deliller onun suçlu olduğunu gösteriyorsa , idam fermanını imzalamak için çok fazla beklemeye gerek yok diyorsanız bu filmde Henry Fonda’yı karşınızda bulacaksınız. 12 Kızgın Adam’ı izledikten sonra insanlara ve olaylara çok daha farklı bakacak onlar hakkında ikinci kez düşünmek isteyeceksiniz. Film insan psikolojisini, insanın yaşadığı olayların ve önyargılarının topluma bakışını ve aldığı kararları nasıl etkilediğini o kadar iyi, anlaşılır ve basit bir biçimde anlatmış ki bütün film sadece 1 odada geçse bile filmden hiç sıkılmıyorsunuz. Hatta ben o 96 dakikanın nasıl geçtiğini hiç anlamadım bile. Popüler internet sitesi İmdb`nin en iyi 250 film listesinde 10. sırada yer alması da filmin ne kadar beğenildiğinin büyük bir göstergesi. 1957 yapımı film 3 dalda Oscar’a aday gösterilse de(en iyi film, en iyi yönetmen, en iyi senaryo) üçünü de Bridge on the River Kwai`ye kaptırmış; ama gönüllerimizin Oscar`larıni fazlasıyla aldığını söyleyebilirim. Şimdiden keyifli seyirler…

Haftanın Müzik Listesi - 3


  • Judas Priest - Breaking The Law
  • Haggard - Per Aspera Ad Astra
  • Dream Theater - Forsaken
  • Nightwish - Tutankhamen
  • Metallica - The End of The Line

The Last Detail



Film 1973 yapimi. Jack Nicholson`in Hollywood`da yeni yeni kendini göstermeye basladigi yillar. Her zaman basarilidir, zaten efsane bir isim, o konuda yorum yapmak haddimize degil; fakat bu filmde yine ayri bir begendigimi söylemeliyim Nicholson`i. Filmin verdigi mesaj ve psikolojik boyutu da önemli ve etkileyici boyutlariydi.

Filmin bir baska özelligi ise Jack Nicholson`in, "Bad ass" Buddusky performansiyla  Premiere Magazine`in 2006 Nisan`inda yayimladigi 100 Greatest Performances of all Time listesinde 12. sirayi almasi ve Nicholson`in diger performanslarinin önünde olmasi. Acikcasi beni filmi bir an önce izlemeye iten buydu. Nicholson gibi bir efsanenin en iyi performansi oldugu birileri tarafindan idda edilen bir filmi muhakkak görüp, degerlendirmek gerekir diye düsündüm. Performansi da gayet etkileyici buldum.

Her neyse, genel olarak filmi begendim, tavsiye ederim; fakat bu yaziyi yazmaktaki ana amacim bu degildi.

Film dedigim gibi 1973 yapimi ve bulundugu dönemin icinde geciyor; dikkatimi ceken sey ise 35 yil öncesinin Amerikasi ile bugünün Türkiye`sinin yasam standartlari acisindan sasirtici derecede benzemesiydi. Ulasimindan, trafik isiklarina, sokaklardaki elektrik direklerinden, otellerine, genelevine kadar hemen hersey sanki günümüz Türkiyesi ayarindaydi.

Ne diyelim 35 sene sonra ölecek gibi olursak umarim The Bucket List`i gercege dönüstürecek teknoloji ve refah cok uzaklarimizda olmaz.

27 Eylül 2008 Cumartesi

Turne Söylentileri




İlk olarak Milliyet'in Cumartesi ekinde okudum haberi. Yoldaydım, hemen bir arkadaşımı arayıp haber verdim. Eve gelir gelmez de işin aslı nedir ne değildir diye internette bir soruşturdum ve haberin birkaç gün önce The Sun'da yayımlandığını gördüm.

Led Zeppelin yeniden bir turne için bir araya gelecek diyor haberde özetle. Grup elemanlarının Robert ile ya da Robert'sız, bir şekilde bir turne yapma kararı almalarından sonra, Robert'ın da uzun süre düşündüğü ve dahil olmamayı düşünemediğini falan yazmış.

John Bonham'in yerine oğlu Jason var yine. Biliyorsunuz, en son bir kereye mahsus olmak üzere geçen yıl Aralık ayında Ahmet Ertegün anısına London O2 Arena'da konser vermişlerdi
.


Neyse, Led Zeppelin'in resmi sitesine, Robert Plant'in resmi sitesine falan baktım, bir açıklama yok. Aynı şekilde bir yalanlama da. Led Zeppelin'in resmi sitesinin forumu da epey karışmış. Millet heyecanlanmış tabi, dalga geçiyorsa, The Sun'ı basarım falan diyenler var, herkes merakta.

Zannetmiyorum ki aslı olsun; ama bir olursa, hele bir olursa.. Bir de yolları Türkiye'ye düşerse.. Böyle bir efsaneyi de kanlı canlı gözlerimizle görecek olmanın ihtimali bile heyecanlandırmaya yetiyor, hele de henüz bir başkası için ümitler taze solmuşken.

Gelişmeler karşısında vakit, Dazed and Confused dinleme vaktidir.

Son 10 Yılın En İyi 10 Türk Filmi

Açıkçası sinemamız son 10 yılda altın çağlarından birini yaşadı diyebiliriz. Bir çok iyi yapım beyazperdede boy gösterirken ben de bu yapımlardan en iyi 10 tanesini seçerek kendi çapımda bir liste hazırladım. Buyurun başlayalım.

10. Hacivat ve Karagöz Neden Öldürüldü? (2006)

Açıkçası son 3 sıra için epey zorlandım. Ama en çok zorlandığım bu sıra için oldu.Belki birçoğunuzun listesinde yer alamyacaktı bu film.Hacivat ve Karagöz Neden Öldürüldü ‘ yü seçmemin sebebi ise film, hepimizin bildiği, yıllardır anlatılan bir hikayeyi ve o dönemin havasını çok farklı ve iyi bir şekilde beyaz perdeye taşıyabilmiş.Haluk Bilginer in Karagöz ile adeta oyunculuk dersi verdiği filmde Beyazıt Öztürk de bence Hacivatın hakkından gelebilmiş.



9. Gönül Yarası (2004)

Şener Şen ,Yavuz Turgul ‘la çalışma geleneğini bozmamış ve Eşkıya dan 8 sene sonra hemen hemen aynı prodüksiyon ekibiyle Gönül Yarası ‘nda da yerini almıştır. Filmin senaryosu için gerçekten üst düzey diyebilirim.Ayrıca Meltem Cumbul ve Timuçin Esen de oyunculuklarıyla üstada eşlik edebilmişler.





8. Kurtlar Vadisi - Irak (2006)

Belki senaryo tam olarak beni tatmin etmedi.Sonuçta bu kadar popüler bir dizinin filmini çekmek kolay iş değil tabi.Fakat Türk sinema tarihinin en büyük bütçeli ve en çok hasılat yapan filmi Kurtlar Vadisi özellikle görselliğiyle ve uluslararası düzeyde yarattığı etkiyle bu listeye girmeyi hak ediyor.Ayrıca filmde Türk oyunculara Billy Zane,
Ghassan Massoud,Gary Busey gibi Hollywood’tan tanıdık isimlerin eşlik etmesi de filmi ilginç kılan etmenlerden diyebilirim.




7. İnşaat (2003)

İnanılmaz orijinal ve iyi bir senaryo ve gerçekten iyi oyunculuklar. Bir inşaat,onlarca cinayet ve bir kamera.Emre Kınay ve Şevket Çoruh tan gerçekten eğlenceli ve kaliteli bir iş çıkmış ortaya.Her ne kadar gişede aradığını bulmasa da benim listemde her zaman yeri var İnşaat’ın






6.Hokkabaz (2006)

Cem Yılmaz’ın bu kez yönetmenliğinde de yer aldığı (Ali Taner Baltacı ile birlikte) Hokkabaz, onu eleştirenleri susturacak düzeydeydi. Açıkçası senarist olarak çok çok iyi bir iş çıkarmasının yanı sıra ,izleyenlere “ Ben Oyuncuyum” mesajını verdi Cem Yımaz. Mazhar Alanson ,Tuna Orhan ve Özlem Tekin de gayet iyi eşlik ettiler bence.





5.Takva (2006)

Sinemamız açısından hem gişe olarak hem de kalite olarak gayet başarılı geçen 2006 yılının bence en iyisiydi Takva.Film, anlatmak istediğini seyirciye çok etkili bir yolla verirken bir adamın psikolojisinin nasıl değişebildiğini de çok gerçekçi bir şekilde ifade ediyor. Erkan Can’ın olağanüstü performansı ona Altın Portakalı da getirirken, filmdeki figüranlar dahil diğer oyunculuklar da gayet üst düzey.Hatta filmin çekimlerine gelen şikayetler üzerine “irticai faaliyet yapılıyor” iddiasıyla polis baskın bile düzenlemiş.Neyse ki film seti olduğu fark edilince bir sorun yaşanmamış




4.Vizontele (2000)

Benim Kibar Feyzo ile birlikte gördüğüm en iyi oyuncu kadrolarından birine sahip Vizontele.Yılmaz Erdoğan’ın kendisini “Tamam budur işte!” dedirtircesine ispatladığı filmin konusundan bahsetmiyorum bile. Arkadaş ortamlarında hala çoğu sahnesinin anlatılıp gülünmesi filmin ne kadar iyi olduğunun da bir göstergesi bence.



3.Propaganda(1998)

Öncelikle büyük usta Rahmetli Kemal Sunalı n son filmi olması nedeniyle belki biraz üst sıralara çıkmış olabilir.Ama bu listede yer almayı sonuna kadar hak ediyor Propaganda.Sinan Çetin yönetiminde Metin Akpınar ve Kemal Sunal gibi iki ustayı karşılıklı izleme şansı bulduğumuz film, ülkemizde hala devam eden bir sorunu trajikomik bir şekilde izleyiciyle buluşturuyor.Film boyunca gülüp eğlenirken sonuna doğru üzerinize çöken hüzünle bir sürü karmaşık duyguyu bir arada yaşayabiliyorsunuz.


2.Babam ve Oğlum (2005)

Çıktığı dönemde inanılmaz ses getiren ve her çıkanın göz yaşlarına boğulduğu , hatta zaman zaman sahneler akıllarına geldiğinde bile ağladığı (bkz. Annem) bir Çağan Irmak eseri.Yapımlarıyla genelde insanları soruglamaya iten ve kendi mesajını iletmek isteyen Çağan Irmak, bu yapımıyla oldukça başarılı olmuş diyebiliriz.Çetin Tekindor,
Fikret Kuşkan , Hümeyra , Şerif Sezer , Özge Özberk gibi TV den de tanıdğımız oyuncularla gerçekten inanılmaz bir yapımortaya çıkmış.Bu sebepten listenin 2. sırası onun.



1.G.O.R.A (2004)
Öyle bir film ki hala başına oturdum mu hemen her sahnesine gülebiliyorum.Ve hala arkadaşlarla gora replikleriyle karşılıklı atışıp sonunda kahkahalara boğulabiliyoruz. Hababam Sınıfı ve Kibar feyzo dan sonra bende bu şekilde etki yapabilecek bir filmi açıkçası ben de beklemiyordum.Ama Cem Yılmaz yaptı.Yıllardır süregelen “Türkler uzaya çıksa ne olur” geyiğini gerçeğe dönüştürdü.Hem de o kadar iyi yaptı ki bu işi , kafamızı kaldırıp çevremize bir an için baktığımızda Arif karekterinden en az 4-5 tane görebiliyoruz.Gerek kadrosuyla , gerek görselliğiyle film bence son 10 yılın tartışmasız en iyi filmi…

Bu listede Kahpe Bizans, Kabadayı, Pardon, Mutluluk , O. çocukları , Kader, Komiser Şekspir gibi bir çok iyi filmde yer alabilirdi tabi ki. Özellikle Pardon`a ayrı bir parantez açmak istiyorum. O yüzden onu ayrı bir yazıda daha geniş bir şekilde incelemeyi düşünüyorum.

26 Eylül 2008 Cuma

A Winding Way Into the Sky


 Santiago Calatrava, Malmö

25 Eylül 2008 Perşembe

İnsan Hayatının Değeri


Insan hayatinin ucuz olmadigini herkes biliyor da, aslina bakarsaniz isin icinde baskalari ve baskalarinin hayatlari söz konusu olunca bir türlü bilincine varmiyoruz, varamiyoruz sanirim.

4 tane insan düsünün, hepsi ayni sikayetle doktora gidiyorlar. Mesleki acidan düsününce geldikleri sikayetlerin genel anlamda teshis edilmesi zor degil; fakat teshisinin  hastaya, böyledir söyledir deyip gecmeden, sadece gereken cok basit ve temel uygulamalarin yapilmasina bakan sikayetler.

Hepsine, istisnasiz 4`üne de ya akil almayacak derecede yanlis seyler söylüyor ve yanlis uygulamalar yapiyor doktorlar ya da, en basit uygulamalari bilmedikleri icin, baska bir hekime göndermeye de egolari müsaade etmedigi icin, ya da ne bileyim ugrasmak istemedikleri icin hicbirseyin yok deyip eve gönderiyorlar.

Bugün aralarinda durumu en iyi olanin ortalama birkac yil ömrü kaldi.Bu kadar basit ve bu kadar kolayken bu adamlari yasatmak, insan kahroluyor gercekten. Bir hic ugruna ölecek hepsi. 


Yani aslina bakarsaniz suclular sadece; sacma trafik kazalari, suclu tersaneler sahipleri, cukurun üzerini kapatmayan belediyeler, bir hic ugruna birbirinin öldüren insanlar ya da dagda bayirda canini birakanlar artik ölmesin diye cözüm bulamayanlar degil, ölümcül hatalar malesef heryerde kol geziyor.

Biz de yasamaya devam ediyoruz, insan hayatinin ne kadar degerli oldugunun bilincinde oldugumuzu sanarak. Ta ki birgün biri bizi de icine alan bir hata yapana kadar.

Türk Telekom International Cup

Hafta sonu Ankara'da sezon öncesi hazırlık kampında Avrupa'nın önemli takımları ağırlanacak. Türk Telekom'un düzenlediği ve bundan sonra her yıl düzenleyeceği turnuvaya Türk Telekom'la birlikte Efes Pilsen, Benetton Treviso ve Unics Kazan katılacak. Sezon öncesi yeni transferleriyle Türk Telekom ve Efes Pilsen'i ayrıca da Avrupa'nı önemli takımları Benetton Treviso ve Unics Kazan'ı izlemek isteyenler için güzel bir turnuva. Üstelik bilet fiyatları da oldukça uygun. İki günlük kombine biletler tam 10 ytl, öğrenci ise 6,5 ytl. Tek günlük biletler ise tam 7,5 ytl ve öğrenci 5 ytl. Biletler Biletix'den satılıyor. Turnuva programı ise şu şekilde;

27-Eylül-2008 Cumartesi

16.00 TURK TELEKOM – BENETTON TREVİSO
18.30 EFES PİLSEN – BC UNICS KAZAN

28-Eylül-2008 Pazar

14.30 3 . lük 4 .lük maçı ( İlk günün mağlupları)
17.00 Final maçı ( İlk günün galipleri)
19.00 Kupa Töreni ve Kapanış

Kasun'u, Serkan Erdoğan'ı, geçtiğimiz yıllarda Türkiye'de forma giyen Nicevic'i ve Gary Neal'i, Marc Jackson'ı ve Marko Popovic'i izlemek isteyenler hafta sonu Atatürk Spor Salonu'na.

Efsane Oyunlar Serisi-2

"İşçisin Sen İşçi Kal"

İlk kez 1981 yılında Nintendo’nun Donkey King adlı video oyununda kız arkadaşını kötü kalpli maymunun (Donkey King) elinden kurtarmaya çalışan emektar muslukçumuz Mario , tam 27 yıl sonra hala görevinin başında. 1983 e kadar Donkey King ‘in “Jumpman” i olarak görev yapan Mario, o yıl Nintendo tarafından adeta ödüllendirilir ve kendisine ait Mario Bros oyununa kavuşur.Bu oyunda ona iki kişi ile de oynanabilmesi için kardeşi ve meslektaşı Liugi de katılır.1985 yılına gelindiğinde ise oyun Super Mario Bros. ‘a terfi eder ve 1990 yılında Super Mario World ‘ e dönerek hemen hemen son şeklini alır. Oyunun genel olarak amacı mantar krallığına egemen olmak isteyen Kral Bowser tarafından kaçırılan Prenses Peach i kurtarmak için 8 dünyayı ele geçirip kaleye ulaşarak kral Bowserın minyonu bir canavarı yenerek (ta ki 8. kaleye kadar) Toad denilen mantar krallığı insanlarından birini kurtarmaktır. Sonunda 8. kaleye gelindiğinde ise bu sefer kurtarılacak kişi Prenses Peach , rakip ise Bowser ın ta kendisidir.

Oyun esnasında Mario kutulara vurarak para kazanmanın yanı sıra , kendine bazı güçlerde ekleyebilir.Mesela bir mantar toplarsa Süper Mario ya dönüşüp boyut olarak da büyüyen Mario, ateş çiçeğini alıp ateş topu fırlatırken, eğer kuş tüyü alabilirse uçma özelliğine sahip oluyor.Ayrıca 1990 yılından itibaren Mario ya Yoshi adında bir karakter eklenmiş,Mario Yoshi denen bu dinazora benzer yaratığa binerek ilerleyebilme özelliğine de sahip olmuştur. Son oyunlarında Mario ya yeni bir özellik daha eklenmiş ve yediği dev mantar sayesinde geçici olarak kendi boyutunun 10 -15 katı gibi bir büyüklüğe ulaşarak her yeri yıkıp geçebilmesi sayesinde gerçekten ürkütücü bir görüntüye de sahip olmuştur.

Dünya çapında 285 milyon gibi inanılmaz bir satış rekoruna ulaşan Mario,tüm zamanların da en çok satan video oyunu.Son zamanlarında tenisten pinballa her türlü oyunda yer alan Mario hatta bir ara Mike Tyson’s Punch oyununda hakemliğe bile soyunmuştur. Kardeşi Luigiyle ve dinazoru Yoshiyle o dünya senin bu dünya benim koşturan Mario için video oyunlarının tartışmasız en efsanevi karakteri diyebiliriz.

24 Eylül 2008 Çarşamba

Haydi Abbas...

haydi abbas, vakit tamam;
aksam diyordun iste oldu aksam.
kur bakalim çilingir soframızı;
dinsin artik bu kalp agrısı.
şu ağacın gölgesinde olsun;
tam kenarında havuzun.
aya haber sal çıksın bu gece;
görünsün şöyle gönlümce.
bas kırbacı sihirli seccadeye,
göster hükmettiğini mesafeye
ve zamana.
katıp tozu dumana,
var git,
böyle ferman etti cahit,
al getir ilk sevgiliyi besiktas'tan;
yaşamak istiyorum gençliğimi baştan
Cahit Sıtkı Tarancı

Ustalara Saygı Kuşağı - 3

The King of Swing - Pete Sampras


Cok büyük bir isim Pete Sampras. Bugün hala bircoklari tarafindan tüm zamanlarin en iyi teniscisi olarak kabul edilen, benim hayatimda da önemli yeri olan, büyük bir isim. Ustalara Saygi kusagi yapmaya karar verdigimizde ilk aklima gelen de onun ismiydi. 

Ailesi Yunan göcmeni olan Pete, Washington D.C. de dogar. Iyi ki evlerinin bodrumunda bir tenis raketi vardir da 7 yasinda tesadüf eseri onu bulur. Daha sonralari topu duvara vurarak saatlerini gecirir, o raket parcalayan servislerin temellerini daha o bodrumda atmaya baslar; fakat yine  7 yasindayken ailesi California`ya tasinmasa Pete bu günlere gelme sansi bulur muydu, sanmiyorum. Neyse, dedigim gibi tenis oynamak icin iklimi daha müsait olan California`ya tasinirlar. Burada daha cok tenis oynama sansi bulur Pete, hatta kücüklük idolu Rod Laver ile 11 yasinda tenis oynama sansi bulur. Simdi düsününce, nerden baksaniz sansli da cocukmus hani. Ailesinin Peninsula Racquet Club`a katilimiysa onun kariyerindeki en önemli noktadir bana göre, cünkü burada Peter Fischer ile tanisir ve Fischer onun tek el backhandler konusunda gelismesine yardimci olur, bu da tabii cim kortlarda süratle gelen topu karsilamak acisindan cok önemli bir nokta. Pistol Pete`in 7 Wimbledon sampiyonlugu kazanmasinda servis-vale oyunlari ve aceleri kadar olmasa da cok önemli bir faktör olmustur.

16 yasinda profesyonel olur ve 17 yasinda ilk Grand Slam`ine ,US Open`a,katilir.  2. turda son sampiyon Mats Wilander`i 5. sete kadar zorlayarak gelecegi hakkinda ipucu vermistir. Ertesi yilsa yine ayni yerde, US Open`da, ilk Grand Slam`ini kazanir, hem de finalde bir baska genc ve parlayan yildizi, 19 yasindaki Andrea Agassi`yi yenerek.Böylece US Open`i en genc yasta kazanan erkek tenisci ünvanini da alir. Finalde yendigi Agassi ile aralarindaki, 90li yillara damgasini vuran müthis rekabette böylece baslamis olur. Bu rekabet özellikle 95 yilinda iyice büyümüstür. Iki tenisci de sene icinde birkac kez 1 numaraya yerlesmis, iki sporcu da Davis Cup`a ancak digeri katilirsa katilacagini aciklamistir. Zira ikisi de yaklasan Roland Garros öncesi yorulanin yalnizca kendisi olmasini kabul etmeyecektir. Ikisi de katilir ve Amerika o yil sampiyon olur Davis Cup`ta. Daha sonralari bu ikilinin kariyerlerinde yaptiklari maclarin toplamina bakildiginda 34 macin 20sini Pistol Pete`in kazandigi görülür. Zaten döneminde oynamis bircok eski 1 numaraya karsi da toplam maclara baktigimizda üstünlügü vardir.
1991 ve 1992 yillari basarisiz gecirilen yillardir Pete icin; fakat kariyerinde cok önemli yerleri vardir.1992de en büyük basarisi yine US Open`da final oynamasidir. Daha sonralari o finali kaybetmenin kariyeri acisindan bir uyanis oldugunu ve nasil 1 numara olunacagini anlamasini sagladigini söylemistir. Bu da bize bu yillarin önemini gösteriyor.

Kariyerinde bircok unutulmaz mac vardir. 1995 yilinda  Australia Open sirasinda yakin arkadasi ve antrenörü Tim Gullikson hastalanir ve Amerika`ya geri götürülür. Jim Courier ile yaptigi ceyrek final macinda,setlerde durum 2-2 iken ve son sete girilirken, seyircilerden birinin "kocun icin kazan pete" diye bagirir. Pete o son sette aglaya aglaya oynar ve Tim Gullikson icin kazanir.

1996 da US Open ceyrek final macinda hasta olmasina ve mac esnasinda 2 kez kusmasina ragmen Alex Corretja`yi yener ve daha sonra da sampiyon olur. Yine 1996`da Wimbledon`da ceyrek finalde Richard Krajicek Pete`i yener ve 24 maclik yenilmezlik serisine de son vererek, o yil Wimbledon sampiyonu da olur daha sonra. Buradaki önemli nokta ise, Krajicek`in o yil Pete`i yenememis olmasi durumunda ve olasi bir Sampras sampiyonlugu halinde Pete`in daha sonra takip eden yillardaki 4 sampiyonlugunu da düsününce 8 yillik bir Wimbledon egemenliginin, yani inanilmasi güc birseyin, esiginden dönüsüdür. Su an bu konuda hala rekor Willie Renshaw`in elindedir,6 kez üstüste sampiyonlukla. Toplam sampiyonluk sayisinda da 7 ile rekoru Pete ile paylasir Renshaw.


Tüm basarilarina genel hatlariyla bir göz atacak olursak:

14 Grand Slam sampiyonluguyla bu alandaki rekoru hala elinde bulunduruyor. 5`i US Open, 2`si Australia Open, 7`si de Wimbledon`dir.Roland Garros`da ise en büyük basarisi 1996 da oynadigi yari finaldir. Bizzat izledigim bir ropörtajinda, zannederim 2002 idi, ilk turda elendikten sonra  söyle demistir: "Hayatim boyunca Roland Garros`a eksiksiz ve en iyi bicimde hazirlandim; ama hep bir aksilik cikti. Bundan sonra Roland Garros`un adini bile duymak istemiyorum."

Kariyeri boyunca kazandigi turnuvalardan 43,280,489 $ hasilat yaparak bu alanda da bir rekora sahiptir.1993 yilinda bir ATP tour sezonunda 1011  ace ile baska bir rekor da kirmistir.1993 ve 1998 yillari arasinda 6 kez ATP tarafindan Player of the Year secilmistir. 17 Temmuz 2007 de International Tennis Hall of Fame`e girmistir. 

Pistol Pete kariyerine US Open 2003 ün acilisinda  son vermistir, herseyin basladigi yerde.

Bu büyük ustaya sonsuz saygilar sunarim.

Ustalara Saygı Kuşağı - 2

Buz Adam - Aleksander Popov

Kendim de bu spor dalıyla uğraştığım için bu seriye bir yüzme efsanesiyle başlamak istedim.50 ve 100 metre serbestin unutulmaz ismi Aleksander Popov, 8 yaşında yüzmeye su korkusunu yenmesi için babasının da baskılarıyla başlamıştı.1991 yılında ilk uluslar arası turnuvasına o zamanki adıyla Sovyetler Birliği olan Rusya adına Atina’da düzenlenen Avrupa Şampiyonası’na katılmış ve ülkesine 3 Altın madalya kazandırarak 92 Barcelona olimpiyatları için de ne kadar iddialı olduğunu göstermişti. Beklendiği gibi Barcelona’da da 50 ve 100 metre serbestte altın madalyayı kazanırken bayrak yarışlarında ise ülkesinin Amerika nın ardında kalmasına engel olamamıştı. 96 Atlanta ya gelindiğinde ise Popov’u daha dişli rakipler bekliyordu.100 m serbestte Amerikalı Gary Hall jr. Popov’u epey zorlasa da (saniyenin yüzde 7 si gibi küçük bir farkla ) Popovun yine duble(50 ve 100 m serbest) yapıp tarihte bunu başaran 2 yüzücüden biri olmasına engel olamıyordu.Fakat bayrak yarışlarında Popovun Rusyası yine A.B.D takımını geçemiyor ve gümüş madalyada kalıyordu.
İşte tam bu tablodan 1 ay sonra Popovun hayatını tamamen değiştirecek bir olay meydana geldi.. Arkadaşları bir satıcıyla tartışırken araya giren Popov karnına aldığı bıçak darbesiyle ciddi şekilde yaralandı.Geçirdiği 3 saatlik operasyondan sonra kimse biranda kendini toparlamasını beklemezken ,o Sevilla 97 Avrupa Şampiyonasıyla geri dönüp,aldığı 4 madalyayla unvanını korumasını bildi.İlerleyen yaşıyla birlikte Sydney den sadece bir gümüşle dönen Popov ,tam “bitti” denilen anda 2003 Barcelona Dünya Şampiyonası’nda adeta yeniden doğuyor ve 3 altın madalya kazanıyordu .Böylece 2004 Atina öncesi “Ben daha ölmedim” mesajını da veriyordu.Fakat 2004 Atina nın en yaşlı yüzücüsü , orada finale çıkmayı başaramıyordu.

Kazandığı 21 avrupa,6 dünya ,4 olimpiyat şampiyonluğu ve yüzme gibi sürekli yenilenen ve gelişen bir sporda 50 ve 100 m serbest rekorlarını 8 ve 6 yıl gibi uzun süre elinde tutması Popovun gerçek bir efsane olduğunu kanıtlıyor.Amerikanların ona taktığı isimle Big Dog Popov ‘a sonsuz saygılar…

23 Eylül 2008 Salı

Kütahya Daha İyiydi


by Umut Sarıkaya

Pocono Pines House




 "In all of my architecture, I have always been fascinated by the theatre."

 Aldo Rossi, Pennsylvania

22 Eylül 2008 Pazartesi

Efsane Türk Dizileri - Kaygısızlar

Türk televizyon tarihinin en eğlenceli dizilerinden olan Kaygısızlar kadrosunda Ercan Yazgan, Halit Akçatepe, Çiçek Dilligil, Ayşen Gruda, Şoray Uzun gibi isimleri barındırıyor. Gani Müjdenin başı çektiği Tükenmez Kalem grubunun senaryosunu yazdığı dizi Star ve Kanal 6'da yayınlandı.


Dizide 3 karısı ve 36 çocuğu bulunan Memnun Kaygısız'ın 40 kişilik ailesiyle birlikte asker arkadaşı Berber İsmail'in yanına, İstanbul'a gidişini ve burdaki hayatları anlatılıyor. Tam bir kadın düşkünü olan Memnun Kaygısız, Berber İsmail, ev sahibi Hacı Gaffur, Memnun'un karıları Sabriye, Terbiye, Kafiye, Sabriye'nin patronu Yılmaz Usta, Kültigin ve çetesi, Eleman, Eleman'ın Amerikalı patronu vs. Dizide o kadar çok anlatılabilecek karakter var ki hangisi aklıma gelse kahkalar basıyor. Kültigin ve çetesinin absürd adam dövme teknikleri ve esprileri, Memnun'un kadın düşkünlüğü uğruna yaptıkları, Memnun'un karılarının Memnun'la sırayla yatmaları ve bazen de işin kavgaya kadar gitmesi, Eleman'ın patronunun Amerika hikayeleri, Eleman'ın Kültigin'in kardeşine aşık olması aynı şekilde Kültigin'in de Eleman'ın kardeşine aşık olması fakat Kültigin'in elemanı her seferinde dövmesi, Berber İsmail'in traş olmadan önce müşterilerine belge imzalattırması...

Dizi de o kadar çok efsane olabilecek absürd espri var ki hangisini yazayım bilemiyorum. Eleman'ın otobüse binip önceki taksiyi işaret ederek şoföre
takip et demesi, yine Eleman'ın taksiyi çevirmek için taksi dediğinde şoföründe elemana yolcu şeklinde karşılık vermesi, Kültigin zorbalık yaptığı insanların Kültigin'i korkutmak için yüksek yerlerde tanıdıklarım var; damadım 14. katta oturuyor demesi, Eleman'ın iş ararken "Eleman Aranıyor" yazan bi yere girip beni mi arıyosunuz diyerek son derece ilginç bir şekilde iş bulması ve Kültigin'in kardeşini tavlama çalışmaları ve her seferinde temiz bir dayak yemesi, Kültigin'in yanındaki salak mafya elemanları...

Dizinin daha o kadar çok akıllara ziyan repliği, sahnesi, hikayesi var ama şimdilik aklıma gelenler bunlar. Zaten koskoca Kaygısızlar'ı bir yazıya sığdırmaya çalışmak dizinin tarihine saygısızlık olur. Kaygısızlar'ı bilenler bilir zaten ama daha önce izlememiş olan varsa Lost'u, Prison Break'i falan bırakıp direk Kaygısızlar'a başlamalı. Benim için Türk televizyon tarihinde ilk 3'tedir her zaman.

Gecenin Kazananı Mad Men

Mad Men'in senaristi Matthew Weiner ödülünü alıyor

60. Emmy Ödül Töreni dün gece Los Angeles Nokia Theatre'de yapıldı. Daha önce Spicoli adayları ve kendi tahminlerini paylaşmıştı. Drama dalında en iyi dizi ödülünü ve en iyi senaryo ödülünü Mad Men, komedi dalında en iyi dizi ödülünü 30 Rock, en iyi yönetmen ödülünü Pushing Daisies aldı.

Gecenin kazananı Mad Men tabiki. Fakat Spicoli'nin tahminleri birkaçı dışında yanına bile yaklaşamamış malesef ödüllerin. Daha çok çalışması gerekiyor. İlk fırsatta kulaklarını çekip dvd'leri önüne dökücem. Seneye daha başarılı tahminlerle gelmesi için.

Komedi dalında en iyi yardımcı erkek oyuncu ödülünü kazanan Jeremy Piven

Ödüller;

Drama dalında En İyi Senaryo: Matthew Weiner (Mad Men)
Drama dalında En İyi Yönetmen: Greg Yaitenes (House)
Drama dalında En İyi Kadın Oyuncu: Glenn Close (Damages)
Drama dalında En İyi Erkek Oyuncu: Bryan Cranston (Breaking Bad)
Drama dalında En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Dianne Wiest
Drama dalında En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Zeljko Ivanek (Damages)
Komedi dalında En İyi Yönetmen: Barry Sonnefeld (Pushing Daisies)
Komedi dalında En İyi Kadın Oyuncu: Tina Fey (30 Rock)
Komedi dalında En İyi Erkek Oyuncu: Alec Baldwin (30 Rock)
Komedi dalında En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Jean Smart (Samantha Who)
Komedi dalında En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Jeremy Piven (Entourage)

En İyi Mini Dizi: John Adams
Mini dizi dalında en iyi kadın oyuncu: Laura Linney (John Adams)
Mini dizi dalında en iyi erkek oyuncu: Paul Giamatti (John Adams)

En İyi Eğlence, Müzik, Komedi Programı: The Daily Show with John Stewart
En İyi TV Dizisi: Recount
En İyi Senaryo: Kirk Ellis (John Adams)
Eğlence programı dalında En İyi Yönetmen: Louis J. Horwitz
En İyi Reality Yarışma Programı: Jeff Probst (Survivor)


*Ödül töreninin tekrarı bu gece 22:00'da cnbc-e'de.

Night Stars

Vincent Van Gogh,1888

Geox Mansmooth

Birkac yil önce Türkiye piyasasina da girdi ayakkabi sektörünün dev isimlerinden Geox. En önemli özelligi ayakta konfor ve sagligi 1. planda tutmalari. Ne yalan söyleyeyim bazen konfora kendini kaptirip cok sekilsiz ayakkabilar da üretmiyor degiller; ama böyle enfes modelleri de var.

21 Eylül 2008 Pazar

Efsane Oyunlar Serisi-1

"Hugo, Kahramanım Benim"

90 ‘ların başında bir anda hayatımızda beliren, masum çocukluk yıllarımda anneannemin “şeytan” uyarılarına rağmen ısrarla takip etmeye çalıştığım, birkaç kere programa bağlanmaya çalışsam da bu girişimlerimin hep başarısızlıkla sonuçlanması sonucu sadece tv'den takip edebildiğim kısa boylu, uzun kulaklı, koca ayaklı, sonradan bakınca hakketen pek çirkin bir görüntüsü olan, tek dişi kalmış kahraman Hugo bence oyun tarihinin gerçek efsanelerinden biridir.

Danimarkalı bir oyun şirketi tarafından hayata geçirilen ve ilk kez 1990'da gene bu ülkede bir İnteraktif Tv Oyun Programı olarak yayınlanmaya başlayan Hugo, sattığı 6.5 milyondan fazla cd, play station ve nintendo oyunuyla bu alanda gerçekten çok ön sıralarda. Ülkemizde ilk kez Kanal 6 aracılığıyla Tolga Gariboğlu’nun sunuculuğuyla yayın hayatına başlamıştır. İlk başlarda sadece trenle seyahat eden ve telefonun tuşlarına basmak suretiyle sağa sola kaçışlar yapıp karısını kötü kalpli cadı Sylla‘dan kurtarmaya çalışan Hugo, daha sonra 3 boyut teknolojisine geçerek birçok farklı macerayla karşımıza gelmiştir. Hafızalarımızda hala yer eden “sağa zıpla Hugo” ,“ nereye çufçufluyoruz” ve “ben bastım Tolga abi fakat Hugo gitmedi” gibi replikleriyle bir efsane olmuş ,o dönemlerden geçen her Türk gencinin hayatında olumlu ya da olumsuz bir şekilde yer etmiş olan Hugo bir ara bölücülükle bile suçlanmıştı. Evet bir oyununda Türkiye Haritası'nın Sivas'tan itibaren kesilmiş olarak gösterilmesi Hugo'nun “ekmek yediği ülkeye ihaneti” olarak yorumlanmıştı.

En son Tv'de gördüğümde (yanlış hatırlamıyorsam Kanal 1'deydi) programı bir kız sunarken, Tolga abi ise artık oyunun içinde Hugo ve çocuklarla konuşan bir bilgisayar karakterine dönüşmüştü. Gerek formatıyla, gerek oyunun içinde yaşanan genelde çevirmeli(eski moda) telefondan kaynaklanan aksaklıklarıyla ve ne kadar inkar edilse de bir efsaneye dönüşmüş olan canlı yayında küfür olayıyla Hugo hem Türk televizyon tarihinin hem de oyun tarihinin kültlerindendir. Saygılar Hugo’ya ve Tolga Abi’ye…

Premier Ligin Felaket Forvet Transferleri Top 10

Premier Lig tarihine baktığımızda birçok gereksiz transfer var. Bunların pek çoğu da büyük para harcanarak yapılan transferler. Premier Lig takımları reklam gelirleri, televizyon gelirleri, merchandising gelirleri sayesinde ekonomik açıdan dünyanın en güçlü takımları, lig olarak da bu konuda en güçlü lig diyebiliriz. Durum böyle olunca harcanan paranın haddi hesabı da belli olmuyor tabiki. İngiltere'de de The Sun gazetesi Premier Lig tarihindeki en pahalı ve işe yaramayan 10 forvet transferini listelemiş. İşte liste;

10- Jose Antonio Reyes (Arsenal, £10.5m): Sevilla'da genç yaşta parlamıştı Reyes. Baptista'lı, Ramos'lu, önemli başarılara imza atan Sevilla takımında önemli bir oyuncuydu ve bunu gören Wenger de onu Londra'ya transfer etti. Fakat Reyes Sevilla'daki başarısını Arsenal'de gösteremedi ve Baptista'ya karışıl Real Madrid'e takas edildi. Real Madrid'de kalıcı olamayan Reyes son olarak Benfica'ya transfer oldu ve şimdi Portekiz'de. Sevilla'dan ayrıldıktan sonraki kariyerinde 69 maçta 16 golü var.

9- Djibril Cisse (Liverpool, £14m): Liverpool Cisse'yi Auxerre'den transfer ettiğinde ondan beklentiler yüksekti. Fransa'nın yeni yıldızıydı, genç, yetenekli ve de güçlü bir oyuncuydu. Liverpool taraftarları ondan yeni bir Robbie Fowler, yeni bir Michael Owen olmasını bekliyordu ama Cisse geçirdiği ağır sakatlık sebebiyle hiçbir zaman bekleneni veremedi ve müzmin bir sakat olarak Liverpool kariyerini tamamladı. Ülkesine Marsilya'ya döndü. Burada yeniden doğuş sinyalleri verdi ve şimdilerde yeniden Ada'da Roy Keane'in ekibi Sunderland'de. Liverpool kariyeri boyunca 49 maçta 11 golü var.

No8: Darren Bent (Tottenham, £17m): Tottenham Bent'i Charlton'dan transfer ettiğinde Bent Charlton'da önemli işlere imza atarak gelmişti. Tottenham'ın önemli bir silahı olması bekleniyordu fakat hiçbir zaman ilk 11'de düzenli olarak şans bulamadı. Düzenli şans bulamayınca kendini de gösteremedi ve lüzumsuz transferler listesindeki yerini almış oldu. Bu sezon Berbatov ve Robbie Keane'in ayrılması sonucu beklediği şansı belki bulabilir. 27 maçta 6 golü var.



7- Adrian Mutu (Chelsea, £16m): Mutu Parma'dan Chelsea'ye transfer olduğunda Abramovich'in Chelsea'deki ilk yılıydı. Takımın başında Ranieri vardı ve Mutu'nun da yeni Chelsea'de goller atması bekleniyordu. Aslında iyi de gidiyordu Mutu fakat kokain kullandığı için ceza aldı ve Chelsea'den de ayrılmak zorunda kaldı. Bu süre içinde 27 maçta 6 golü vardı Mutu'nun.

6- Steve Marlet (Fulham, £11.5m): O da bir zamanlar Fransa'nın yıldız diye yetiştirdiği oyunculardan biriydi. Fulham'a ilk geldiğinde çok büyük beklentilerle karşılaşmıştı ve klüp de kendisinden çok şey beklediğini açıkça belirtmişti. Klüp transfer rekoru kırılarak transfer edilen Marlet 54 maçta sadece 11 gol attı ve tam bir hayal kırıklığı olarak Ada kariyerini noktaladı.

5- Sergei Rebrov (Tottenham, £11m): Listenin başındaki bir diğer Ukraynalı gibi o da bekleneni veremeyenlerden. Spurs taraftarlarını heyecanlandıran fakat zamanla hayal kırıklığına uğratan bir transfer. Tottenham aynı transferlere şu sıralar da devam ediyor zaman zaman. Rebrov'un White Heart Lane kariyeri 59 maçta 10 gol.

4- Chris Sutton (Chelsea, £10m): Chris Sutton Blackburn'de kendisinden umutlu olanları üzmemişti ama aynı şeyi maviler dönemi için söylemek mümkün değil. Chris Sutton'ın Chelsea kariyeri 28 maç ve tek gol.

3- El Hadji Diouf (Liverpool, £10m): Senegal 2002 Dünya Kupası'na Fransa galibiyeti ile başlamış, Senegal sürprizi devam ettirip çeyrek finale kadar çıkmıştı. Ta ki İlhan Mansız o golü atana kadar. İşte o Senegal'in en büyük yıldızıydı Diouf. İngiltere'ye gelen Afrikalıların da öncüsü diyebiliriz onun için. Ama ne yazık ki Diouf'un Liverpool kariyeri parlak geçmedi. 55 maçta sadece 3 gol. Daha sonra Bolton'da biraz olsun toparlandı ve şimdilerde Sunderland'de top koşturuyor.

2- Albert Luque (Newcastle, £10m): Aslında tamamen Newcastle United transferleriyle oluşacak bir liste olabilirdi bu liste. Öyle olsaydı Luque en başta yer alırdı muhtemelen. Burda da kendine oldukça yükseklerde yer buldu İspanyol. Newcastle'ın yüzlerce gereksiz transferinden bir diğeri aslında o da. İspanyol'un gelişi çok şatafatlı oldu ama gidişi pek de öyle olmadı. 21 maç tek gol. Şimdi Ajax'da sanırım.

1- Andriy Shevchenko (Chelsea, £30m): Newcastle'da olduğu gibi Chelsea'de de başlı başına bir liste çıkarabiliriz aslında. Abramocivh'in gelişiyle nasılsa para bol haracayalım gitsin mantığıyla yapılan birçok transfer içinden en çok dikkat çekeni Sheva. Aslında 49 maçta 9 gol bu listede 1 numara olacak kadar kötü değil belki ama bahsettiğimiz isim Shevcenko olunca yetmiyor 9 gol. Milan'da efsane olacakken değişiklik sevdasına Ada'ya gelen Shevcenko premier lig tarihinin de en pahalı transferlerinden. 2 yıllık sürede ne Chelsea'ye bir faydası ne de Chelsea'nin ona. Sadece Milan'da efsane olma şansını zora soktu. Neyseki yuvaya geri döndü. E ne de olsa taş yerinde ağırdır.

Sereserpe


Uzanıp yatıvermiş, sereserpe;

Entarisi sıyrılmış hafiften;
Kolunu kaldırmış, kolluğu görünüyor;
Bir eliyle de göğsünü tutmuş.
İçinde kötülük yok, biliyorum;
Yok, benim de yok ama...
Olmaz ki!
Böyle de yatılmaz ki!

Orhan Veli Kan
ık